Hooop, bir dakika! Alanımız boş değil!

Önce geçmişin şiir atlarının iyi, usta binicileri olmanız, dilimiz şiirinin sırtında dağ bayır dolanmanız gerek. O zaman yeltenin şairliğe! Ha, kimse tutmuyor elinizi, engel olmayacak yapıp ettiklerinize. İstediğinizi yazabilirsiniz kuşkusuz. Ama yayınevlerimiz, yöneticileri ve her düzeyden emekçileri size de sesleniyor, özellikle uyarıyorum. Sorunun kaynağı sizsiniz çünkü.

ZEKİ Z. KIRMIZI

1982 doğumlu Hande Koçak Cimitoğlu’nun görünürde bu ilk şiir kitabı[1]. Daha önce bir anlatısı (?) Uyanmadan Önce Gezegen (2014) yayımlanmış. Adı gözüme çarpmış bir yerlerde ama çıkaramıyorum. Belki çevirilerinden tanıyorum onu.

Yazarın Yeni Osmanlıca tutkusuna yayınevinin (Kırmızı Kedi) acı veren ve artık tüm yayınevlerini içine katarak söylüyorum, bezdiren dil, daha doğrusu dili eskitme tutumunu doğrusu kendi adıma mide bulandırıcı buluyorum. Bu özensizlik, dikkatsizlik vb. değil, bir eleme (filtrasyon), kararlı duruş, kötü niyet. Çünkü ancak bir budala dil eskitme çabasının, eski nesne (antika) sahteciliğinden ve dille gerçekleştirilen verimlere, başta şiir olmak üzere katkısızlığından, yani olumsuz etkisinden bilgisiz, habersiz kalabilir. 12 Eylül’ün dilimizdeki geçici utkusundan, Yaşayan Türkçenin gökyüzümüzü karartmasından söz ediyorum ve artık çok geç de olsa kendine sanatsal işlev yükleyen kurumların, başta yayınevlerinin uslarını başlarına toplamaları gerek. Hiçbir şey için değilse de sözde savundukları sanatsal uygulamalar (şiir, roman, öykü, deneme, vb.) adına. Çünkü her gelene (sözcüğe) geç diyen bir söz dağarcığı, sanatın, bu arada öncelikle şiirin altını oyar, sanıldığı gibi dili ve şiiri varsıllaştırmaz. Okurlar olarak umduğumuz azıcık bir şeydir gerçekte, ama asla kayıtsızlık, vurdumduymaz sağırlık olamaz. 80 sonrası kuşaklar (2000 sonrası ürün verenler) gerçekten yaptıkları işle ilgili olarak büyük bir aymazlık içindeler. Eğer araçları dil ise aynı zamanda amaçlarının da dil olduğunu kavramaları gerekiyor.

Hortlaklarınızı yanlış arabalara bağlıyor olmanıza gülsem mi ağlasam mı

Kimse ırkçılık diye tüylerini kabartmasın. Dediğim tüm diller, ulus ve ulus altı diller için de geçerlidir. Tümü de tarihin çöplüğünü boylayabilir, tümü de işlenebilir, geliştirilebilir, sanat diline yükseltilebilir. Hem de her dilin kendine özgü dilbilgisel, anlatımsal yeteneklerini çoğaltarak, kendiyle bağdaşık, tutarlı kalmasını sağlayarak, dilin seslemini, tınısını, ırasını, yapısal (sentaktik) ve anlamsal (semantik) özü ve yatkınlıklarını koruyarak olabilir bu ve olması gerek, olacaktır da. Tüm bu sözleri ‘seyelan’ sözcüğünden ötürü ettim. Öyle ya tüm Osmanlıcı (aslında İslamcı, faşist) ülke biçimlendirme (format) çabasına karşın sözcüğün ülkemizde yankılanma ve çağrışım düzeyinin ne olduğunu sormak gerekiyor. Şiirin ses değerleri mi gerektirdi bu sözcüğü kullanmanızı Sayın Koçak (Cimitoğlu)? Bu sözcük kullanımdan düşeli belki de yüz yıl oldu? Hortlaklarınızı yanlış arabalara bağlıyor olmanıza ise gülsem mi ağlasam mı kestiremiyorum. Yeni Osmanlıcı solcu (diyelim) olur mu? Olursa, yeni düzenin tutucu devrimciliği denecek bir işodaklı (profesyonel) özgür, denetimsiz pazar (serbest piyasa) etkileşiminden söz edilebilir en çok.

 

Elbette günümüz Türkiye’sinde yazar ve yayın dünyasının baskın örneğinden söz ediyorum. 12 Eylül, ANAP ve AKP dalgalarıyla dilimiz de dibe vurdu neredeyse ve çarpma hızıyla yekinip sıçrayacağına da inanıyorum. Olan yine olur. Üstelik kötü niyet alttaki güçlü damarı yok edemiyor her şeye karşın.

