Hz. Yusuf nasıl firavun oldu?

Ayetleri yeniden, farklı bir gözle ve sınıfsal bakış açısıyla okuduğumuzda serüvenin hiç de bize anlatıldığı / ezberletildiği şekliyle gelişmediği inancına ulaşmaktayız

 

KÖKSAL ÇİFTÇİ

 

Hz. Yusuf:  “Allah beni, Firavun’a baba ve bütün evine efendi ve bütün Mısır diyarına hükümdar kıldı.”[1]

 

Giriş

Kur’an ve İslam kaynaklarındaki Yusuf öyküsüyle Tevrat’taki Yusuf öyküsü büyük oranda birbiriyle örtüşür. Bu incelemede ilk kaynak olması nedeniyle, ağırlıklı olarak Tevrat’ı esas alacağız ve babası Hz. Yakup’un, Hz. Yusuf’u Mısır’a sermaye biriktirme tutkusu ve egemen sınıf olma tercihi ile gönderdiği fikrini işleyeceğiz.

Kıskanç kardeşler Yusuf’u kuyuya atar

Kuyuya atılmış Yusuf

Asıl konuya geçmeden öyküyü, bize anlatıldığı şekliyle özetleyelim:

Yusuf’un babasının adı Yakup’tur. Yakup, ikiz kardeşi Esav (Iys)’dan korkup Midyan’a dayısının yanına taşınır. Dayısı onu büyük kızı Lea ile evlendirir. Fakat o asıl küçük dayı kızı Rahel’i istemektedir. Bunun gerçekleşmesi için dayısı ondan 7 yıl daha kendisine hizmet etmesini ister, o da bu isteği yerine getirir, 7 yıl sonra dileğine kavuşur. Yakup’un ilk eşi Lea’dan ve Lea’nın ona sunduğu cariyelerinden 11 oğlu olur. İkinci eşinden de yaşlı döneminde Yusuf ve Bünyamin doğar. Yusuf’un, Bünyamin dahil diğer kardeşleri koyun çobanı olurlar. Yakup, gözdesi küçük oğlunu yalnız başına açık araziye, hayvan otlatmaya göndermez. Dizinin dibinde tutar, tarımla uğraşmasını sağlar. Ağabeyler bu özel muameleden dolayı küçük Yusuf’u kıskanır, aralarında konuşup onu yok etme kararı alırlar.

Bir gün ağabeyler baba Yakup’a gelip:

“Kardeşimiz Yusuf bugün bizimle gelsin.” derler.

Tedirgin olan Yakup önce istemez, ısrarlar sonucu razı olur.

Ağabeyler Yusuf’u alıp kırlara açılırlar.

Belli bir süre sonra ağabeylerden biri elinde Yusuf’un kanlı alaca gömleğiyle koşar gelir ve ağlayarak babasına “Yusuf’u kurt parçaladı!” haberini verir. Baba yıkılmıştır.

Oysa kıskanç ağabeyler bir koyun keserek kanını gömleğine bulaştırmışlar, Yusuf’u da geçici olarak suyu çekilmiş bir kuyuya atmışlardır.

Baba Yakup, oğlunun kanlı gömleğine sarılıp ağlamaktan zaman içinde gözlerini kaybedecektir.

Öte yandan ağabeyler oradan geçmekte olan Mısır kervanını görür, para kazanma dürtüsüyle Yusuf’u onlara köle olarak satarlar. Tüccarlar, Yusuf’u daha yüksek fiyata satma niyetiyle Mısır’a götürürler.

Yusuf Mısır zindanlarında

Mısır’da muhafızların komutanı Potifar, eşine hizmetçi olsun diye Yusuf’u tüccarlardan satın alır. Çok yakışıklı olduğu için komutanın eşi (Züleyha) evde ona sevgili olma teklifinde bulunur. Yusuf, peygamber oğlu olduğu için buna yanaşmaz. İntikam duygusuna kapılan kadın Yusuf’a iftira atarak zindana gönderilmesine neden olur.

Zindanda Firavun Sarayı’na mensup iki hücre arkadaşı vardır ve Yusuf’un rüya yorumlamasına hayrandırlar. Arkadaşlarından biri idam edilirken, diğeri özgür kalıp eski işine, saray sakiliğine geri döner. O günlerde Firavun bir rüya görür ve yorumlanmasını ister. Hiçbir Mısırlı kahin rüyayı hakkıyla yorumlayamaz. Sonra saki Yusuf’u anımsar ve firavuna önerir. Firavun da asker göndererek Yusuf’u huzuruna getirtip rüyasını yorumlamasını ister.

Mısır zindanlarında Yusuf, düş yoruculuğu yapıyor

Yusuf rüyayı şöyle yorumlar:

“Ülkenizde önce yedi yıl bolluk, sonra yedi yıl kıtlık olacak!”

