İş ağır, yemekler kötü, Fıçı Kaptan her zaman sarhoş

Korktukları kadar uzun sürmez. Zaten kaptan, kamarasından çıkmış bunlara doğru gelmektedir. Lostromo, elinde tabancayla kaptanı savunmaya hazırlanmaktadır. Durum tehlikelidir… Kaptan, aşçıya kilerdeki yarım koyunun derhal tayfalara verilmesini söyler.       

 

HİDAYET KARAKUŞ          

             Ansızın içimde bir deniz ürperdi,

           Kuşkunun ilmiğinden geçti umut,

           Ey şehir çığlıkları gerdin.

           Başucunda kara bulut.

 

           Akşamda, kesti şarkıyı kıyı

           Geçmiş yıllardan neler anlattı, neler,

           Banklarda işlek bir mırıltıyı

           Kışkırtıyordu yumşak gölgeler.

 

          Dolanarak gündüz bir adak ağacına,

          Dalgalar talih diler,

          Gece rıhtımın altın zincirine

          Asılıdır altın gemiler.

 

          Ama ağır sancılar taşıyor kıyımız,

          Yamaçlarda kadınlar, yangınında derin ahların,

          Tepelerimizde eziliyor yorgun toprağımız

          Altında nükleer silahların.

          (Azer YARAN, Karadeniz Şarkıları’ndan)  

Bu güzel şiir, 2005 yılında aramızdan ayrılan Azer Yaran’ın şiiridir sevgili okurlar. 1949’da Fatsa’nın Korucuk köyünde doğan Azer YARAN, 1972’de DTCF Rus Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirmiş, 1970’te sınavı kazanarak TRT’ye bas ses olarak girmiş, çoksesli TRT korosunda şarkı söylemiştir. 1974’te muhabirliğe geçmiş, dış yayınlar muhabiri olarak çalışmıştır. 1982’de memuriyetten ayrılan Azer Yaran’ın Mayıs, Burada Günışığı Türk, Deniz ve Ten ile toplu şiirlerini içeren Giz Menekşesi adlı şiir kitaplarından başka çok sayıda çevirisi vardır. Onu bu güzel şiiriyle anıyorum. 

Fıçı lakaplı kaptan ile genç ateşçinin öyküsü

Bugün Türk öykücülüğünün temel taşlarından Sabahattin Ali’nin Bir Gemici Hikayesi’yle Şap Denizi’ndeki bir öyküye gidiyoruz.

Sabahattin Ali

Bu genç bir ateşçinin öyküsüdür.

On dört yaşından on sekiz yaşına değin serseri bir yaşam süren genç ateşçi, babasının yürek bungunluğuyla ölüvermesinden sonra gerçekle karşılaşır. Babası, yüzbaşıyken emekli olmuştur. Ondan kalan aylık anasıyla kız kardeşine bile yetmemektedir.

Kekemeliği yüzünden dördüncü sınıfa kadar okuyabilen genç ateşçi, deniz kıyısında yaşadıkları için Şap Denizi’nde çalışan bir gemiye girer.

Bir aya yakın zamandır çalıştığı bu gemi, gemi değil bir cehennemdir. Altmış yıl önce İtalya’da yapılmış, kocaman, dört direkli, yelkenli, tek kazanlı bir gemidir. Çok el değiştirmiştir. Şimdiki sahibi İstanbullu bir Yahudi’dir.

Yelkenler kullanılamaz durumdadır. Direklerden bile korkulur. Timsah ölüsüne benzeyen bu gemiyi yürütebilmek için kazan patlayacakmışçasına yakılmaktadır. Yalnız bu da değildir: İş ağır, yemekler kötü, Fıçı Kaptan her zaman sarhoştur.

Kaptanın vaktiyle çalıştığı gemilerden birinde kamarasında fitilli bir barut fıçısı dururmuş. İsyan etmeye yeltenen tayfaları ağzında her zaman yanık olan sigarasıyla fıçıya yaklaşarak “Yanıma yaklaşırsanız hep beraber uçarız” diye korkuturmuş. Bir gün tayfalardan biri fıçının musluğu arkada şarap fıçısı olduğunu anlayınca adı Fıçı Kaptan’a çıkmış. 

