Gerçek Gurbet Hikayeleri-ERDAL

Bazen buğday başaklarının arasında görürdü kendini rüyalarında, bazen de tersanede kaynak yaparken. Ama en çok da anavatana arabayla ilk gittigi seyahati görürdü. O yol hiç bitmezdi rüyalarında…

HATİCE BEKTAŞ

Erdal yatağının üstüne oturdu. Kahvaltıdan sonra ilaçlarını alıp almadığını hatırlamaya çalıştı. Düşündü, hatırlayamadı. Sonra vazgeçti. “Olsun”,dedi kendi kendine, bir gün eksik, bir gün fazla yaşasa ne olacaktı. Ne kalmıştı geriye yaşamak için.  

Danimarka`ya geldiği günleri hatırladı. Bir ömür geçirmişti buralarda. Kendini hiç bir zaman buraya ait hissetmese bile doyduğu, çocuklarının, torunlarının doğduğu yerdi burası. Onlar daha çok benimsiyorlardı buraları. Buralı olmuşlar, işlerini yuvalarını kurmuşlardı.

Ablası ve eniştesi getirmişti onu Danimarka`ya. Onlar anavatana tatile geldiklerinde özenirdi onlara. Büyük bir arabayla gelirler, bol bol  para harcarlardı. Kocaman bir ev yaptırmışlardı köye. Birkaç da tarla almışlardı. 

Onun da az da olsa tarlası vardı. Ama çiftçilik kolay değildi. Her zaman emeklerinin karşılığını alamıyorlardı. Hem anne baba hem de okuyan iki kardeşi vardı. Kıt kanaat geçinmekten yorulmuştu. Ablasından kendisini de oraya götürmesini istedi. Ailesini rahat ettirmekti amacı.

Danimarka`ya gidebilmenin tek yolu Danimarka`da yaşayan biriyle evlenmekti.

Avrupa işçi alımını durdurmuş, sınırlarını kapatmıştı. Danimarka`ya gidebilmenin tek yolu Danimarka`da yaşayan biriyle evlenmekti. Bir tanıdığının Danimarkalı kız arkadaşının para karşılığı formalite evlilik yapıp başkalarının yakınlarının işçi olmalarına yardımcı olduğunu duymuştu. Eniştesi böyle birini bulursa o da giderdi Danimarka`ya. Ablası Avrupa`nın onların sandığı gibi olmadığını söylese de gördükleri ona farklı bir hayatı anlatıyordu. 

Ablası ve eniştesi ellerinden geleni yapacaklarına söz verdiler. Bir süre sonra da birini bulduğunu haber verdi eniştesi. Eşinden boşandıktan sonra vize alıp Danimarka`ya gidecek, Danimarkalı bir kadınla kağıt üstünde evlilik yapacaktı. Bunun için evlendiği kişiye yüklü bir para ödenmesi gerekiyordu her ay. Sürekli ikamet ve çalışma hakkını kazanınca da boşanıp karısını ve çocuğunu götürecekti. Karısının hoşuna gitmedi fikri. Günlerce surat astı, ağladı.

Karısını ikna etmişti sonunda. Pasaport ve vize işlemlerinden sonra Danimarka`ya gelmişti. Çok şaşırmıştı Danimarka`daki tek düze yaşama. Evden işe, işten eve süren renksiz bir yaşam. Akşamları seyredilen Kemal Sunal filmleri, konu komşu ziyaretleri dışında hayata dair hiç bir iz yoktu günlük yaşamda. Akşamları herkes evine çekilir, sokaklar bomboş kalırdı. Hele eniştesinin köye yaptırdığı büyük evin yanında küçücük bir dairede yaşıyor olmalarına daha çok şaşırmıştı. 

