Gerçek Gurbet Hikayeleri-HÜSEYİN

Bütün kağıtları topladı üst üste. Sonra bulduğu bir poşete doldurdu hepsini. Bahçeye çıktı. Kuytu bir yer buldu. Bir sigara yaktı önce, sonra torbadaki kağıtları yaktı teker teker. Son kağıt da yanıp kül olunca kalktı yerinden. Yeni bakımevi arkadaşı hala aynı yerde oturuyordu. Selam verdi eliyle. Sonra sordu:

Sen alazlama nedir bilir misin?

HATİCE BEKTAŞ

Hüseyin masaya oturdu. Aslında hiç iştahı yoktu. Ama ilaçlarını alabilmek için yemeğini yemek zorundaydı. Masadakileri selamladı. Bir çoğu sadece tabaklarına odaklanmışlar, selamını duymamışlardı bile. Bir iki kişi duyulur duyulmaz bir sesle selamına karşılık verdiler. Yemeğini kendisi yiyemeyen bakımevi arkadaşlarına yardımcı olan personel gülümseyerek selamına karşılık verince o da ister istemez gülümsedi. Pek konuşkan biri değildi. Yalnızlığı ve anavatanda bir bakımevinde kalmayı kendisi seçmişti. Daha huzurlu olacağını düşünerek vermişti bu kararı. Ama anıları ve geride bıraktıklarına özlemi istediği huzuru bulmasına engel oluyordu. Derin bir iç çekti ve yemeğini yemek için kaşığına uzandı.

Babasını küçük yaşta kaybetmişti. İki kız kardeşi ve annesi dışında fazla akrabaları yoktu. Köydeki amca ya da dayı çocukları kendi hayat mücadeleri içinde kıvranırken çevrelerine ayıracak zamanları olmazdı. Ne ellerinden tutacak, ne de dara düştüklerinde yardımlarına koşacak kimseleri yoktu. Kendilerini hayatta yapayalnız hissediyorlardı. Kasabanın uç mahallerinden birinde babasının yaptığı iki göz bir evde oturuyorlardı. Babasından kalan meyve bahçesi ve bir kaç dönüm tarla onları geçindirmeye yetmiyordu. Annesi gündeliğe gidiyor, konu komşunun çamaşırlarını yıkıyordu. O da bir süre ırgat olarak çalışmıştı. Ama zayıf ve çelimsiz yapısından dolayı ırgatlığı da uzun süre yapamamıştı. Günü birlik geçinirler, bazen kışlık kömür parasını bile zor bir araya getirirlerdi. Hastalandıklarında doktora gidecek ya da ilaç alacak paraları hiç olmamıştı. Askerde yoksulluğu her halinden belliydi. Tezkereye kadar izine bile gitmemişti parasızlık yüzünden.

Askerden sonra yine bir süre iş aradı, ama nafile. Günlük ufak tefek işler dışında iş bulamamıştı. Sonra şansını denemek için trenle önce Almanya`ya sonra da Danimarka`ya turist olarak  gelmişti. Babasından kalan bağı satmışlardı yol parası için. Tanıdığı, köylüsü ya da arkadaşı yoktu, trende tanıştığı bir-iki kişi dışında. Onlarla birlikte kalıyordu. Kısa bir süre sonra bir fabrikada iş bulmuştu. Bir süre sonra da çalışma ve serbest dolaşım hakkını almış, rahatlamıştı. Hayatında ilk defa kendini ekonomik olarak güçlü hissediyordu. Kimseye muhtaç olmadan yaşayabilirdi artık.

Yoksulluğun verdiği alışkanlıkla çok dikkatli para harcar, gereksiz masraflardan kaçınırdı. Annesine gönderdiği paralardan geri kalanlardan çok azını harcar, kalanını hep biriktirirdi. Birlikte oturduğu arkadaşları onu cimrilikle suçlarlardı. Ama paraya ihtiyaçları olduğunda da ilk olarak ondan borç isterlerdi. Kimseyi geri çevirmezdi. Çaresizliğin ne olduğunu biliyordu. Bazen verdiği borçlar geriye taksitle ödenirdi. Bazen geriye ödenmesi uzun zaman alırdı. Ama o bunlara aldırmaz, istediklerinde tekrar tekrar borc verirdi arkadaşlarına.