Firavun bunun üzerine Yusuf’u kendisinden sonraki en büyük yetkili yapar, ülke yönetimini koşulsuz emrine verir. Yusuf bu olağanüstü yüksek yetkiyle bolluk yıllarında olabildiğince çok tahıl yetiştirir, stoklar. İkinci yedi yıl kıtlık başladığında ise stoklattığı tahılı hem ülke içinde hem de komşu ülkelerde açlık çekmeye başlayan insanlara yüksek fiyattan satmaya, firavun hazinesini altın ve gümüşle doldurmaya başlar.

Kör olmuş babası Yakup ve 12 ağabeyi de Midyan’da kuraklıktan etkilenir. Mısır’da tahıl olduğu haberini alırlar, baba oğullarını Mısır’a tahıl almaya gönderir. Ağabeyler büyüyüp Firavun temsilcisi olmuş Yusuf’u tanıyamazlar. Yusuf onları hemen tanır, fakat kimliğini açık etmez.

Oğlu Yusuf’un acısından kör olan baba, Hz. Yakup

İstediklerini alıp dönüş yoluna çıktıklarında Firavun askerleri önlerini keser, arama yapar, buğday çuvalarının birinde saraya ait bir altın tas bulur. Bunu gizlice Yusuf koymuştur. Ağabeylerinin gitmesini engellemez, fakat aynı anneden olma küçük kardeşi Bünyamin’i rehin olarak alıkoyar. Ağabeyler geri dönüp durumu babalarına anlatır. Baba kendisine ulaşan eşyalardan Yusuf’un kokusunu alır, oğlunun yaşadığını anlar.

Yusuf ağabeylerine, geri gelirken babalarını da getirmelerini söyler.

Böylece Yakup ve kendisiyle birlikte olan tüm İsrail kabilesi (70 kişi) Mısır’a taşınır, köle sahibi efendiler olur, zenginlik içinde yaşamaya başlarlar.

Bir cümleyle özetlersek:

Gariban, masum Yusuf, kötü niyetli ve kıskanç ağabeylerin hışmına uğramış, canına kastedilmiş, vatanından uzaklaştırılmıştır. Fakat bu iyi niyetli genç kin gütmemiş, içi fesat kardeşlerini affetmiş; dahası onları yanına alarak refah içinde yaşamalarını sağlamıştır.

Peki işin aslı öyle midir?

Tevrat’taki Yusuf öyküsü

Ayetleri yeniden, farklı bir gözle ve sınıfsal bakış açısıyla okuduğumuzda serüvenin hiç de bize anlatıldığı / ezberletildiği şekliyle gelişmediği inancına ulaşmaktayız.

Şöyle:

Görülen o ki hem baba Yakup, hem de Yusuf, dedeleri İbrahim gibi hayvan peşinde dolaşmak, kazancını ihtiyaç içindekilerle paylaşmak, azla yetinmek demek olan köylü yaşamından kurtulup döneminin efsane sermaye merkezi Mısır’a gitmek ve Firavunlar gibi zenginlik içinde yaşamak özlemi içindeydiler.

İzleyelim, öyle midir, görelim:

Baba Yakup’un peygamber oluşu öyküsüyle başlayalım işe.

Yusuf’un dedesi İbrahim, saygın ve kişilikli bir kölesini oğlu İshak’a eş bulması için görevlendirir. Köle, develer ve hediyelerle İbrahim’in kardeşinin yaşadığı Mezopotamya’daki şehre gider ve onun kızı Rebeka’yı alır, gelir. Köye gelin gelen kız, kent elit yaşamının özlemi içindedir. 60 yaşındaki kocasına geç de olsa Esav ve Yakup adında iki oğul verir. Esav “her tarafı cübbe gibi kıllı”, Yakup ise normaldır. Oğlanlar ikizdir ama Esav Yakup’tan dakika farkıyla da olsa önce doğmuştur. Bu, gelenekler gereği peygemberlik hakkının Esav’a ait olduğu anlamını taşır.

Ne var ki çocuklar büyüyüp delikanlılığa adım attığında Esav avcılığı ve çobanlığı, Yakup ise kentliler gibi çadırlarda oturmayı, köle çalıştırarak tarımla uğraşmayı ve tarımsal ticareti seçer. Baba, geleneği uygulayarak yerine büyük oğlu Esav’ı geçirmek niyetindedir. Köye gelen gelin ve anne Rebeka ise oğlu Yakup peygamber olsun istemektedir. Çünkü anne kendisini unutamadığı kent yaşamına ancak bu oğulun döndürebieceği bilinci içindedir.