Türkiye´deyken kafasında oluşturduğu Avrupa değildi karşılaştığı

Kazanılan her kuruşun hesabı yapılıyordu. Günlük mutfak alışverişleri için bile ucuz süpermarketlerin reklamları inceleniyordu dikkatle. Ucuz olan yiyecekler ya da temizlik malzemeleri yeni bir ucuzluk zamanına kadar yetsin diye bolca alınıyordu. Anavatandan getirilen kuru yiyecekler, çerezler çok kıymetliydi. Sebzeler, meyveler çok pahalıydı, kiloyla değil taneyle satılıyordu. Hafta sonları pazardan, mümkünse kasayla alınıyor ya da pahalı olanlar tercih edilmiyordu. Hele ev kiraları kazançlarının büyük bir kısmını alıp götürüyordu. Onun hayal ettiği gibi bol kazanılıp bol harcanmıyordu. Kazançlar çok düşük, hayat çok pahalıydı. Türkiye´deyken kafasında oluşturduğu Avrupa değildi karşılaştığı. Kıt kanaat geçinen ailelerin para biriktirmek için nelere katlandığını hayal bile etmemişti. Hele Türkiye`de bit pazarı tabir edilen yerlerden kıyafet ya da ayakkabı aldıkları hiç aklına gelmemişti. 

Evlendiği Danimarkalı kadının bir sevgilisi vardı. Nikah için imza atarken bir kez karşılaşmıştı o zamanlar eşi olan kişiyle. Sonra sevgilisinin elinden tutup yoluna gitmişti evlendiği kadın. Her ay için ödeyeceği miktar belliydi. Serbest oturum hakkını kazanınca da boşanacaklardı. O bu sürede ablasının evinde kaldı. Salondaki koltukta yattı bu süre içinde. 

İş bulmak hiç kolay değildi. Önce temizlik işine başladı. Daha önce hiç temizlik yapmamıştı, kadın işiydi temizlik, erkek elini sürmezdi. Ama hem ailesine para gönderecek hem de evli olduğu kişiye her ay para ödeyecekti. Sabaha karşı bisikletle gidiyordu işe, eve gelip bir kaç saat dinlendikten sonra tekrar dönüyordu işine. Çok yoruluyordu ama şikayet etmiyordu. Ara sıra ablasına para veriyor, ya da alışveriş yapıyordu. Hafta sonları eniştesiyle Türk kahvehanesine gidiyor, diğer Türkiyelilerle sohbet ediyordu.

Bu sohbetlerden birinde tanıştığı biri ona kaynakçı olarak çalışmak isterse ona daha iyi bir iş bulabileceğini söyledi. Kaynak yapmayı bilmediğini söyledi. Sorun değildi, iş yerinde öğrenirdi. Firma meslek içi eğitim kurslarıyla işi öğrenmelerine yardımcı oluyordu.

Oturdukları şehire yakın bir köydeki gemi tersanesinde işe başladı. İşe bir iş arkadaşının arabasıyla gidip geliyordu. Yol masraflarını birlikte karşılıyorlardı. 

Artık daha iyi bir maaş alıyordu, ama daha çok çalışıyordu. Üstelik sağlık açısından daha tehlikeli bir işti. Bir dizi kurslara gönderdi firma onu diğer işçilerle birlikte. Dili bilmediği için fazla anlamıyordu. İşini kaybetmek istemediği için anlıyormuş gibi yapıyordu. Görerek öğreniyordu her şeyi. Akşam yattığında kafasından bir kez daha geçiriyordu gördüklerini, anlamlaştırmaya, unutmamaya çalışıyordu. Bazen bitirmeleri gereken iş olursa iş bitmeden eve gidemiyorlardı. Sık sık gece yarılarına kadar çalışıyorlardı. Fazla çalıştıkları saatlerin ücretini veriyordu şirket. Eline çok para geçtikçe hevesleniyordu, daha çok çalışıyordu. 

Boşanırken görmedi bile artık eski karısı olan kadını 

Serbest oturum kartını aldıktan kısa bir süre sonra boşandı Danimarkalı karısından. Boşanırken görmedi bile artık eski karısı olan kadını. Her ay eniştesi götürür verirdi parayı. Boşanma işlemlerini de eniştesinin tanıdığı bir tercüman yapmıştı onun adına, ücret karşılığında. 