Mutfak masraflarına ayrılan paradan biriktirdikleriyle çocukların kıyafet ihtiyaçlarını bile karşılardı karısı.

İki kız kardeşinin de düğünlerini yapmış, yuvalarını kurmalarına yardım etmişti. Annesinin oturduğu evi tamir ettirmişti. Artık sıra onun evlenmesine gelince annesi gelin adayını kendi seçmişti. Aynı kasabadan güzel bir kızdı, itiraz etmemişti annesinin seçimine. Karısı gelmeden küçük bir daire kiralamış, eşyalar almıştı. Karısı da aynı fabrikada çalışmaya başlamıştı onunla birlikte. Alışverişlerini haftalık yaparlardı. Karısına her hafta belirli bir miktar para verir, ev kirası ve diğer giderler dışında kalan parayı biriktirirdi. Karısı da kendisi gibi yokluktan gelmişti. Onun tutumlu olmasına bir itirazı olmamıştı. Haftalık mutfak masrafına ayrılan parayı dikkatli harcardı. Üç tane evlatları olmuştu arka arkaya. Mutfak masraflarına ayrılan paradan biriktirdikleriyle çocukların kıyafet ihtiyaçlarını bile karşılardı karısı. Zaruri ihtiyaçların dışında bir masrafları olmazdı.

Türkiye Merkez Bankası’nın vadeli döviz mevduatlarına yüksek faiz verme kararına sevinmişti. Bütün birikimlerini en güvenilir bankaya, devletin bankasına yatırmaktan çekinmemişti. Vadeli mevduatın faiz gelirleri onların izin masraflarının büyük kısmını karşılıyordu. Bunun geçici bir durum olduğu aklına gelmemişti. Sonra birden yeni bir kararla döviz faizleri çok aşağı seviyelere çekilmişti. Anlam verememişti buna. Her yıl açtırdığı vadeli döviz mevduatlarının faiz geliri yok denecek kadar azalmıştı. Önce bankanın hata yaptığını düşünse de bunun hükümet kararı olduğunu anlayınca yapacak bir şey kalmamıştı. Elle gelen düğün bayram deyip geçmişti. Çocuklar da artık büyümüş, masrafları çoğalmıştı. Eskisi kadar para biriktiremiyorlardı. Ama kimseye muhtaç olmadan, gelecekten kaygı duymadan yaşıyorlardı. Çocuklarına yoksulluktan uzak bir gelecek hazırlamanın huzuruyla gününe şükrediyordu.

Merkez bankasındaki bütün birikimlerini çekip, daha kârlı bir yatırım gibi görünen bu şirkete ortak olmuştu.

Bir süre sonra şehre gelen bir kaç kişi birikmiş mevduat hesaplarını daha kazançlı bir şekilde değerlendirebileceklerini anlatmıştı. Gelenler Anavatan da kurdukları bir şirkette hisse satıyorlardı. Birikmiş paraları bu şirkette değerlendirilecek, hisse sahiplerine kârdan pay vereceklerdi. Faizin dinimize göre yasak olduğunu anlatmışlar, yüksek kazançlardan bahsetmişlerdi. Faiz konusunda onların fikirlerine katılmasa bile inançlı insanlar olduğu izlenimini edinmişti şehirlerindeki bir çok kişi gibi. Dindar insanların Allah korkusuyla hareket ettiğini varsaymıştı. Merkez bankasındaki bütün birikimlerini çekip, daha kârlı bir yatırım gibi görünen bu şirkete ortak olmuştu.

