Gönülsüz kızın kalbi yasak bölge gibidir

Çocukluğumda Ağrı Dağı eteklerinde yaz boyu Kürt, Türk aynı obada aynı mıha çadır ipi bağlardık. Anadolu’da belli insan topluluğuna yüklenen anlam, dostluğun bir imidir bu. Kara Çadır derken bir anı tuttu elimden o günlere götürdü.

FATMA ARAS

Bu gece yayla dönemindeki çadırlar kuruldu aklıma…

Kara çadır, ak çadır demet demet gül halinde gözümün kenarında boy veriyor.

“Kara çadır kıldandır
Yar yanağı güldendir
On iki gonca sevdim
Herbiri bir güldendir”.

Benim değinmek istediğim türkünün öyküsü; güftesi-bestesi değil. “Kara çadırın kızı” adlı türkü birbirlerini görmeden saz aşıklarının anlatımlarıyla sevdalanan bir kız ve bir oğlanı anlatır. Urfa yöresinde geçen bu olay hakkında çok yazıldı, çizildi. Birçok sanatçı tarafından okundu. Hatta filmi de yapıldı. Bu bağlamdan bakıldığında, kara çadır, ak çadır kültürümüzde birçok halk hikayesine konu edilmektedir.

Göğün mavisini alıp kara çadırın üstüne örtüyorum, ortasına aydan direk yapıyorum.

İki şiirimde ve bir düz yazımda kara çadır, ak çadır sözcüklerini kullanmıştım. Bir arkadaşım, kara çadırın Dede Korkut Hikayelerinde uğursuz bilindiğinden söz etti. Bir dağın yerinden oynaması duygusuna kapıldım. Bir uğursuzluk olgusu bir yangının külünü savurmuştu gözümde. Kara çadır, karanlık çadır olmuştu. Aklıma çığ düşmüş gibi odalarda kendimi arıyorum. Göğün mavisini alıp kara çadırın üstüne örtüyorum. Ortasına aydan direk yapıyorum…

Dost otağı diye bildiğim kara çadır, rivayet edilen Dede Korkut zamanına götürdü beni… Dede Korkut Kitabında, Bayındır Han’ın misafirlerinden oğlu olanın ağ otağa, kızı olanın kızıl otağa ve oğlu kızı olmayanın kara otağa konulmasından bahsedilmekte, beyaz çadırın gerdek dışında da uğurlu ve mertebesi yüksek sayıldığı yazılmaktadır. Bu bilgi algımı alt üst etmişti.

Oysa Dede Korkut hikayelerinin yazıya geçirildiği tarih XV. yüzyılın ikinci yarısıdır. Sultan Alparslan ve Sultan Selahattin Eyyûbi dönemi ile Dede Korkut Hikayeleri arasında dört asırdan fazla fark vardır. Yani siyah kıl çadırlar, Dede Korkut hikayelerinden yüzyıllarca önce kutsanmış.

Çocukluğumda Ağrı Dağı eteklerinde yaz boyu Kürt, Türk aynı obada aynı mıha çadır ipi bağlardık.

Kıl çadırın (kara çadır) tarihçesi Anadolu’da uzun bir geçmişe dayanır. 1071 yılında Sultan Alparslan Malazgirt zaferiyle Anadolu’ya adım attığında kıl çadırda yatıp kalkıyordu.  Kısacası Orta Asya’dan göç eden Türkler yüzyıllarca gittikleri her bölgeye kıl çadırlarını da beraberlerinde götürmüşlerdir. Göçebe bir hayat tarzını benimsemiş olan Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen Türkler binlerce yıldır kullandıkları kıl çadırlardan asla vazgeçmemişlerdir. Malazgirt Savaşında 10 bin atlıyla Sultan Alparslan’ın yanında saf tutan Mervan Kürt ordusu da savaş bölgesinde kendi kara çadırlarını kurmuştur.

Binlerce yıldır kullanılan bu kıl çadırlar Türk ve Kürt kültürünün ayrılmaz bir parçasıdır. Kıl çadır olmadan bir Türk ve Kürt tarihi düşünülemez. Genellikle Yörüklerin çadırları renkli dokumalardan oluşur. Kürtlerin çadırı keçi tüyünden örülür. Türklerin çadırı beyaz brandadan. Bu biraz da tarımla ve hayvancılıkla uğraşanların ellerindeki malzemeye, yaşam tarzlarına uyarlı bir durum… Kara çadır keçi tüyünden yapıldığı için içeriye soğuk, yağmur geçirmiyor. Uzun yayla döneminde yağmura karşı çatılı bir ev gibi… Bugün bile Toroslarda yaşayan Yörükler (göçer Türkmenler) siyah kıl çadırda kalmaya devam ediyorlar. Aynı şekilde yarı göçer yaşamı benimsemiş bir kısım Kürt de yayla yerinde siyah kıl çadırlarını açmaktadır. Siyah kıl çadırların şekli ve büyüklüğü aşiretten aşirete değişiklik gösterir. Bir anlamda aşiretin simgesi durumundadırlar.  En fazla direk oba reisinin kıl çadırında olur.