Bu süre içinde hiç tatile gitmemişti anavatana. Karısını da, oğlunu da çok özlemişti. Onca zamandan sonra yaz tatili hiç gelmeyecekmiş gibi geldi ona. Karısını oğlunu tekrar göreceği, birlikte tekrar kuracakları yuvanın hayalleriyle teselli oldu bu süre içinde. Kiralık ev tuttu, dayadı döşedi. Yeni eşyalar alamamıştı, ama olsun. Karısı becerikliydi, şirin bir yuva haline getirirdi gelince. Son zamanlarda kendi evinde kalmaktan, kendi yatağında yatmaktan mutluydu. 

Tatile ablası ve eniştesiyle gitmişti. Üç gün süren yolculuk çok uzun gelmişti ona. Karısıyla tekrar evlenip vize işlemlerine başvurduğunda çok sevinçliydi. Artık rahat bir gelecek onları bekliyordu. Sayılı günler geçip tekrar yola koyulduğunda gelecekten daha umutluydu. Kimseye muhtaç olmayacaklardı bundan sonra. Kardeşleri de eğitimlerini rahat rahat bitirecekler, meslek sahibi olacaklardı.  Annesi babası da yaşlılıklarında daha rahat yaşayacaklardı. Ufukta güzel günler vardı.

Karısının ve oğlunun Danimarka`ya gelmesi uzun sürmedi. Küçük, mutlu bir aile oldular. Kısa bir süre sonra da kızları dünyaya geldi. Oğlu okula başlamıştı. Dancayı öğrenmiş, onlara arada bir tercümanlık bile yapabiliyordu. Kızı biraz büyüyünce karısı da bir fabrikada işe başladı. Kazandıklarından biriktirdikleriyle köye güzel bir ev yaptırdılar. Üçüncü çocuktan sonra artık hayatlarının düzene girdiğini düşünmeye başladılar. Danimarka`daki tek düze yaşama onlar da alışmışlardı. 

Sağlık sorunları başladığında aldırmadı önce. Soğuk algınlığı, geçer diye düşündü. Ama nefes nefese kalıyor, enerjisi çabucak tükeniyordu. İşini kaybetmek istemediği için sık sık rapor almıyor, hasta da olsa işe gidiyordu. Uzun bir süre sağlık sorunlarına rağmen çalışmaya devam etti. Kaynak işinden kaynaklanan astım teşhisi konulduğunda çok üzüldü. İyi para kazandığı işini bırakmak zorunda kalmıştı. Üstelik artık ağır işlerde çalışmasına izin vermiyordu doktorlar. İşsizlik maaşı, hastalık ödeneği, kısa süreli ufak tefek işler derken uzun ve yorucu bir süreçten sonra erken emekliliğe sevkedildi. Bu arada şeker hastalığı, yüksek kolesterol ve tansiyon gibi hastalıklar da teker teker ortaya çıkınca hayatını sadece doktor, hastahane ve ilaçlar doldurmuştu. Eline geçen para da artık sadece yaşamalarına yetiyor, para biriktiremiyorlardı. 

Karısı uzun süre çalışmaya devam etti. Çocukları büyüyüp kendi yuvalarını kurunca anavatana dönüp yaşamayı düşündüler. Ama her ikisinin de ciddi sağlık sorunları yüzünden bu isteklerini yerine getirmeye cesaret edemediler. Her yıl uzun süreli tatiller yaptılar köylerinde. Danimarka`dayken anavatanı, anavatandayken çocukları ve torunları özlemekle geçti kalan ömürleri. 