Ancak yurt dışındaki birçok insanın bütün birikimlerini toplayan bu şirketin kısa bir süre sonra iflas ettiğini duymuştu televizyon haberlerinde. Ailece haberin doğruluğuna inanmamışlardı ilk önce. Yalan haber olmasını ummuşlardı. Bu şirkete paraları yatırırken karısı itiraz etmiş, vazgeçirmeye çalışmıştı. Kendisi gibi onlarca arkadaşı şirkete güvenince bir sorun olmayacağını varsaymıştı. Hatta anavatandaki evlerini satıp bu şirketten hisse alan komşuları bile olmuştu. Karısının itirazlarını kulak arkası etmiş, onun kimseden daha akıllı olmadığını söyleyerek kalbini bile kırmıştı. Ama şimdi dişlerinden tırnaklarından arttırdıkları ve yaşlılıklarını güvence altına aldıklarını düşündükleri planları bir anda gözlerinin önünde buhar olup uçmuştu. Yıllarca çocuklarının isteklerine kulak tıkayarak, kendi hayatlarını erteleyerek biriktirdikleri paraların bir anda kaybolup gitmesi çok anlamsızdı. Paralarını kurtarmanın bir yolu olmalıydı, olmak zorundaydı.

Tuttuğu avukata ödediği onca paradan sonra bile olumlu bir sonuç alamamıştı. Kendisi gibi olan onbinlerce mağdurun feryatları da itirazları da kimsenin kulağına gitmemişti. Şirket paravan değildi. Ama topladıkları gurbetçi paralarını şirket yöneticileri har vurup harman savurmuşlar, şirketi ödeme sıkıntısına sokmuşlardı. Ortada dağıtılacak bir kâr yoktu. Bu yüzden kimse hak talep edemiyordu. Şirketin iflası ana paranın, yani gurbetçilerin alın terleri ve emeklerinin de, hayallerinin de katili olmustu. Bu elle gelen düğün bayram değildi. Bu insan olarak birilerine güvenmenin katliamıydı. Hüseyin için de büyük bir yıkım olmuştu.

Birikimlerini kurtarma çabaları sürecinde evde sürekli huzursuzluk yaşanıyordu. Zaman yaşananları unutturmaya ilaç olmamıştı. Aksine her olay bu yıkımı tekrar tekrar yaşamalarına, karşılıklı suçlamalara kaynak teşkil etmisti yıllarca. Aile ilişkileri zedelenmişti. Oğullarını ve kızını evlendirirken bile yapılamayanların nedeni, yıllardır  biriktirdiklerinin ortadan kaybolması olarak algılanmıştı. Geçen sürede tekrar birikimleri olmuştu, kimseye muhtaç değillerdi. Ama bu bir yenilgiydi ve bu yenilginin taraftarı yoktu. Hüseyin bu kararı kendi başına vermişti ama sonuçlarına herkes katlanıyordu. Özellikle çocuklarının suçlamaları aralarındaki saygı dengesini de olumsuz etkilemişti.

Yaşlılık günlerini torunlarını bağrına basarak, onları büyüterek geçirmek yerine yalnızlığı seçerek kendini cezalandırmak istemişti, neyin bedelini ödediğini bilmeden.

Emekli olduktan kısa bir süre sonra doğduğu ve büyüdüğü şehirde bir bakımevine yerleşmeye karar vermişti. Ailesinin itirazlarına rağmen kararından vazgeçmemişti. Şimdi bakımevinde acı tatlı anıların gölgesinde nefes almaya, yaşananların etkilerinden uzak kalmaya çalışıyordu. Ama insan nerede olursa olsun kendini hiçbir yerde bırakıp gidemiyordu istediği yere. Hele torunlarının ve ailesinin özlemi de eklenince duygularına, tamamen sessizleşiyor, içine kapanıyordu. Sessiz kaldıkça unutmak daha kolaylaşırdı, kimbilir. Yaşlılık günlerini torunlarını bağrına basarak, onları büyüterek geçirmek yerine yalnızlığı seçerek kendini cezalandırmak istemişti, neyin bedelini ödediğini bilmeden.

Hüseyin anlatırken içindeki düğümlerin tek tek çözüldüğünü hissetti. Olayları yeniden değerlendirdi kafasında….