Kara çadır gözlerime eski zamanı yerleştiriyor. Kürt kökenli Selahattin Eyyûbi’nin babası, Türk kökenli Sultan Nureddin Zengi’nin kale komutanıydı.  O yıllar Türkler ve Kürtler iç içe yaşıyorlardı. Sultan Nurettin Zengi’nin vefatından sonra Selahattin Eyyubi bölgedeki Türk ve Kürt toplumunun lideri oldu ve Haçlı Seferlerine karşı birlikte savaştılar. Dünya tarihinin en önemli savaşlarından biri kabul edilen Hittin Savaşında (1. Haçlı Seferi-1187) Selahattin Eyyubi ve ordusu siyah kıl çadırlarda kamp kurmuşlardı.

Çocukluğumda Ağrı Dağı eteklerinde yaz boyu Kürt, Türk aynı obada aynı mıha çadır ipi bağlardık. Anadolu’da belli insan topluluğuna yüklenen anlam, dostluğun bir imidir bu…

Kara Çadır derken bir anı tuttu elimden o günlere götürdü.

Kara çadır artık Dede Korkut hikayelerinde geçtiği gibi yas çadırı değil.

Bir Kürt kirvemiz vardı. Kendi tabiriyle “Bir kucak kan dökmüştü eteğimize” sünnet olurken, babası babamı kirve tutmuş. O dostluk bizimle beraber büyüdü.

Bir gün kirvemiz bize geldi. “Kirve bir kız seviyorum ama annem istemiyor çadır dokumasını bilmiyor diye. Oysa daha çok küçük. Kirvem olarak onu siz isteyin” dedi.

Annem, “Kız seni istiyor mu?” diye sordu. “Kaç kez haber yolladıysam istemedi. Bir arkadaşım da başkasını seviyor dedi inanmadım” diye yanıtladı.

Annem, “Bak oğul, gönülsüz kızın kalbi yasak bölge gibidir. O kalbe giremezsin” diye kirvemizi uyardı.

Birkaç gün sonra bir haber yayıldı. Bizim kirve L kızı kaçırmış. Adam iriyarı ve dağ adamı, her adımı iki metre gibi. Kızı omzuna alıp Ağrı Dağı arasından İran topraklarına yollanmış. Kız o yol boyunca kolyesini baş örtüsünü ayakkabısını sınıra kadar tek tek yola atar. Kızın babası aşiretiyle birlikte iz sürer. İran’a geçtiklerini anlayan baba, yanındakilere; “Siz geri dönün, kalabalık gidersek kan davasına dönüşür. Tek gideceğim” der ve sınırı geçer. Kaçırılan da kaçıran da aynı köyden. Sınır ötesi de olsa birbirinin yakınları hakkında bilgi sahibidir. Baba, bir uğraş sonucu kızını Türkiye’ye sınır şehri olan Maku’da bulur. Kızının gözlerinde bir cehennemin dolaştığını görür.

Baba kızın karşılaşmasında odalar susmuş, duvarlar ağlamış.

Baba, “Sabret kızım” der.

Aşiret toplanır, babanın bir şartı var; “Kızımı kendi köyümüzde düğünle evden çıkaracağım.” Bu şart kabul edilir. Baba kızıyla birlikte sınırdan Türkiye’ye uğurlanır. Daha önce kızını büyümesi için bekleten baba, köyüne gelir gelmez kızının sevdiği oğlanın köyüne gider, durumu anlatır. Kızın sevdiği gencin aklında sevdası çalkalanır. Aşirette bu iş kolay değil, kaçırılmış bir kıza başkasının bakması bile yasaktır. İki aşık, ucunda ölüm olsa da sevdasından vaz geçmez. Evlenirler. Böylece törenin şah damarına bıçak saplamıştır kara çadır örmesini bilmeyen küçük kız.

Kara çadır artık Dede Korkut hikayelerinde geçtiği gibi yas çadırı değil. Günümüzde de yaylaların yanı sıra, kimi turistik yörelerde kara çadır tercih ediliyor. Oradaki sohbetler sıcak, samimi bir ortam oluşturuyor. …Kısacası kıl çadır kutludur, dualıdır ve ata kültürünün devamını temsil eder.

KARA ÇADIR

Kara çadır, karanlık çadır

aklıma çığ düşürmüş izlerin

göğün mavisini alıp üstüme

ortasına aydan direkler yaptığım

dizlerime sabahları yatırdığım…

 

Bir Dede Korkut öyküsüdür ki

kaç yıldız ötelerden seslenir

bu bir çağ yanığıdır yine çağa gömülür

orta Asya’dan, Anadolu’ya nice dağın dili yok

ata kokulu kıl çadır doruklara yükselir.

 

Sorun Selahattin Eyyûbi’ye Hittin savaş masasını 

sorun sultan Alpaslan’a ölümleri, korkuları

Malazgirt’te savaş meydanına sorun

Türkler, Kürtler ve Yörükler, kar/deşti

yazı kışı ağırladı çadırda.

 

Bir nehir kadar yaşlıyım

eski çağın, yeni çağın köşesinde dolandım

bir kardeşlik otağında uyandım ki

kutludur, dualıdır, yüzlere bahar…

 

İşte çadır, içten içe aydınlık

(2021)

(Kara Çadır araştırmamda bilgisini esirgemeyen,

Araştırmacı yazar Mücahit Özden Hun’a teşekkür ediyorum.)

PAYLAŞMAK İÇİN TIKLAYINIZ