Şap Denizi’nde dolaşan gemilerin ateşçilerine kazanların önü güverteden daha serin gelir…

Gemideki tayfaların hiçbiri okuma yazma bilmez. O nedenle genç ateşçinin baş ucundaki birkaç kitap ona ayrıcalıklı bir yer sağlar. Güçlüdür; siyah yüzü, ter damlayan pazuları ona bir yontu heybeti kazandırır.

Öteki tayfalar gibi kaçakçılık yapar; Rusya’ya ruble, Mısır’a esrar götürerek kazandığı paraların birazını anasına gönderdikten sonra kalanını İskenderiye’de Habeş, İstanbul’da Rum, Sivastopol’da Rus kadınlarına yedirir.

Kendisine vardiyayı devreden dev gibi iri bir ateşçi, ne yemeği olduğunu sorar.

“Bakla.”

Neredeyse her gün bakla yemektedir tayfalar. Tatsız, tuzsuz, sade suya bakla.

İri yarı ateşçi, söverek ayrılır kazanın önünden.

Genç ateşçiyi kekemeliği biraz içe dönük yapmıştır. İnsanları sıkmadan bir şey anlatamaz.  O da konuşmaktansa konuşmamayı yeğler çoğu kez.

Kazanın karşısında eriyip akacakmışçasına terler. Beş dakikada bir terden sırılsıklam olan gömleğini çıkarıp suyunu sıkar, yeniden geçirir sırtına.

Genç ateşçi, geleceği düşünür belki de ilk kez. Gerçekte bu işte çalışanların ömrü uzun olmaz. Bu öyle bir iştir ki en sağlam adam birkaç yıl dayanır. Bundan sonra makine yağcılığına, vinççiliğe, dahası hamallığa kadar geçmek, hasta çürük bedenini birkaç gün daha yaşamak için sürükleyip duracaktır.

İnsanın yazgısını tesadüflerin çizdiğine inanırdı genç ateşçi. Tesadüf düşüncesi gizli bir güç gibiydi.

Onun sırtına giyeceği yoktu ama mal sahibi isterse seksen kat giyit alabilirdi. Üstelik mal sahibi tayfalara ayda yirmişer lira verse onların da birer kat giyitleri, çamaşırları olur; mal sahibine de bu hiç dokunmazdı. 

Böyle bir gerçek, rastlantı olamazdı…

O gün, Şap Denizi’nin sıcak rüzgârıyla oradan oraya savrulmamak için güvertede tutunmaya çalışırken kaptanın açık kapısından et kokusu burnuna gelir.

O an düşünmeye, içinden de konuşmaya başlar:

“O neden et yiyor; o sarhoş?”

“Çünkü o, kaptan.”

“Fakat o, bir öküzden daha budaladır.”

“Fakat o, senden okumuştur.”

“Beni de okutsalar ben de okurdum.”

“Ne yapalım, senin baban çabuk öldü, senin diline baktırılmadı ve sen okuyamadın.  Tesadüfün cilvesi bu…”

Birden elindeki küreği, süngüyü bir tarafa atar, merdivenleri tırmanmaya başlar. Başaltında türkü söyleyen tayfalar, onu öyle görünce kaza falan oldu sanarak korkarlar ama o, bağırır:

“Hadi be ne duruyorsunuz, gidip kaptana et isteyeceğiz. Vermezse zorla alacağız. Kuru baklayla ateş yakamayız biz!..”

Tayfalar cıgaralarını söndürüp arkasından yürürler. İri yarı ateşçi hâlâ söylenmektedir. Bazıları aşçıyla lostromonun kaptanın adamı olduğunu düşünerek ellerine silah almıştır.

Gemi müthiş sallanmakta, o yakıcı rüzgâr tayfaların derilerini pul pul etmektedir.

İş, korktukları kadar uzun olmaz. Zaten kaptan, kamarasından çıkmış bunlara doğru gelmektedir. Lostromo, elinde tabancayla kaptanı savunmaya hazırlanmaktadır. Durum tehlikelidir. Kaptan, aşçıya kilerdeki yarım koyunun derhal tayfalara verilmesini söyler.

Yarım koyunu alırlar ama acele yaptıkları pirzolayı sıcaktan yiyemezler; denize atarlar.

Kaptan, genç ateşçiyi Port Sait’te, ötekileri İstanbul’da vapurdan atar.

Fakat tayfalar yine de “Kuru baklayla ateş yakılmaz” demeyi,  kaptanın yarım kalan koyununu almayı öğrenmişlerdir.

PAYLAŞMAK İÇİN