Baba İshak iyice yaşlanınca görme yeteneğini yitirir, ölme vaktinin yaklaştığını anlar. Büyük oğlu Esav’ı yanına çağırır ve şöyle der:

“İşte şimdi kocadım; öleceğim günü bilmiyorum. Ve şimdi silahlarını, ok kılıfını ve yayını al, ve kıra çıkıp benim için av avla; ve benim için sevdiğim gibi lezzetli yemek yap, ve bana getir de yiyeyim; ta ki, ben ölmeden önce canım seni mübarek kılsın.”[2]

Dede Yakup peygamberliği hile ile alıyor

Esav av için kırlara açılmışken telaşa kapılan anne Rebeka Yakup’u çağırır ve peygamberliği kardeşinden çalması için ondan şunları yapmasını ister:

“Ve şimdi oğlum, sana emrettiğime göre sözümü dinle. Şimdi sürüye git, ve oradan bana keçilerden iki iyi oğlak al; ve onları baban için sevdiği gibi lezzetli yemek yapacağım; ve yemesi için babana götüreceksin, ta ki, o, ölümünden önce seni mübarek kılsın.”[3]

Yakup annesine, kardeşinin bedeninin kıllı, kendisinin ise kılsız olduğunu, bu nedenle babanın sahtekarlığı anlayacağını, kendisini lanetleyeceğini söyler. Anne Rebeka ise sorunu, keçinin derisini oğluna giydirerek çözer.

Oğlak postuna bürünmüş Yakup annesinin pişirdiği yahniyi babasına kardeşi Esav’mış gibi sunar. Kuşkulanan baba, Yakup’a şöyle der:

“Yaklaş, rica ederim, sen gerçekten oğlum Esav mısın, yoksa değil misin diye sana el süreyim. Ve Yakup babası İshak’a yaklaştı; ve ona el sürüp dedi: Ses Yakup’un sesi, fakat eller Esav’ın elleri. Ve onu farketmedi, çünkü elleri kardeşi Esav’ın elleri gibi kıllı idiler; ve onu mübarek kıldı.”[4]

Avdan dönen Esav peygamberlik hakkını çalan kardeşine öfke kusar ve onu öldüreceğini söyleyerek aramaya başlar. Bunu duyan anne Rebeka Yakup’u yanına çağırır ve şunları söyler:

“Ve şimdi, oğlum, sözümü dinle, ve kalk Haran’a kardeşim Laban’ın yanına kaç, ve onun yanında, kardeşinin öfkesi geçinciye kadar, kardeşinin gazabı senden dönünceye, ve kendisine yaptığın şeyi unutuncaya kadar, bir müddet otur.”[5]

Rebeka bununla da yetinmez. Peygamberlikteki egemen, köleci sınıf lehine başlattığı değişiklik girişimini pekiştirmek amacıyla görme yeteneğini yitirip aciz kalmış kocasını sıkıştırmaya başlar ve ona kendini şu sözlerle acındırır:

“Het kızları yüzünden hayatımdan bıktım; eğer Yakup bunlar gibi, Het kızlarından, memleketin kızlarından, kadın alırsa, ne diye yaşayayım?”[6]

Rebeka’nın Het kızlarından kastı, anlaşılacağı gibi emekçi köylü kızlarıdır.

Çaresiz kalmış İshak, oğlu Yakup’u yanına çağırır ve Rebeka’nın isteği doğrultusunda ona şu öğüdü verir:

“Kenan kızlarından kadın almıyacaksın. Kalk, Paddan-Aram’a, ananın babası Betel’in evine git; ve oradan ananın kardeşi Laban’nın kızlarından kendine kadın al.”[7]

Yakup kentli hilekar dayısının yanında

Yakup kendi yakınlarını alıp kaçarak Haran’a, dayısının yanına varır.

Dayısının iki kızı vardır. Görme sorunu yaşayan ve emekçi özellikler taşıyan büyük kızının adı Lea, güzel, endamlı ve hoş bakışlı egemen sınıf özellikleri taşıyan küçük kızının adı da Rahel’dir. Yakup, babasının öğüdü ve özellikle de annesinin tembihi doğrultusunda dayısına, kent özellikleri taşıyan küçük kızına talip olduğunu söyler. Dayı, yedi yıl kendisine ücretsiz çalışırsa kızını vereceği sözünü verir. Yakup tereddüt etmeden çalışmaya başlar ve yedi yılın bitiminde dayısı onu bir gece vakti kızıyla gerdeğe sokar.

Ne var ki dayı, bir kentli kurnazlığıyla Yakup’un yatağına büyük kızı Lea’yı sokmuştur. Sabah olunca hileyi anlayan Yakup, dayısına çıkışır ve küçük kızdan, Rahel’den vazgeçmediğini söyler. Dayı bunun için de ondan bir yedi yıl çalışmasını ister. Yakup da buna razı olur.

Bu yedi yıllık süre içinde Lea ve onun kocasına sunduğu cariyeler Yakup’a on bir oğul doğurur. Çocuklar, annelerinin eğitimi doğrultusunda emekçi, çoban olarak yetişirler. Bu, sınıf değiştirmiş Yakup için kabul edilir bir durum değildir.

İkinci yedi yılın sonunda Yakup Rahel ile evlenmeyi başarır.

Rahel kısa sürede arka arkaya iki oğul verir Yakup’a. Büyüğünün adını Yusuf, küçüğünün adını da Bünyamin koyarlar.

