Cassie Wright ya da Ahmet Güneştekin

Güneştekin’den; küresel sanatın eğilimlerini, sanatın ‘in ve out’larını, mavi ve kırmızının çok sattığını, öldükten sonra keşfedilme döneminin bittiğini, işletme okuduğu için kafasının aynı zamanda iş kafasıyla da çalışıyor olduğunu, eserlerin evet çok pahalı olduğunu ama 20- 30 bin dolara alınabilecek eserleri de olduğunu ve daha nice değerli bilgileri de ediniyoruz

 

ELVAN ÇUBUKÇU

Ölümsüzlük Odası adlı sergisinin en önemli parçalarından olan yerleştirmeyi üç sene önce Haliç Tersane’de tesadüfen görmüştüm; boynuz duvarı parantezlerin arasına yerleştirilmiş yüzlerce küçük kurukafadan oluşmuş orantısı çok da yerli yerinde olmayan devasa bir kurukafa ve yine yüzlerce kurukafadan oluşmuş, dışarı düşüp metrelerle uzayıp gitmiş dili.  Ölüm ya da ölümsüzlük kavramına atıf olarak bu kadar parlak ve derin bir metafor seçen sanatçıyla öyle tanışmıştım; Ahmet Güneştekin… Yaşayan, yapıtları en pahalı Türk ressamı.   

Kurukafa… İnsanlık tarihinde, sanat tarihinde bir mecaz, alegorik bir imge olarak kullanılmaktan bitap düşmüş nesne. Ergen odalarında lamba, içmimar adamın evinde cam koltuk, ‘gotik kız’ın odasında kokulu mum, rap krallarının parmağında elmas yüzük olarak en kiç biçimlerle kullanılma şanssızlığına erişmiş o en bayat, en basmakalıp nesne. Bunu ben diyorum ama hafızasızlığa balık, yüzleşmeye ayna, ölüme kurukafayla eğretileme yapmak gibi son derece özgün fikirlerin sahibi ‘modern Türkiye’ resim tarihinin en pahalı adı olunca işler değişiyor elbette.

Sergi dönemi olduğu için, ekranlarda, ‘cemiyet’ programlarında, cemiyet dergilerinin parlak kâğıtlarında sık sık ve uzunca yer veriliyordu sanatçıya. Yapıtlarını nenesinin masalları, bereketli coğrafyamızın mitleri, meselleri, tuzluktan, el bezine kadar her şeyle ilişkilendirebildiği Zülkarneyn hikâyesi çevresinde şekillendirip  ‘kadim coğrafya, doğu/batı, geçmiş/gelecek, Kürt illeri, barış, Gılgamış, modernite, hafıza, ölüm’ gibi yaklaşık 20 parolamsı kelime etrafında dönenen ‘duygusal’ ve çok gözde girişlerle beziyordu. Kreşendo bir yolculuk yaptığımızı finaldeki adlar ve rakamlarla sersemleyerek anlıyorduk;  pek ünlü işadamı Fettah Tamince tarafından finanse edilen eseri için 130 asistanla çalışmıştır sanatçı. Eser boyu 7 metreyi bulmuş,  13 ayda, 6 döküm atölyesinde, 22 bin parça boynuz ve kurukafa dökümü yapılmıştır. 35 ton alüminyum kullanılmıştır.  Eyfel Kulesi’nde kullanılan, her türlü hava şartına dayanıklı boya ile renklendirilen eserin sadece maliyeti 1 milyon dolardır.

Sonrası çok bildik. İnstagram tanıtımına kendisi için “Siz benim potansiyelimin sadece fragmanını görebilirsiniz” yazan mutena semtlerin cevval yaşam koçlarından, hayat gurusu yogilere, holdinginin girişine devasa ebatlarda Burberrys desenli tablo arayan hayırsever girişimcilerden, “Mars 7. evden kovuldu, rahat bir nefes alabiliriz artık” duyurusuyla takipçilerinin yüreğine su serpen estetik-moda bloggercılarına ve olmazsa olmaz, her devrin halaybaşı yazarlarına kadar çeşit çeşit sanatsever sergiyi aşkla yazıyor, çiziyor, duyuruyor, koşup esriklik içinde geziyor, şanslı olanlar smokiniyle arzı endam eden alçakgönüllü sanatçıyla özçekim şansı yakalıyordu.

