Aprınçur Tigin’den Karacaoğlan’a gerçeklik duygusu ve sevgili tipi

Türklerin İslamlaşmasıyla kaybolan Aprınçur Tigin’in sevgili tipi bir daha 17. yüzyılda Karacaoğlan’ın şiirlerinde ortaya çıkar. Karacaoğlan’ın ete kemiğe bürünmüş sevgilileri Elif, Zeynep, Hürü, Ürüşen, Esma, Dudu gibi adlar alan gerçek hayatta var olan kadınlardır. Bunların göğüsleri okşanmak, yanakları öpülmek, belleri sarılmak içindir.

CAFER YILDIRIM

Aprınçur Tigin, İslamiyet öncesi dönemden adı günümüze ulaşmış sayıları iki elin parmaklarını geçmeyen şairlerimizden biridir. Uygurların Maniheizm’in etkisinde bulundukları dönemde yaşamıştır. Kendisine ait iki şiirden biri Maniheizm’le ilgili bir ilahi, diğeri ise bir aşk şiiridir. Şiirler 24×15,5 cm büyüklüğündeki bir sayfada (aynı sayfada) bulunmaktadır. Bu şiirler ilk kez A. V. Le Cog tarafından yayımlanmıştır.

a……………………….
adınçıg amrak …………
amrak öz-kiem…………

kasınçıgımın o(yü) kadgurar men
kadgurduk(ça) kaşı körtlem
kavışıgsayur men.

öz amrakımın oyür men
evirür  men ödü….çün
öz amrak(ımın) opügseyür men.

barayın tiser baç amrakım
baru yime umaz men
bagırsakım.

kireyin tiser kiçigkiem
kirü yime umaz men
kin yıpar yıdlıgım.

yaruk tengriler yarlıkaz-ın
yavaşım birle
yakışıpan adrılmalım.

küçlüg priştiler küç birz-ün
köz-i karam birle
külüşügin oluralım.

Türk edebiyatında ilk örneği görülen üçlükler halinde düzenlenmiş olan aşk şiiri 21 dizeden oluşmaktadır. Şiirde dize başı uyak kullanılmış, üçlükler tematik akışla olduğu kadar dize başı uyaklarla da birbirine bağlanmıştır. Benzer hecelerin tekrar edilmesiyle ahengin oluşmasına katkı sağlanmıştır. Şiirde “kara gözlüm” ifadesinin hem renk belirtmek hem de cesur anlamında kullanıldığını düşünmemek için hiçbir neden yoktur. Bu bakımdan bu şiirle birlikte Türk şiirinin sanatlı söyleyiş aşamasına geldiğini söyleyebiliriz.

Gerçekçi sevgili profili

Reşit Rahmeti Arat’ın şiirle ilgili görüşü şöyledir: “Bu parçanın, dinî ilâhiden ziyade, tamamen dünyevî ve ebedi bir mevzu olan sevgi konusunda bir şiir olduğunu düşünmek daha doğru olur. Böylece burada Türk lirik şiirinin ilk nümûnesi ile karşı karşıya bulunuyoruz.”[1]

Türklerin İslami kültür dairesine girmesiyle birlikte Aprınçur Tigin’in çizdiği bu sevgili tipi edebiyat alanında kaybolmuştur.

Şiirin önemli özelliklerinden biri de sayfanın son satırında şairinin adının bulunmasıdır. Uygurcada “aprınçur” rahip, “tigin” ise prens anlamına gelmektedir. Köktürk ve Uygurlarda Tigin adı bey sülalesine mensup erkekler tarafından kullanılmaktadır.

Bir Budist rahibi olan şairin oldukça samimi bir anlatıma sahip olduğunu görüyoruz.

A…………………..
emsâlsiz sevgili……
sevgili canım………

Yavuklumu düşünüp hasret çekiyorum;
hasret çektikçe kaşı güzelim,
kavuşmak istiyorum.

Öz sevgilimi düşünüyorum,
düşünüp düşünüp …. durdukça
sevgİlimi öpmek istiyorum!

Gideyim desem güzel sevgilim,
gidemiyorum da;
merhametlim.

Gireyim desem küçücüğüm,
giremiyorum da;
amber misk kokulum.

Nurlu tanrılar buyursun;
yumuşak huylum ile
birleşerek bir daha ayrılmayalum.