Çocuklar büyüyünce en küçük olanı, yani Bünyamin, üvey ağabeylerinin yolunu izler. Yusuf ise babaannesi Rebeka, Yakup ve dayı kızı Rahel’in beklentilerini karşılayarak egemen sınıf özellikleri gösterir ve çobanlıktan, kırlardan uzak durarak kentli, köleci-tarımcı, çiftçi olur.

Yakup ve oğulları

Yakup dayısını dolandırarak kaçıyor

Yakup, dayısının yanında kalarak sermayesini artıramayacağını anlar ve oradan ayrılmak için izin ister. Dayısı ona, gelişiyle işlerinin açıldığını, gitmesini istemediğini, kalmasını söyler ve ücretinin ne olduğunu sorar. O da dayısından şu istekte bulunur:

“Bana bir şey vermeyeceksin; eğer bana şunu yaparsan, yine senin sürünü güderim ve beklerim. Bugün bütün senin sürün içinden geçerek her noktalı ve benekli olanı, ve koyunlar arasında her siyah koyunu, ve keçilerde benekli ve siyah noktalı olanları ayıracağım, ve ücretim bu olur.”[8]

Bu teklif, aslında dayıya kurulmuş, bilinen egemen çiftçi tuzağıdır.

Yakup bu antlaşma sayesinde dayısının zenginliğini hatırı sayılır ölçüde üzerine geçirmeyi başaracaktır; şöyle:

“Ve Yakup kendisi için kavak ve badem ve çınar ağaçlarından taze çubuklar aldı; ve üzerlerinden kabuğu soyup çubuklardaki ak rengi meydana çıkararak çizgiler yaptı. Ve kabuğunu soymuş olduğu çubukları sürülerin içmek için geldikleri oluklara, su teknelerine, sürünün önüne koydu. … Ve çubukların önünde sürüler kızışırlardı, ve sürüler çizgili, noktalı ve benekli doğarlardı. … Ve bu adam pek çok büyüdü, ve bir çok sürüleri, ve cariyeleri, ve köleleri, ve develeri, ve eşekleri oldu.”[9]

Yakup, dayısı soyulup soğana çevrildiğini farketmeden, bütün servetiyle oradan ayrılmaya, babasının yanına gitmeye karar verir:

“Ve Yakup kalktı, ve çocukları ile karılarını develere bindirdi; ve bütün davarlarını, topladığı bütün mallarını, Paddan-Aram’da (Harran/kç) toplamış olduğu kazanç davarlarını, Kenan diyarına, babası İshak’ın yanına gitmek üzere sürdü. Ve (dayı, kayınpeder/kç) Laban koyunlarını kırkmaya gitmişti, ve Rahel babasına ait olan (kabilenin koruyucu tanrısı/kç) Terafim’i çaldı. Ve Yakup kaçtığını bildirmemekle Arami Laban’dan gizlice sıvıştı.”[10]

Yakup çalıntı davar, deve ve diğer hayvan sürüleriyle baba ocağına döner.

Peygamberlik hakkını elinden çaldığı mağdur kardeşi Esav, onu 400 kişilik kalabalık bir insan grubuyla karşılar. Öldürülme korkusu içindeki Yakup, onu cömert hediyelerle kandırmaya çalışır. Ne var ki haksızlığa uğramış köylü/çoban Esav kardeşine karşı beslediği kinden çoktan vazgeçmiştir. Kardeşini kucaklar, hasret giderir.

Yakup yanına sığındığı kabile insanlarını keser, soyar

Bu iyi karşılama Yakup’a yetmez. O daha çok servet edinme peşindedir. Bu nedenle oradan Sukkot’a, oradan da Şekem’in toprağına geçer. Kentin lideri Hamor’un oğullarından bir tarla satın alır, çadırını kurar ve yerleşir.

Şekem, Yakup’un kızına aşık olur ve iki sevgili birlikte olur. Bu, Yakup’u ve oğullarını rahatsız eder. Şekem’in babası, iki sevgiliyi birleştirmek için Yakup’a cömert teklifte bulunur. Yakup olumsuz tavrını sürdürür.

Şekem’in halkı Yakup’un nasıl servet düşkünü olduğundan habersizdir. Onları bağırlarına basıp kız alıp vererek akrabalık kurmak ısrarındadırlar. Şekem halkına, dayısına kurduğu düzenin daha ağırını tasarlayan Yakup, yumuşamış rolü yaparak onlara der ki:

“Kardeşlerimizi sünnetli olmayan bir adama vermek, bu şeyi yapamayız, bu bize utanç olur. Ancak bu şartla size razı oluruz; bütün erkekleriniz sünnet edilip bizim gibi olursanız, o zaman kızlarımızı size veririz, ve kızlarınızı kendimize alırız, ve sizinle otururuz ve bir kavm oluruz. Ve eğer bizi dinlemez ve sünnet olmazsanız, kızlarımızı alır gideriz.”[11]