Amerika’yı yeniden bulmak…

40 yaşlarında bir insanı ‘seyelan’ sözcüğüyle bir araya getiren usdışı buluşma bir yana, Hande Koçak Cimitoğlu şiirinden söz etmek için çok erken. Düzey ya da yükselti (irtifa) yitirmiş şiirimizde 40 yaş altı şairlerimiz arasında yine de özellikle deneysel çıkışlar olduğunun ve geleceğin şiirini mayaladıklarının ayrımındayım. Onlar üzerinde özenle durmak gerektiği açık. Ama burada genelliği oranında yanlışlanabilir bir yargı üzerinde duracağım. Sınırlı Türk şiiri okurluğumla ileri gittiğim düşünülebilir. Yine de tartışılmaya değer bir tez ileri süreceğim. Özellikle 2000’lerden sonra öne çıkan şiirimizin bir özelliği var. Amerika’yı (şiir) yeniden bulmak (keşif). Türk şiiri okuma emekçisi olarak işte bu bazen de saygısız, kendini beğenmiş şairliğe, şiiri neredeyse kendisiyle başlatan, şiirin yanı sıra dili de iğdiş etme konusunda çekincesiz (pervasız) tutuma sinirlenmemek elimde değil. Okumadan yazmaya kolayca yeltenebilen, okumayı koşullanma, etki altında kalarak özgürsüzleşme sanan, özgünlüğü kişisel yaşamöyküsü içinde kendi biricik doğumundan getiren, şiiri doğal yeteneğin uzantısı olmanın ötesinde göremeyen, sözüm ona doğal yeteneğinin (yumurta) üstüne kuluçkaya yatıp gurklayarak ağzından saçılan tükürüğü inci ya da pırlanta değerinde görüp okuruna bağışta bulunduğunu düşünebilen bir aymaz, hevesli şairler (!) kümesinden söz ettiğim açık.

Niteliksizlik hiçbir dönemde niteliğe böyle sıvanmadı

Elbette kimse kendisini bu öbek içerisinde görmez, bir yanı ya da yönüyle ayırır. Demek istediğim şu: Şiir yazma cesareti gösterebilen bu şairler ya dayak yememişler ya sayı saymayı bilmiyorlar. Sözün gelimi kuşkusuz. Sanki bu ülkede 20. yüzyıl başlarından bu yana (100 yıl) büyük bir şiir dalgası dünyanın girinti ve çıkıntılarını yoklayarak, gereken bedelleri de her biçimiyle ödeyerek, üstüne kullandıkları dili buldukları yerden kaldırmak şöyle dursun aşırtarak, dünyanın şiirinin yakışığı bir Türk şiiri ortaya koymamışlar gibi, sanki bu Türkçe şiir ustaları hiç olmamış, yazmamış, özgün yaratımlar ortaya koymamışlar, dilimizin tüm olanaklarını yoklamamışlar gibi sıfırdan bir şiir yazılabileceğini düşünüyor, böyle de yapıyorlar. Hooop, bir dakika! Alanımız onca boş değil. Önce geçmişin şiir atlarının iyi, usta binicileri olmanız, dilimiz şiirinin sırtında dağ bayır dolanmanız gerek. O zaman yeltenin şairliğe! Ha, kimse tutmuyor elinizi, engel olmayacak yapıp ettiklerinize. İstediğinizi yazabilirsiniz kuşkusuz. Ama yayınevlerimiz, yöneticileri ve her düzeyden emekçileri size de sesleniyor, özellikle uyarıyorum. Sorunun kaynağı sizsiniz çünkü. Niteliksizlik hiçbir dönemde niteliğe böyle sıvanmadı. Yazın ölçütleri yükseltilmiş, kurumlaşma az çok oluşan beğeni ölçütleriyle uygun adım yürümeyi başarmak üzereydi geçen yüzyılın sonlarına değin.

Yani:

Görmediğiniz şey yok olmuyor. O şiir bugün sizin yazdığınız, eşelendiğiniz yerin epeyce ötesinden sesleniyor size. Şiir sizin yazdığınızdan önce onların yaptıkları şeydir. Oradan şiire, beriye uzanmalı, soyunmalısınız yazmaya. Cesaret; takmazlık, görmezlik olamaz. Sizi böyle cesaretlendiren şey ağ içerisindeki yeriniz ise bu ağı tartışmanın zamanıdır artık.

İlk belirtiler tam da o ablalar ağabeylerde ortaya çıkmıştı

Bir saptama daha yaparak bitireyim bu yazıyı. Bir önceki kuşağın (80 sonrası şiir yayımlayan) şiir kalıtı burada sözünü ettiğim ardıllarını olumsuz etkiledi. Aslında yukarıda bir ucundan dokunduğum ilk belirtiler tam da o ablalar ağabeylerde ortaya çıkmıştı. Yorgunluk, bezginlik, yılgınlık, kendine çekilmenin arkasından kendini beğenmenin, ne yapsam şiir olurun, ölçütsüz kalmış kuralsız özgürlüğün (!) gelmesine çok da şaşırmamak gerek. Onlar şiirin omurgasını deneyim ve birikimleriyle dik tutmayı yine becerseler de arkadan gelenlerin birçoğunun böyle bir dayanakları olmadı.

Peki, Hande Koçak Cimitoğlu şiiri bunun neresinde? Belki yaza yaza kendisini doğru Türk Şiiri yerlemine (koordinat) yerleştirecek, ileride yerini bulacaktır. Yukarıda yazılanlar doğrudan kendisiyle ilişkilendirilmese iyi olur. Bir örneğe bakarak genel bir değerlendirme yaptım. Arka kapağa konmuş dizelerini buraya bir örnek olarak alıyorum:

Bir su damlasıyım
Bir değirmenden sızıyorum
Bir yosun parçasıyım,
Göçmen.
Taşa rağmen
Yaşa rağmen
Öyle kayıp gidiyorum.

 


[1] Hande Koçak (Cimitoğlu); Seyelan (2021), Kırmızı Kedi yayınları, Birinci basım, 2021, İstanbul, 51 s.

PAYLAŞMAK İÇİN