Dava, derin dava!

Devrim, bir önceki dönemin hukukunun reddine dayanır. Dolayısıyla yıkılan bir önceki dönemin hukukuna dayalı olarak bir sonraki dönemin kararlarına karşı bir hüküm oluşturulamaz. Bir Cumhuriyet kurumu olan Danıştay yetkisiz olduğu bir alanda karar vermiştir. Cumhuriyet’in devrim yasalarına karşı karar alınmıştır. Fiili olarak uyguluyorlar ama meşruluk bakımından yok hükmündedir

SİMA TERZEK

Artık dünya koca bir köy, kimse kimseden öte yaşayamaz deniliyor ya tam da öyle. Hele dış politikada mütekabiliyet (karşılıklılık) esaslarına maruz kalmaktan kaçış yoktur. İçte bile dış dengeler gözetilmeksizin her adım atılamamaktadır. İşte bu çıbanbaşlarından birisi de Ayasofya’dır.

Nitekim seçim meydanlarındaki provokatif talepler karşısında atılan nutuklarda bu çekincelerin izlerini görmekteydik. Mantıki izahatlar yapılıyordu. Hele önce siz, şu yan tarafta boş duran ibadethaneleri doldurun, deniliyordu. Bundan güzel bir karşı koyuş da olamazdı.

Öyleyse şimdiki ne?

Dava derin dava!

Hukuk darbesi yapılmıştır. Bu darbe, üçlü bir sacayağı içerisinde çözümlenmesi gereken bir atraksiyondur. Çözümlemeyi Osmanlı-Cumhuriyet ve hukuk yetkesi bakımından yapma zorunluluğu vardır. Yapılanın esası iç dengeler bakımından tam bir cepheleşmedir. Bu, karşı devrimin finaline atılan bir pastır. Rövanşist duygular Cumhuriyet gerçekliğine karşı galebe çalmıştır.

Ayasofya’nın tarihini biliyoruz. İdari sahiplik açısından Bizans-Roma İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti üçgeni oluşmuştur.

İstanbul fethedilmiştir ve fetheden iradenin (Osmanlı) hukukuyla Ortodoks Hıristiyan katedraliyken camiye çevrilmiştir. Fethedenler yıkıldıktan bir 10 yıl sonraya kadar da öyle kalmıştır. Diyelim ki fethin gücü, erkini özünden alan bir başka tasarruf şekline de yönelebilirdi. Osmanlı yıkılmıştır ve Cumhuriyet kurulmuştur. Kurucu güç olan Cumhuriyet yine erkini özünden alma iradesiyle rejimin meşrebine yaraşır şekilde Ayasofya’yı müzeye çevirmiştir. 100 yıldır (1920-2020) gelip giden hiçbir hükümet, kurucu gücün tasarruflarına karşı bir adım atmamıştır. Kurucu gücün edimlerinin ancak yine bir kurucu güçle lağvedilebileceğini biliyorlardı. Tıpkı anayasaların da tekçi bir iradeye dayanan salt çoğunlukla oluşturulamayacağını bildikleri gibi.

Kurucu güce karşı alınan, meşruluğu olmayan tekil tavırlar siyasi tavır sınıflamasına girer. Toplu tavırları ise kalkışma olarak nitelendiririz. Nitekim kurucu gücün iradesinin yekten yıkılması göğüslenemeyecek olmalı ki bu iş Danıştay’ın üzerine yıkılmıştır. Oysaki bakanlar kurulu kararının yine bir bakanlar kurulu kararıyla kaldırılacağı bilinir. Değil işte, karşıda bir kurucu güç kararı var. Olup biten buna karşı alınan siyasi karara bir meşruiyet arayışıdır. Ortada kurucu güç ya da devrim misali bir ulusal birlik olmadığına göre “yetkisiz” hukuk “yetke”sinden güç alınmıştır.

Bir devrimle kurulan Cumhuriyet’in kurucusu Atatürk’ün imzasının bulunduğu kararname, Danıştay kararıyla iptal edilmiştir. Analitikçi olmayan bir bakışla ne var bunda, hukukun gereği bir mahkeme karar almış, diyebilirsiniz. Değil işte!