Bunda hiçbir art niyet görmeyen Şekem diyarı erkekleri istenileni yapar, sünnet olurlar. Onlar evlerinde sünnet acısıyla kıvranırken Yakup planın ikinci, ölümcül kısmını uygulamaya sokar; şöyle:

“Ve üçüncü günde vaki oldu ki, onlar sızı çekmekte iken, Yakup’un iki oğlu, Dina’nın kardeşleri Simeon ve Levi, her biri kılıcını alıp korkusuzca şehre girdiler, ve bütün erkekleri öldürdüler. Ve Hamor’u ve oğlu Şekem’i kılıçtan geçirdiler, ve Dina’yı Şekem’in evinden alıp çıktılar.”[12]

Ve nihayet Yakup hedefine ulaşır:

“Onların koyunlarını ve sığırlarını ve eşeklerini, ve şehirde olanı ve kırda olanı aldılar; ve bütün mallarını, ve bütün çocuklarını, ve kadınlarını ele geçirdiler, onları ve evde olan her şeyi yağma ettiler.”[13]

Yakup, Kenan ilinde Yusuf’u bu ahlak üzerine eğitir. Yusuf da babasının beklentilerini fazlasıyla karşılar. İşte bu nedenledir ki Yakup onu, babasının politikasına sıcak bakmayan, hatta açıkça onaylamayan diğer çoban kardeşlerine üstün tutar ve çok sever.[14]

Yusuf, babası Yakup’un izinden gider

Diğer kardeşler dedeleri İbrahim’in “Hanif”[15] inancının takipçiliğini tercih ederken Yusuf, babasının ahlak sınırı tanımayan, daha çok, daha da çok servet edinme hırsını onaylayan tavır sergileyerek onun doymak bilmez özlemlerini geleceğe taşıyacağının sinyallerini vermektedir.

Yusuf 17 yaşına geldiğinde babasının fikirlerini bir üst aşamaya taşıma girişimlerinde bulunur. Kendisi köle çalıştırarak tarımla uğraştığı için, bizzat çobanlık yapan ağabeylerini küçümser ve güya tanrının kendisini onların üstüne kral atadığının rüyalarını gördüğünü söyler:

 

“İşte tarlanın ortasında biz demetler bağlıyorduk, ve işte, benim demetim kalktı ve dikildi, ve işte, sizin demetleriniz etrafını kuşatıp benim demetime iğildiler.”[16]

Kardeşleri haklı olarak Yusuf’un tavrına “Üzerimize kral mı olacaksın?” diyerek tepki gösterirler. Ne var ki Yusuf bunda kararlıdır. Bir rüya daha gördüğünü söyleyerek bardağın taşmasına neden olur:

“İşte, bir rüya daha gördüm; ve işte güneş ve ay ve on bir yıldız bana iğildiler.”[17]

Bu rüyayla Yusuf çıtayı yükseltir, anne ve babasını da kendisine secde etmeye zorlar. Buna ailede herkes tepki verir. Fakat baba oğlunun büyüdükçe daha hırslı servet düşkünü oluşundan memnundur.

Kenan ilinin olanakları sınırlıdır. Yakup’un bu topraklarda kalarak servetini daha fazla çoğaltma olanağı yoktur. Kırsalda ne kadar zengin olunabilirse o kadar zengin olmuştur zaten. Oysa dönemin dünya finans merkezi Mısır’dır ve bu sayede Firavunlar hayal edemeyeceği kadar servet sahibi olabilmektedirler. Özlemi, bir yolunu bulup kapağı Mısır’a atabilmek, Firavun kadar servet sahibi olmaktır. Ne var ki böylesi bir serüveni Yakup’un yaşlı bedeni artık kaldıracak güçte değildir. Ama hayalini gerçekleştirmek için başından beri bu doğrultuda eğittiği Yusuf, gereken kapasiteye sahiptir. O başarırsa, kendisi de başarmış sayılacaktır.

Bunun için baba-oğul, ağabeylerin öldürmek kastıyla kör kuyuya atma tezgahını hazırlarlar. Bilemiyoruz, anlatılanlar gerçek de olabilir. Öyle ya da böyle, sonuçta yaşananlar Yakup’un özleminin hayata geçmesine yaramıştır.

Biz, kutsal kitabı rehber alarak olup biteni aktarmayı sürdürelim.

Zindana atılsa da Yusuf Mısır’da olmaktan memnundur

Mısırlı tüccarların kendisini köle olarak almasından şikayetçi gözükmemektedir Yusuf. Sonuçta, şu veya bu yolla Mısır’a gidebilmenin yolunu bulmuştur. O dönemin tehlikeli yolculukları göz önüne alınacak olursa Yusuf için, köle olarak gitmek, kendi başına gitmekten daha güvenli görünmüş olmalıdır. Tüccarlar saraya yakın kişilerdir ve satılsa bile saray mensubu yüksek sınıf üyesi bir para babasına satılacaktır. Bu da Yusuf için sermayenin kalbine, saraya kapağı atmak anlamına gelmektedir.