Kudretli melekler kuvvet versin;
gözü karam ile
güle güle oturalım

Dinsel kültürle iştigal eden biri için bu anlatımların oldukça cesurane olduğunu belirtmeliyim. “Emsalsiz, eşsiz, kaşı güzel, merhametli, amber kokulu, yumuşak huylu” olarak nitelendirilen sevgili oldukça gerçekçi bir profile sahiptir ve bu bakımdan gerçek hayattaki sevgili tipiyle bütünüyle uyumludur.

Boyu Tuba, dudakları hokka sevgili

Türklerin İslami kültür dairesine girmesiyle birlikte Aprınçur Tigin’in çizdiği bu sevgili tipi edebiyat alanında kaybolmuştur. Osmanlı sahasında ilk ürünleriyle 13. yüzyılda karşılaşmaya başladığımız divan şiirinin sevgili tipi bütünüyle hayal ürünüdür. Bu sevgilinin “Boyu Tuba ağacı yahut servi, saçları sünbül veya misktir. Yanakları gül ya da lâleyi andırır. Gözleri nergis gibi baygın bakar. Kaşları yay, kirpikleri oktur. Gamzesi kılıç veya hançer olup âşığın bağrına saplanır. Dudaklar hokka yahut mücevher kutusudur. Dişler ise kutu içindeki incilerdir. Yine dudak bir nokta kadar küçük, bazen hiç yoktur. Bu dudak abıhayat bağışlar. Ondan bir kere içen bir daha ölmez ama içebilen olmamıştır.”[2]

Divan şiirindeki sevgili profili.

İslami kültürü 16. Yüzyılda ortaya çıkmış olan âşık tarzı şiirde de yeni bir sevgili tipinin oluşmasına yol açmıştır. Divan şiirinin sevgili tipinden farklılık göstermekle birlikte bu sevgili de düş ürünüdür: “Âşık şiirinin sevgilisi bir kadındır, bir insandır ama anadan doğma, babadan inme değil. Bu sevgili mistikle Şamanlığın karışımından oluşmuş bir mit’ten doğmadır. Âşığa gerçek hayatta değil düşte görünür. Bir elinde aşk kadehi bir elinde pir’in eli ile görünür. Dili söze, teli sese yatmamış olan çırağı âşıklık zenaatının içine sokup usta yaptığı, ona ince sanatın sihirli kapısını açtığı için etkisi köklü ve kalıcıdır. Genç sanatçı ömrü boyunca yeri yurdu, adı sanı olmayan bu düşsel güzeli hayalleyecek, onun türküsünü çalıp söyleyecektir. Hem doğanın hem insan ilişkilerinin dışında yaşayan bu güzeller klasik şiirimizin sevgilileri gibidirler. Ordan halkın arasına inmiş silik kopyalardır bunlar. Gelenek bunların halk şiirinde anlatılmasını da kalıplaştırmış, biteviliğe sokmuştur.”[3]

 İslam kültürünün yoğunluklu yaşandığı payitaht dışındaki kültürel havzada İslamiyet öncesi Türk şiirindeki gerçeklik duygusu koruyan şairlerden biri de Karacaoğlan’dır. Karacaoğlan, şiirini dinsel algı ve zihniyetin dışında inşa ettiği için gerçeklikle buluşmada büyük bir avantaja sahip olmuştur. Hem divan hem de âşık şiirinin sevgili tipinin dışında bir sevgiliden ilk haberi 17. yüzyılda o verir bize.

Aprınçur Tigin ile Karacaoğlan arasındaki köprü

Karacaoğlan’ın sevgilileri ete kemiğe bürünmüş bir somutluk halindedir. Elif, Zeynep, Hürü, Ürüşen, Esma, Dudu gibi adlar alan sevgililer gerçek hayatta var olan kadınlardır. Bunların göğüsleri okşanmak, yanakları öpülmek, belleri sarılmak içindir.

Sabahtan uğradım ben bir güzele
Ağlatmadı güzel güldürdü beni
Ben güzelden böyle vefa ummazdım
Ağ göğsü üstüne kondurdu beni
*
Seherden uğradım dostun köyüne
Hoş geldin sevdiğim in dedi bana
Tomurcuk memesin verdi ağzıma
Yorgunsun sevdiğim em dedi bana
*
İnsafa gel bir çift şeftali lazım
Gece gündüz hayalinde gezene
*
Elma diye al yanağı dişledim
İncitmişim dökülesi dil ile
*
Sevdiğim sinende kırmızı elma
Acap bir el vursam berelenir mi
*
Sevdiğimin kısa boyu
Dalın gür de gölgen koyu
Al yanakta zemzem suyu
Kız akıyor bal mı yoksa
*
Evlerinin önü susam
Çıkartsam mendilin yusam
Soyunsam koynuna girsem
Sabahınan tana karşı
*
Kız seninle bir bahçacık dikelim
Ayvasından turuncundan satalım
Gel sarılıp bir gececik yatalım
Ah u zârım sende kalıp durmasın
*
Dilber at kolların dola boynuma
Ölüm endişesi gelmez aynıma
Bir gece misafir eyle koynuna
Sabah oldu diye kaldırma beni
*
Karac’oğlan eğmelerin
Gönül sevmez değmelerin
İliklemiş düğmelerin
Çözer Elif Elif diye[4]