Önce Danıştay’ın gerekçeli kararından bir değinmeyi alalım:

“Vakıf senedindeki cami vasfı dışında kullanımının ve başka bir amaca özgülenmesinin hukuken mümkün olmadığı sonucuna varılmıştır. Kadimden beri korunan vakfa ait taşınmaz ve hakların, istifadesine bırakıldığı toplum tarafından kullanılmasına engel olunamaz.”

Cumhuriyet bir devrimle kurulmuştur. Devrim, bir önceki dönemin hukukunun reddine dayanır. Dolayısıyla yıkılan bir önceki dönemin hukukuna dayalı olarak bir sonraki dönemin kararlarına karşı bir hüküm oluşturulamaz. Kaldı ki bir Cumhuriyet Kurumu olan Danıştay eski dönemin meri (geçerli) olmayan yasalarını üstün tutarak olmayan bir şey üzerinde karar kılamaz. Danıştay yetkisiz olduğu bir alanda karar vermiştir. Hem şeklen hem usulen. Cumhuriyet’in devrim yasalarına karşı karar alınmıştır. Fiili olarak uyguluyorlar ama meşruluk bakımından yok hükmündedir. Şöyle ki:

Öncelikle bir davanın usulüne ve süresine uygun açılıp açılmadığına bakılır. Bunlar tam olduğunda bir dava görülür. Usule ve süreye uyulmamıştır. 86 yıl önce alınmış kararın dinlemesi olamaz. Mahkeme ta baştan reddetmeliydi. Edemez çünkü emirle hareket etmektedir. Üstelik meşruluğu meçhul olan bu davacı taraf daha önceleri defalarca aynı yünde gerek idari gerek adli başvurularda bulunmuş. Hem şimdiki hükümetçe hem de mahkemece reddedilmiş. Sıkı duralım bu son kararı daha önceki başvuruları reddeden Danıştay 10. Dairesi veriyor. Neresinden baksanız aşağıdan yukarıya; bu yandan öbür yana güdümlü, hukuksuz siyasi bir karar olduğunu görüyorsunuz.

Tam da bu noktada özel hukuka dayalı miras hukukunun sürekliliği ve kutsallığı var, denilecek olursa, olmaz efendim! Osmanlıda devlet bir mülktür ve bütünüyle padişahındır. Birisi çıkıp da padişah benim dedemdi, verin bana ülkenin tapusunu, derse verecek misiniz? Buradaki olay özel hukukun konusu olan miras davası değil, devletin siyasi yapısı gereği oluşturulan eskiye dayalı idari tasarrufun var olup olmadığı davasıdır. Osmanlı’nın siyasi yapısı lağvedilmiştir ve idari tasarrufları da ortadan kalkmıştır. Dolayısıyla mülk, vatan olmuştur; vatan da tüm yurttaşlarındır. Bireysel miraslara konu olamaz.

Sözde davacı olarak dava açan vakfın basında çıkan haberlere göre tüzel kişiliği de ortada yok. Oldu ki var! Peki, Fatih Sultan Mehmet’in vakfettiği mülklerden birisi de Siwiss Otel yeridir. Bu mirasçılar ona karşı neden bir hüküm kurdurma yönüne gidemiyorlar? Demek ki ortada bir yokluk durumu söz konusudur.

Muhalefet de tümüyle yok hükmündedir. Bu karşı devrim alanına yani Cumhuriyet’i toptan lağvetme alanına atılan bir pastı. Karşı konuş daha doğrusu koyamayış da ölçülmektedir. Hiç kuşkusuz ki bu Cumhuriyet kurucusu olan CHP’nin ikiyüzlülüğü eşliğinde lağvedilecektir.

Bu lağvedilişi de nerden çıkartıyorsunuz diyenlere “Şaşarım aklı perişanına be ahmak!” derim. Bu kararla laik Cumhuriyet yasaları yerine Osmanlı yasaları konulmuştur. Bu bir kalkışmadır. Bu bir karşı devrim hareketidir. Bu bir lağvedilme durumudur. Buna dayanılarak aynı esas ve usulde neden başka bir karar alınmasın ki alınacağını göreceğiz de.

Cumhuriyetin ilanının da aynı usul dâhilinde bir Danıştay kararıyla iptaline kalkışılmayacağına dair kimse güvence veremez