Nitekim:

“Ve Yusuf Mısır’a indirildi; Firavun’un bir memuru, muhafız askerler reisi, Mısırlı Potifar, onu oraya indirmiş olan İsmaililerin elinden satın aldı.”[18]

Potifar aslında eli yüzü düzgün Yusuf’u karısına hizmetçi olarak almıştır. Fakat bu yakışıklı hizmetçi kısa sürede babasının ve annesinin aile eğitiminden edindiği köle ve işçi çalıştırarak verimli tarım yapma hususundaki üstün becerisini göstermeye başlayınca Potifar’ın dikkatini çeker, hemen evinin yönetimini ona devreder. Kısa sürede Potifar’ın serveti ikiye katlanır.

Yusuf artık Mısır’da herkesin hünerlerine hayran kaldığı bir kişidir.

Ne var ki Potifar’ın karısı (Züleyha) yakışıklı Yusuf’a göz koyar, onunla sevgili olmak ister. Böyle basit bir pürüzle önünün kesilmesini istemeyen Yusuf, kadını reddeder. Reddedilmeyi yediremeyen Züleyha ona iftira atar ve zindana atılmasına neden olur. Bu, Yusuf için bir sıkıntıdır.

Ne var ki Yusuf babasından, zindanda bile olsa işi lehine çevirecek eğitimi almıştır. Panik olmaz ve çıkış yolu bulabilmek için koşulları gözden geçirir.

Biri saki, biri ekmekçi olmak üzere iki saray görevlisi zindan arkadaşıdır Yusuf’un. Bunlar, Firavun’a ulaşabilmek için Potifar’dan daha elverişlidir aslında. Hünerlerini sergilemeye ve hemen her gün arkadaşlarının rüyalarını yorumlamaya başlar. Saki ve ekmekçi bundan adeta büyülenirler.

Arkadaşlarının ikisi de bir gece rüya görürler ve geleceklerini bildirmesi için Yusuf’a başvururlar. Yusuf bu altın fırsatı kaçırmaz:

“Ve baş saki rüyasını Yusuf’a hikaye edip ona dedi: Rüyamda işte, önümde bir asma, ve asmada üç çubuk vardı; ve tomurcuklanır gibi idi, ve çiçekleri açıp salkımları olgun üzümler verdiler; ve Firavun’un kasesi elimde idi; ve üzümleri alıp onları Firavun’un kasesi içine sıktım, ve kaseyi Firavun’un eline verdim. Ve Yusuf ona dedi: Onun tabiri şudur: Üç çubuk üç gündür; artık üç güne kadar Firavun senin başını yükseltecek, ve yine seni memuriyetine dönrürecek; ve sen onun sakisi bulunduğun vakitte olduğu gibi , evvelki usule göre, Firavun’un kasesini onun eline vereceksin.”[19]

Ekmekçinin rüyasını da yorumlar, üç gün içinde öldürüleceğini söyler.

Yorumladığı gibi olur, ekmekçi idam edilirken saki saraya geri götürülür.

Fakat sakiden iyiliğine karşılık, kendisini Firavun Sarayı’na taşıyacağına inandığı şu önemli ricada bulunur:

“Fakat sana iyilik olduğu (zindandan çıkarılıp Firavun’un yanına götürüldüğün/kç) zaman, beni hatırına getir, rica ederim, bana lütfet, ve beni Firavun’a söyle, ve beni bu evden çıkar.”[20]

Yusuf, zindandan Firavun sarayına…

Yusuf zindandadır ama özlemini çektiği, “dünya finans merkezinin kalbine tırmanma” yolculuğunun da son basamağına gelmiştir.

İki yıllık beklemenin ardından nihayet şans kapısı aralanır:

“Ve iki tam yıl sonunda vaki oldu ki, Firavan bir rüya gördü; ve işte ırmağın yanında duruyordu. Ve işte, ırmaktan bakılışta güzel ve ette semiz yedi inek çıktı, ve sazlar arasında otlanıyorlardı. Ve işte, onlardan sonra, bakılışta çirkin, ve ette cılız başka yedi inek çıktı, ve ırmağın kenarında ineklerin yanında durdular. Ve bakılışta çirkin ve ette cılız inekler bakılışta güzel ve ette semiz yedi ineği yediler. Ve Firavun uyandı. .. Ve vaki oldu ki sabahleyin, onun canı rahatsızdı; ve gönderip Mısır’ın bütün sihirbazlarını, ve bütün hikmetlilerini çağırdı; ve Firavun onlara rüyasını anlattı; fakat onları Firavun’a tabir edebilen bulunmadı.”[21]

Bu sırada Yusuf’un ricada bulunduğu zindan arkadaşı Firavun’a zindanı, Yusuf’u ve rüya yorumundaki şaşmaz başarısını anlatır.

