Karartma geceleri, Nihal Atsız ve Sabahattin Ali…

Alman ordularının sürekli ilerlediği o günlerde tıpkı Hitler gibi perçemini kaşının üzerine düşürüp böbürlenerek dolaşan Nihal Atsız, Sabahattin Ali başta olmak üzere Başbakan Saraçoğlu’na bir solcular listesi sunar. Bu açık ihbardan sonra Sabahattin Ali, Nihal Atsız hakkında dava açar.

CAFER YILDIRIM
cfryildirim@hotmail.com

İkinci Dünya Savaşı yılları boyunca Turancılarla solcu aydınlar basın-yayın alanında olduğu kadar İstanbul’un aydınların müdavimi olduğu değişik mekânlarında da sık sık karşı karşıya gelirler.

Türkiye savaşa girmemiştir fakat savaşın etkileri, bütün Türkiye sathında kendini hissettirmekte gecikmez. Türkiye, dış dünyaya olduğu gibi içerideki siyasi ve toplumsal hareketlere de savaşan tarafların cephedeki durumuna koşut bir tutum izler.

NAZİZMİN TÜRK VERSİYONU

Savaşın ilk yıllarında, Alman ordularının ilerleyişinin sürekli ivme kaydettiği dönemlerde solcu aydınlar sıkı bir takibe tabi tutulur; hapis cezalarıyla, sürgünlerle zapt-ü rapt atına alınmaya çalışılır. Aydınlar üzerinde devletin gölgesi bir heyula gibi dolaşır. Bu tutum aynı zamanda Turancıların solculara sataşma ve saldırılarına göz yumma politikasıyla da tamamlanır.

Attilâ İlhan, o yılları anlattığı “O Karanlıkta Biz” romanında bu durumu Galip Çakır’ın ağzından verir: “-… bak, harici karartma kaldırıldı, lâkin dahili karartma, bütün dehşet ve şiddetiyle sürüyor: polisle Turancılar arasında sıkıştık kaldık.” (Bilgi Yayınevi, Ankara, 1988, s.182)

Reha Oğuz, 1942 baharında yeniden çıkmaya başlayan “Bozkurt” dergisinde savundukları ideolojinin yalın bir tanımını verir: “İdeolojimiz Bozkurt Türkçülüğüdür. Bozkurtçular, Türk ırkının ve Türk milletinin, her ırktan ve her milletten üstün olduğuna inanır. Bu üstünlüğün karşılığı Türk kanıdır.” (age., s.389)

Reha Oğuz’un yaptığı Turancı tanımı, gerçekte nazizmin Türk versiyonudur.

Bu tanımın yer aldığı sayıda solcu aydınların çıkardığı “Yankı” dergisi, “Moskof mecmuası” olarak ilan edilir.

NİHAL ATSIZ’IN İHBAR ETTİĞİ SOLCULAR

Hasan İzzettin Dinamo, “İkinci Dünya Savaşı’ndan Edebiyat Anıları”nda, Alman ordularının sürekli ilerlediği o günlerde Nihal Atsız’ın tıpkı Hitler gibi perçemini kaşının üzerine düşürüp böbürlenerek dolaştığını yazar. Nihal Atsız; Küllük’te, Degüstasyon’da, Cennet Bahçesi’nde solcu aydınlara caka satmakla kalmaz, Başbakan Şükrü Saraçoğlu’na “Turan” dergisinde yazdığı açık mektupla çıtayı iyice yükseltir. Rıfat Ilgaz, otobiyografik romanı “Karartma Geceleri”nde bu olayı ayrıntılı biçimde anlatır. Roman kahramanlarından Faruk, başkahraman Mustafa’ya Nihal Atsız’ın Başbakan’a yazdığı mektubun önemli bulduğu yerlerini okur:

2. Dünya Savaşı yıllarında Nihal Atsız… Hitler gibi perçemini kaşının üzerine düşürüp
böbürlenerek dolaşır.

“Bir erkek lisesinde Türkçülükle alay ederek arabacı araba olmadığı gibi Türkçü de Türk değil diyen tarih öğretmenleri var… Boy boy dergiler çıkıyor, bu dergiler hep aynı teranelerle ahlak, vatan ve şeref duygusuna, millet hakikatına saldırıyor. Taassupla mücadele ediyormuş gibi göstererek mukaddesatla eğleniyor. Bu dergiler biri kapatılınca aynı imzalarla bir başkası çıkıyor. Bu işsiz güçsüz serseriler parayı nerden buluyor?”