Hüseyin yemeğini yedikten sonra teşekkür edip sofradan kalktı. İlaçlarını aldı. Sonra kendine bir çay doldurdu. Bahçeye çıkıp sandalyeye oturdu. Yanındaki sandalyeye de bakımevinden biri oturdu. Selamlaştılar. Bakımevinin yeni sakinlerindendi gelen. Yarım yamalak, kesik cümlelerle sohbete başladılar. Havadan sudan, gereksiz bir çok konudan bahsettiler. Sonra birden neden orada olduğunu sordu yeni gelen. Çocukları ya da ailesi olup olmadığını, geçmiş hayatını merak etti. Bir süre yanıtlayamadı. Nedenini anlatmak isteyip istemediğini tarttı kafasında. Sonra anlattı. Uzun uzun hatırladığı her ayrıntıyı anlattı. Sessizce dinledi karşısındaki kişi. Dinlerken yüzü bazen bir soru işaretine benzedi, bazen hayretten gözleri büyüdü. Ama dikkatle dinledi. Soru sormadı.

Hüseyin anlatırken içindeki düğümlerin tek tek çözüldüğünü hissetti. Olayları yeniden değerlendirdi kafasında. Başka başka pencereler açıldı anlatırken. Yoksulluğu, yalnızlığı, babasızlığı yeniden hatırladı. Parasızlık yüzünden izinsiz geçen askerlik, hastalandıklarında alamadıkları ilaçlar, işsiz geçen yıllar belirdi kafasında. Çocuklarına almadığı oyuncakları, yapmadıkları tatilleri, yaşayamadıkları hayallerini anlattı karşısında oturan bakımevi arkadaşına. Dizine oturtup sevemediği torunları geldi gözünün önüne. Belki bir dedeleri olduğunu bile unutmuşlardı. Yıllardır görmemişti hiç birini. Başını çevirdi gözyaşlarını saklamak için.

Hayatına tek bir amaç yerleştirmişti, parasız kalıp kimseye muhtaç olmamak. Para yaşamasını kolaylaştıracak bir araç olmak yerine yaşamanın amacı olmuştu bu yüzden. Şirket sahipleri sadece parasını gaspetmemişler, hayatını almışlardı elinden. Bu yüzdendi kendine kızgınlığı. Bu yüzden acılarıyla yalnız kalmayı seçmişti. Bu yüzden kendisini de hatasını da affedemiyordu.

Birden kalktı yerinden, hızla odasına gitti. Dolabındaki dosyayı çıkardı. İçindekileri yatağın üstüne serdi. Önce şirketin imzaladığı senetleri ayırdı. Kâr payı vaat ederek kurulan şirkete Allah`ın bile ortak olduğunu söylemişti içlerinden biri. Diğeri hemen atılmış, susturmuştu arkadaşını. Faiz haram demişti birisi, çevredeki herkes onaylayarak kafa sallamıştı. Kurdukları fabrikaları anlatmıştı diğeri, resimler elden ele dolaşmıştı. Herkesin hayal etmeye bile korktuğu rakamlar uçuşmuştu havada. Senetler imzalanmış, isimler kaydedilmişti. Sahte senetlerin üzerine alman markı yerine Türk parası yazıldığını mahkemede öğrenmişti.

Sonra avukat ve mahkeme masraflarını ayırdı bir kenara . Kesip sakladığı gazete haberlerini koydu alt alta. Bazılarını tekrar okudu. Bir depremzede kendisi için toplanan yardım paralarını yatırmış, aylık masraflarını kârdan karşılamayı ummuştu. Bir anne kaza geçiren oğluna ödenen tazminat parasını vermişti şirkete, kârdan gelecek parayla oğlunun tedavi masraflarını karşılamak istemişti. Bu tür şirketlere kaptırdığı paralar yüzünden kalan ömrünü akıl hastanesinde geçirenler olmuştu. Dağılan yuvaların, çekilen acıların hesabını verecek kimse yoktu ortada.

Bütün kağıtları topladı üst üste. Sonra bulduğu bir poşete doldurdu hepsini. Bahçeye çıktı. Kuytu bir yer buldu. Bir sigara yaktı önce, sonra torbadaki kağıtları yaktı teker teker. Son kağıt da yanıp kül olunca kalktı yerinden. Yeni bakımevi arkadaşı hala aynı yerde oturuyordu. Selam verdi eliyle. Sonra sordu:

Sen alazlama nedir bilir misin?

PAYLAŞMAK İÇİN