“Ve Firavun gönderip Yusuf’u çağırdı ve onu zindandan çabuk çıkardılar; ve tıraş olup esvabını değiştirdi; ve Firavun’un huzuruna girdi.”[22]

Böylece Yusuf, -biraz eziyet ve risk içeriyor olsa da- babasının özlemi ve kendi hedefi olan dünya finans merkezinin yönetim merkezine üç yıl gibi kısa bir sürenin sonunda ulaşmayı başarır. Bundan sonrası çocuk oyuncağıdır artık. Etkili referansı sayesinde kendisine inanmaya hazır bir Firavun vardır karşısında. Rüyayı yorumlamaya, progamını devreye sokmaya başlar:

“İşte, bütün Mısır diyarında yedi büyük bolluk yılı gelecektir; ve onlardan sonra yedi kıtlık yılı çıkacaktır; ve Mısır diyarında bütün bolluk unutulacaktır; ve diyarı kıtlık telef edecektir.”[23]

İşin aslı şu ki, bunları bilmek için müneccim ya da peygamber olmaya gerek yoktur. Çünkü babası Yusuf’u doğduğundan beri çobanlıktan uzak tutmuş, bu tür tarımsal ve iklimsel bilgileri derinlemesine öğrenecek şekilde yetiştirmiştir. Bir başka deyişle Yusuf, engin birikimiyle, ortada rüya olmasa da gelecek yedi yılda kuraklık ve tarımsal kıtlık olacağını zaten öngörebilmektedir.

Yusuf büyük Firavun’un küçük Firavun’u olur

Büyülenmiş olan Firavun, Yusuf’a hemen rüyalarını gerçekleştirme olanağı verecek olan şu teklifte bulunur:

“Ve Firavun Yusuf’a dedi: Mademki Allah sana bütün bu şeyi bildirdi, senin gibi akıllı ve hikmetli adam yoktur; sen evimin (ülke yönetiminin/kç) üzerinde bulunacaksın, ve bütün kavmım senin emrin üzerine idare olunacaktır; ben yalnız tahtta senden büyük olacağım. Ve Firavun Yusuf’a dedi: Bak, seni bütün Mısır diyarı üzerine koydum.”[24]

Bununla da yetinmez Firavun, parmağındaki Firavunluk Mührü’nü de çıkarır Yusuf’un parmağına takar. Bu, onun artık her yönüyle tam yetkili Firavun olduğunun, para ve finans piyasalarını dilediği gibi yöneteceğinin göstergesidir.

Yusuf, sonunda hedefine ulaşmıştır.

Yusuf’un halletmesi gereken küçük bir pürüz kalmıştır: O da kendisini bu mevkiye hazırlayan, ama başarısından habersiz olan babasının dünya gözüyle eserini ve başarısını görmesini sağlamaktır.

Beklediği fırsatı Yusuf’a kıtlık yıllarının başlaması verir.

Kuraklık her yeri vurur, babasının ve kardeşlerinin yaşadığı Filistin bölgesini de vurur. Herkes gibi Yakup ve oğulları da Mısır’da zahire olduğunu duyarlar. Yakup, oğullarını bir kervanla Mısır’dan buğday satın almaya gönderir. Ağabeyler, Firavun tahtındaki küçük kardeşleri Yusuf’u tanımazlar. O da ağabeylerini tanıdığını belli etmez, bu karşılaşmayı babasını Mısır’a getirmek için fırsata dönüştürmenin yollarını arar.

Şöyle bir plan düşünür ve uygulamaya sokar: Aynı anneden olma küçük kardeşi Bünyamin’in buğday çuvalına saraya ait bir altın tas koyacak, Bünyamin’i hırsız gösterip tutuklatacak, eve geri dönen kardeşlerine, Bünyamin’i istiyorlarsa babalarını da getirmeleri şantajında bulunacaktır.

Hedefe ulaşılmıştır: Yakup da Mısır’dadır artık

Plan tasarlandığı gibi hayata geçer, Yakup Mısır’a getirilir.

Yusuf, babasına geniş tarım alanları satın alarak ve köle emeğiyle ekin ekip dilediği kadar servet biriktirmesinin, yani çoktandır hasretini çektiği Firavun kadar zengin olma hayalini gerçekleştirmesinin yolunu açar.

Baba Yakup ve Yusuf’un tam bir Firavun olduğunun son bir kanıtı daha vardır. O da öldükten sonra Yahudi gelenekleriyle değil, Firavun ritüelleriyle gömüldükleri gerçeğidir:

“Ve Yusuf babasını mumya etmelerini hekim kullarına (kölelerine/kç) emretti. Ve onun için kırk gün doldu; çünkü mumya etmenin günleri böylece dolar; ve Mısırlılar yetmiş gün ona ağladılar.”[25]

Yusuf babasının mumyasını Kenan İli’ne götürür, bir tarlaya gömer ve işinin başına, Firavun sarayına geri döner.