Kameralara, mikrofonlara, kayıt cihazlarına müthiş bir özgüvenle konuşan Güneştekin’den; küresel sanatın eğilimlerini, sanatın ‘in ve out’larını, mavi ve kırmızının çok sattığını, öldükten sonra keşfedilme döneminin bittiğini, işletme okuduğu için kafasının aynı zamanda iş kafasıyla da çalışıyor olduğunu, günümüzün önemli İngiliz, Amerikalı sanatçılarının çoğunun sanattan ziyade ‘business’ kafasıyla çalıştığını, eserlerin evet çok pahalı olduğunu ama 20- 30 bin dolara alınabilecek eserleri de olduğunu, kendine ‘oğlum’ diyen manevi babası Yaşar Kemal’i ve daha nice değerli bilgileri de ediniyorduk.

Ahmet Bey ne zaman konuşsa, ne zaman 22 bin parça boynuz ve kurukafadan, 35 tondan, 7 metrelik yükseklikten, 15 dakikada satılıp tükenen eserlerinden, üst üste dizilmiş yırtık ve çamurlu binlerce Yezidi mestinden, yüzlerce renkli tabuttan, binlerce isim tabelasından, 400 kişilik yemekli sergi açılışından bahsetse… Ne zaman renkli plastiklerden, dışbükey aynanın etrafına döşenmiş ‘church, konstantiniyye, mosque’ sözcüklerinden, savaş coğrafyalarında yıkılan evlerden getirilmiş eşya yığınlarının üzerinden buram buram ajitasyon, bayağılık, yara kaşıma ve duygu sömürücülüğünün berbat kokusu ortalığa saçılsa… Ne zaman sanatı milyon dolarlık özsüz, anlamsız fason meta öbeklerine, metrelere, tonlara, New Yorklara, Dubailere, Hazar petrolü ve havyarıyla semirmiş oligarklara dönüştürse, aklıma bir roman karakteri geliyor hep; Cassie Wright.

Chuck Palahniuk’un Ölüm Pornosu romanının başkarakteri. Mesleğini bir rekor denemesiyle, bir günde 600 kişiyle seks yaparak taçlandırmak isteyen porno film sektörü kraliçesi Cassie Wright.

Cassie Wright bu rekor denemesi sırasında önce bilincini kaybediyor sonra ölüyor.

Bu zamanın, bu ruhunda ise sanat bilincini kaybedip ölüyor.

 “İki klişe insanı güldürür, yüz klişe duygulandırır.” diyor gülümseyerek Umberte Eco son derece vasat bulduğu Kazablanka filmini eleştirirken.

 

Hafıza Odası, Ahmet Güneştekin

 

Ahmet Güneştekin ve onlar olmasa sanatımızın çölleşeceği ‘Cemiyet’ yüksek bireyleri

 

Meşhur Kurukafa önünde, Sezgin Tanrıkulu

 

En az Fettah Tamince kadar sanat dostu olan Murat Ülker

 

Ebru Yaşar’dan, Arda Turan’a, Bayan Aliyev’den daha nicesine… Sanatın ve sanatçının değerini bilmek…

Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in eşi ve Azerbaycan Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı Mihriban Aliyev ile kızları Arzu ve Leyla Aliyev, Daax Corporation Yönetim Kurulu Başkanı Hassan Gozal, Azerbaycan Kültür Bakanı Abulfaz

 

Ahmet Güneştekin ve hafızalarımızda çok özel yeri olan iki büyük sanat tüketicisi: Güneri Civaoğlu ve Ertuğrul Özkök

 

Haydar Aliyev’e Vefa 1, detay                                                                                           – fotoğraf alt yazıları Eskimiyen tarafından konulmuştur-