Heykeltraş Eray Okkan’ın yaptığı Karacaoğlan ve Elif heykeli.

 

Karacaoğlan’ın sevgilileri hayatın gerçekliğiyle uyumlu ve sahicidir. Dokunulabilir gerçek kişilerdir. Hatta bu sevgililer hal ve edalarıyla dokunma, sevme isteği uyandırırlar. Bu bakımdan Aprınçur Tigin ile Karacaoğlan arasında gerçeklik duygusu ve içtenlik üzerinden kültürel bir köprünün varlığına işaret etmemiz gerekir.

Erkekle kadın cinselliğinin anlatılışındaki yalınlık ve estetik düzey

Karacaoğlan şiirinin örgüsü içinde kadın bir sevda odağı olarak yer almaktadır. Fakat bu sevda odağı bedeniyle, bakışıyla, boyu, işvesi ve edasıyla aynı zamanda cinsel bir çekim kaynağı halindedir. Karacaoğlan şiirlerinde sevdanın diliyle arzunun dili birbirinden ayrıştırılamayacak bir bütünlük içindedir. Şair anlatımında sevdanın derinliğini olduğu kadar onunla sarmalanmış buram buram bir cinselliği de duyumsatır. Sınırları iyi çizilmiş, ölçüsü ayarlanmış arzunun sesi Karacaoğlan’ın birçok şiirinde birinci ses olarak çıkar karşımıza. Bu ses aynı zamanda sevdanın yakıcı ateşini hissettirmek için bir vasıta işlevi görür.

Aprınçur Tigin ve Karacaoğlan’da gördüğümüz gerçekçi anlatımla 15. yüzyılda yazıya geçirilmiş Dede Korkut Hikâyeleri’nde de karşılaşırız. Deli Dumrul’un karısının nazım biçiminde aktarılan sözleri, erotik yankılar uyandırması bakımından oldukça başarılıdır:

“Ne diyorsun, ne söylüyorsun
Göz açıp gördüğüm
Gönül verip sevdiğim
Koç yiğidim, şah yiğidim
Tatlı damak verip öpüştüğüm
Bir yastıkta baş koyup emiştiğim
Karşı yatan kara dağları
Senden sonra ben neylerim
Yaylar olsam benim gûrum olsun
Sovuk sovuk suların
İçer olsam benim kanım olsun
Altın akçan harcar olsam
Benim kefenim olsun
Tavla tavla şahbaz atın
Biner isem benim tabutum olsun
Senden sonra bir yiğidi
Sevip sarsam bile yatsam
Ala yılan olup beni soksun”[5]

Aprınçur Tigin’in aşk şiirinde olsun, Karacaoğlan’ın şiirlerinde olsun, Duha Kocaoğlu Deli Dumrul Hikâyesi’de olsun erkekle kadın cinselliğinin son derece yalın ve ustalıkla estetize edildiğini görüyoruz. Bütün bu metinlerde kadına, onu erkeğin iradesine bağlayan, kişiliğini erkeğe hizmetle yükümleyen, iffetini erkeğin namusu olarak mühürleyen İslami anlayışın dışında bir bakışla yaklaşılmış ve kadın kendi gerçekliğiyle yansıtılmıştır.


[1] Reşit Rahmeti Arat, Eski Türk Şiiri, TTK Yayınları, Ankara, 1986.
[2] İskender Pala, Divan Edebiyatı, Kapı Yayınları, İstanbul, 2005.
[3] İlhan Başgöz, Karacaoğlan, Cem Yayınevi, İstanbul, 1977.
[4] Hüseyin Seçmen, Karacaoğlan, Yaşamı-Sanatı-Şiirleri, Deniz Kitap-Yayın-Dağıtım, İstanbul, 1983.
[5] Dede Korkut Hikâyeleri, Hazırlayan: Orhan Şaik Gökyay, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2013.

PAYLAŞMAK İÇİN