“Bu hürriyeti boğmaya çalışanların kimler olduğunu, bizi başkalarına köle etmek istedikleri halde mühim mevkileri işgal edenlerin listesini, Türkçülükle eğlenen, Türk geldiğine pişman olan öğretmenlerin kimler olduğunu söyleyebilir, daha birçok karanlık noktaların aydınlanmasına yardım edebilirim… Sözü çok uzatmadan Millȋ Eğitim Bakanlığı’daki solculardan söz açmakla iktifa edeceğim.” (Çınar Yayınları, İstanbul, 21. Baskı, 2009, s.156-57)

Nihal Atsız, Sabahattin Ali başta olmak üzere Başbakan Saraçoğlu’na bir solcular listesi sunar. Bu açık ihbardan sonra Sabahattin Ali, Nihal Atsız hakkında dava açar. 1944 yılının 12 Mayıs tarihli gazetelerinde bu dava bütün ayrıntılarıyla yer alır. Sabahattin Ali’nin Nihal Atsız’la ilgili demeci şöyledir: “Her yazısında muhakkak surette memlekette mevki ve şöhret olmuş kimselere tecavüzü itiyad edindiği ve bunu bir şöhret vesilesi saydığını bildiğim suçluya kendi üslubu ile cevap vererek arzusuna hizmet etmeye ne vaktim ne de vaziyetim müsaittir… Suçlu, herkese hakareti itiyad edinmiş biridir. Bu cüreti günden güne artarak devam edip gitmektedir.” (age., s.187)

Sabahattin Ali’yi “vatan hainliği” ile suçlayan Nihal Atsız’ın ileri sürdüğü savlar mahkemece dayanaksız bulunmuş, Nihal Atsız TCK’nın 482. maddesine göre cezalandırılmış, cezası da tecil edilmiştir.

Cezanın tecil edilmesi bile Turancılar için yeterli olmuş, “Yaşasın Türk yargıçları!” nidaları ile Başbakanlık’a yürümüşler, burada polislerin müdahalesinden sonra dağılmak zorunda kalmışlardır.

TURANCILARLA İLGİLİ ŞAŞIRTICI HABERLER

1944 yılının 19 Mayıs tarihli gazetelerinde yer alan bir haber Türkiye’nin savaşan taraflardan hangisinin yanında yer alacağının işaretini de vermektedir. Bu haber şöyledir: “Türkiye Büyük Millet Meclisi, hükümetin Almanya’ya veya mihver devletlerine krom ihracının durdurulması hakkındaki kararını tasvip etti.”

Bu haberin verildiği gazetelerde Turancılarla ilgili şaşırtıcı haberler de bulunmaktadır.

“Son günlerde hükümetçe kapatılan Orhun mecmuasının sahibi Nihal Atsız ile Konservatuvar öğretmenlerinden Sabahattin Ali’nin Ankara’da görülen mahkemesinde Nihal Atsız lehinde yapılan taşkınlıklar dolayısıyla nezaret altına alınmaları zorunlu olan bazı kimseler nezdinde çıkan evrakın verdiği şüphe üzerine, Reha Oğuz Türkkan ve Zeki Velidȋ ile Doktor Ferit Cansever’in İstanbul’da bulunan evlerinde ve daha bazı yakın arkadaşları nezdinde İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı’nca aramalar yapılmış ve elde edilen vesikalar tetkik edilmiştir.”

Anadolu Ajansı’nın geçtiği bu haberin devamında ırkçılık ve Turancılık amacı güden bütün derneklerin kapatıldığı; Fethi Tevetoğlu, Türkeş, Barıman, Hamza Sadi, Orhan Şaik’in tutuklandığı bildirilmektedir.

Aynı gün Ankara’da 19 Mayıs Stadyumu’da konuşan Millȋ Şef İnönü ise bu döneme her iki taraf açısından son noktayı koyar:

“Sağcılık da, Turancılık da, ırkçılık da suçtur. Tıpkı solculuk gibi.”

KARARTILAN GECE DEĞİL GELECEK

Yazımı, Deniz Yıldırım’ın “Karatma Geceleri” başlıklı yazısında yer alan, o günlerin yaşanmışlıklarını günümüze bağlayan paragrafıyla bitirmek isterim:“Her devirde karartma, hakikate, bilgiye, eleştiriye ve fikirlere karşıdır. Türkiye’nin aydınlanma birikimine son darbelerin vurulması ve karartma gecelerinin düşünce yaşamımızın baş meselesi haline gelmesi de sembolü ampül olan bir partinin egemenliğinde gerçekleşiyor bugün. O yüzde aydınlatma, somut olarak ışıkla ilgili olmadığı gibi; karartma da perdeleri sıkı sıkıya çekmekle, geceleri ışıkları kapatmakla ilişkili değildir. Bugün karartma, gecelerle sınırlı değildir çünkü. Karartılan, gündüzüyle gecesiyle gelecektir.” (Cumhuriyet, 25 Ocak 2020).