Yaşlandıkça çocuklaştığı, yufka yürekli olduğu için kızdı kendine. Erkek adam ağlamaz diye öğretmişlerdi ona

Yokluk, yoksulluk görmüştü. Şükür varlığı da yaşamıştı. Ama yokluk günleri hep yüreğinde yara, sırtında kambur gibi takip etmişti onu. Tekrar yoksul olmaktan, birilerine muhtaç olmaktan korkmuştu. Bu yüzden hep dikkatliydi. Para, varlık sahibi olmak için gelmişti buralara. Boşa harcanan her kuruş onu tekrar eski günlerine götürecek diye korkar, aksileşirdi bu konuda. Çocukları da, gelinleri ve damatları da hiç anlamamıştı onu. Yoksulluğun ne demek olduğunu anlatamamıştı onlara. Korkularını sadece kendisi yaşamıştı. Bir de rahmetli eşi. Duygulandı, yüreğine acı çöktü. Anavatanda vermişti toprağa karısını, o öyle istediği için. Köyüme gömün beni diye vasiyet etmişti. Dirim gidemedi ama ölüm anavatana gitsin demişti, defalarca. 

Köydeki mezarlıkta, yapayalnız kalmıştı karısı. Keşke mezarı burada olsaydı, gider dertleşirdim onunla, hasret giderirdim sık sık diye düşündü. Bakımevine geldiğinden beri gidememişti anavatana. Mezar taşını bile özlemişti. Gözpınarlarından iki damla yaş süzüldü. Elinin tersiyle sildi.  Yaşlandıkça çocuklaştığı, yufka yürekli olduğu için kızdı kendine. Erkek adam ağlamaz diye öğretmişlerdi ona. 

Yatağa uzandı, gözlerini kapattı. Biraz sonra hastabakıcı gelir, durmadan konuşurdu. Söylediklerinin coğunu anlamıyor, hiç bir şeyi anlatamıyordu. Hastabakıcı bilirdi ilaçlarını alıp almadığını. Boşver dedi, anlamak bir dert, anlatmak iki dert. Bir gün eksik, bir gün fazla diye düşündü tekrar. Son günlerde ölümü sıkça düşünür olmuştu. 

Büyük heveslerle köyde yaptırdığı ev artık dökülmeye başlamıştı. Kardeşleri eğitimlerini tamamlamış, büyük şehirlerde yaşıyorlardı. Anne ve babası da vefat edince ev kendi haline bırakılmıştı. Çocuklar sık sık o evin gereksiz bir yatırım olmasından bahsediyorlar, köye gitmeyeceklerini söylüyorlardı. Çocukları için köyün de köydeki evin de bir anlamı yoktu. O ev sadece o ve rahmetli karısı için kıymetliydi. Yoksulluktan kurtulup varlığa adım attıklarının kanıtıydı o ev. Çocuklarına iyi bir gelecek hazırlamak için katlandıklarının sembolüydü. Gurbette geçirilen yaşamın bedeliydi. O ev, hem onun için hem de rahmetli karısı için manevi değeri yüksek bir hazineydi. Mutlu geçen evliliklerinin ilk günleriydi. Yoksulluğa karşı verilen savaşın kalesiydi. Çocuklar için ise sinekli yaz tatili anılarıydı.

Bakımevinde yapayalnız hissediyordu kendini. Personel güleryüzlü ve yardımseverdi. İlaçlarını, bakımını ihmal etmiyorlardı. Çocukları, torunları ziyaretine geliyorlardı işlerinden fırsat buldukça. Ama etrafında sohbet edebileceği kimse yoktu. O kadar çok şeyi özlemişti ki, en çok neyi özlediğini sıralayamıyordu bile. Çocukluk arkadaşları, köyünün havası, karısı, hatta kuru fasülyeyi bile özlemişti. Bazen buğday başaklarının arasında görürdü kendini rüyalarında, bazen de tersanede kaynak yaparken. Ama en çok da anavatana arabayla ilk gittigi seyahati görürdü. O yol hiç bitmezdi rüyalarında. Tıpkı şimdi karısının mezarını ziyarete gidemediği gibi bir türlü ulaşamazdı karısına ve çocuğuna.

Hastabakıcı içeri girdiğinde gözleri açık tavana dikili buldu Erdal`ı. Seslendi, neşeyle selam verdi. Pencereyi açtı, içeri temiz hava girsin dedi. Seslenmediğini farkedince yatağa yaklaştı. Nabzına bakmak için elini uzattı. Vazgeçti. Elleriyle gözlerini kapattı Erdal`ın.

PAYLAŞMAK İÇİN