Artık 110 yaşına gelmiştir, o da ölür:

“Ve onu (Yusuf’u/kç) mumya edip Mısır’da bir tabuta koydular.”[26]

Ve bu, bu soluk kesici maceranın sonu olur.

Sonuç

Peki Yusuf bir peygamber olarak, yedi yıllık bolluk döneminde stokladığı zahireyi dedesi İbrahim gibi, yetim doyurmak, yoksulu kayırmak, fakiri giydirmek, yolda kalmışı kollamak, köleleri azat etmek için mi kullanmıştır?

Elbette ki hayır.

Onca zahireyi yetime, yoksula, yolda kalmışa, köleye ve milyonlarca açlık çeken sıradan insana yüksek parayla satarak hem kendi servetine servet katmış, hem de Firavun hazinesini altınla gümüşle tıka basa doldumuştur. Firavunlaşmayı öyle bir içselleştirir ki, kendi kültürüne öylesine yabancılaşır ki Yusuf, Kenan iline bir Yahudi olarak dönmek yerine öldüğünde kendisini bir firavun gibi mumyalayarak Mısır’a, Firavunların yanına gömmelerini ister.

İşin ilginci, Rab Allah, Horeb dağı’nda halkı olmadan yalnız başına oturmaya devam eder, sınıf değiştirip Firavunlaşan Yusuf’un, torunlarının, torunlarının torunlarının yanına gitmez.

Tanrı’nın Yusuf’un halkıyla ilişkisini koparması yüzyıllar sürer.

Ta ki torunlarından Musa çıkıp Rab Allah’ı anımsayana dek…

 

Dipnotlar

[1] Kitabı Mukaddes, Tekvin, Bap 45, ayet 8, s 47, Kitabı Mukaddes Şirketi, 1981

[2] Kitabı Mukaddes, Tekvin, Bap 27, ayet 2-3-4, s 25, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1981

[3] Kitabı Mukaddes, Tekvin, Bap 27, ayet 8-9-10, s 25, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1981

[4] Kitabı Mukaddes, Tekvin, Bap 27, ayet 21-22-3, s 25-26, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1981

[5] Kitabı Mukaddes, Tekvin, Bap 27, ayet 43-44, s 26, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1981

[6] Kitabı Mukaddes, Tekvin, Bap 27, ayet 46, s 27, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1981

[7] Kitabı Mukaddes, Tekvin, Bap 28, ayet 2, s 27, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1981

[8] Kitabı Mukaddes, Tekvin, Bap 30, ayet 32, s 29, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1981

[9] Kitabı Mukaddes, Tekvin, Bap 30, ayet 37-43 arası, s 30, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1981

[10] Kitabı Mukaddes, Tekvin, Bap 31, ayet 17-21 arası, s 30-31, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1981

[11] Kitabı Mukaddes, Tekvin, Bap 34, ayet 14-17 arası, s 34, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1981

[12] Kitabı Mukaddes, Tekvin, Bap 34, ayet 25-27 arası, s 34, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1981

[13] Kitabı Mukaddes, Tekvin, Bap 34, ayet 28-30 arası, s 35, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1981

[14] Kitabı Mukaddes: “Ve İsrail (Yakup/kç), Yusuf’u bütün oğullarından ziyade severdi.” Tekvin, Bap 37, ayet 3, s 37, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1981

[15] Hanif: Bu kavram İslam literatüründe kullanılır. Hz. Muhammed tebliğin ilk yıllarında ve Kur’an’da Mekki Ayetler’inde Müşrikleri İbrahim’in Hanif Dini’ni terk etmekle suçlamışlardır. Hanif Dini, servet biriktirmeyi reddeden ve komün yaşamını öneren Şaman kökenli bir inanç tasarımıdır.

[16] Kitabı Mukaddes, Tekvin, Bap 37, ayet 7, s 37, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1981

[17] Kitabı Mukaddes, Tekvin, Bap 37, ayet 9, s 37, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1981

[18] Kitabı Mukaddes, Tekvin, Bap 39, ayet 1, s 39, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1981

[19] Kitabı Mukaddes, Tekvin, Bap 40, ayet 9-14 arası, s 40, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1981

[20] Kitabı Mukaddes, Tekvin, Bap 40, ayet 14, s 40, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1981

[21] Kitabı Mukaddes, Tekvin, Bap 41, ayet 1-8 arası, s 41, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1981

[22] Kitabı Mukaddes, Tekvin, Bap 41, ayet 14 arası, s 41, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1981

[23] Kitabı Mukaddes, Tekvin, Bap 41, ayet 29-30, s 42, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1981

[24] Kitabı Mukaddes, Tekvin, Bap 41, ayet 39-41 arası, s 42, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1981

[25] Kitabı Mukaddes, Tekvin, Bap 50, ayet 2-3, s 52, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1981

[26] Kitabı Mukaddes, Tekvin, Bap 50, ayet 26, s 53, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1981