Futbol Yazısı Yazdım

Merak bu ya, bu kez de dayanışmacı grup psikolojisini ölçeceğim. Önümde, tezahürat yapmaktan kendinden geçen bir adamın ense köküne ikide bir çekinip çükünüp tokadı yapıştırıyorum da, tık yok! Ne tıkı ya dönüp de enseme vuran kimdir, diye baktığı bile yok. Adamın sessizliğinden güç alıp nasıl bir yapıştırma yaptıysam bir ara aa aah, diyerek dönüp de gözleri çakmak çakmak olmuş hâlde…

 

 

SAMİ GÜNAL

Bilinsin ki bilmediğim bir alanda yazı denemesine kalkışıyorum. Hayatta aklıma gelmezdi futbola bulaşmış bir yazı yazacağım. İstesem de beceremezdim. İlgim sıfır.

İlgim, Bülent Ecevit kadardır. Benim için iki dönem Ecevit vardır. İkinci dönem Bülent Ecevit’le tek ortak noktam, futbolun tanımlanması üzerinedir. Ben de onun gibi, “Anlamıyorum, 11 kişinin ve dahi futbol endüstrisi baronlarının kazancı peşinde neden milyonlarca insan koşar?” diye düşünürüm.

Efendim, karantina günlerinde kaleci Rüştü hastaneye kaldırılmıştı. Yapılan korona testi pozitif çıktı, denilince üzülmüşüm tabi. Neyse ki eşi olan Işıl kızımızın dokunaklı mesajıyla atlatmış olduğunu öğrenmiştik de tüm köyce rahatlamıştık.

Köyce mi? Birazdan buraya geleceğim efendim.

Rüştü eniştemiz koronayı taca çıkartmıştı.

Kovit-19 denen virüs, hayatın akışını öylesine değiştirmişti ki literatüre denk gelen deyimle devrim yapmıştı. Bu, bir köklü değişiklikti. Beni de umulmadık mecralara getirmişti. Hatta karantina günleri ilerledikçe hayatımdaki bir dengeyi yıksam mı, yıkasam mı aşamasına sürüklendim. Eve kapanılan gün sayısını unutmuştuk. Civciv, yumurtadan 21. günde çıkar. Demek ki yeni bir hayatın varoluş süresine yataklık yapabilen döngüleri aşan kapalı bir hayat sürmüştük. Zaman zaman arzulanan insansızlığın büyüsü kaçmaya başladıydı. Gerilime dönüşmüştü.

Futbola bulaşıklığım yok, dedim de o kadar da değil canım! Ortaokul sıralarında kuzenim Rıza’ya uyup da belki yirmi otuz maç izlemişliğim vardır. Hem de lig takımlarının maçlarını. Son olarak dört beş yıl önce yine Antep’te daimi vakit geçirdiğim kuzenlerimden o saatte ayrı düşmemek, hem de görece küçük şehirden canı sıkılan oğluma jest yapmak için iki maç daha izlemiştim çocukluğumdan sonra.

Riski göze alarak sırf sosyo psikolojik bir deney olsun diye Antep taraftarlarının içinde karşı takım taraftarlığı yaptım. Taraftarlık becerim ne olmalı ki? “Yürüyün aslanım, şu atele (gerksiz-kötü) Antep Spor’un üzerine… Silkele de *Mametler düşsün…” gibi anlamsız bağırmalarımdan öte bir şey yok. (*Yerel ağızda Mamet: Memet/Muhammet)

Daha durur muyum?

Futbol umurumda değil ki bana şenlik lazım. Merak bu ya, bu kez de dayanışmacı grup psikolojisini ölçeceğim. Önümde, tezahürat yapmaktan kendinden geçen bir adamın ense köküne ikide bir çekinip çükünüp tokadı yapıştırıyorum da tık yok! Ne tıkı ya dönüp de enseme vuran kimdir, diye baktığı bile yok. Takımına olan kızgınlığından dolayı acının farkında bile değil. Adamın sessizliğinden güç alıp nasıl bir yapıştırma yaptıysam bir ara aa aah, diyerek dönüp de gözleri çakmak çakmak olmuş hâlde,

— N’apisin ağam seen ya, diye çıkışınca aynı kızgınlıkla,

— N’aptığımı ben biliyor muyum ki ya ağam? Kaçırılır mıydı ulan, bu pozisyonlar? Ona kızdım be! Yeter ki yensinler de yediğimiz tokat olsun, dedim.

Asıl can yanmasını unutup futbol fanatizmi üzerine dayanışmacılık uyutulmasıyla hak verir şeklide,

— Heç sorma ya kondisyonumuz eksik ağam, kondisyonumuz!

Demesiyle ohh be, dayak yemeden deney tamam, dedim. Artık ne işe yarayacaksa?

Ben, dayak yemedikçe iç âlemimde toplum psikolojisinin ayarını ölçebilme yeteneğine sahip olmakla böbürlenirken yanı başımdaki kuzenimin “Ulan, bizim bu densiz şimdi başımızı belaya sokacak!” bakışlarını yakaladım ama o da maç kızgınlığından beni umursamıyordu bile.

Durun, futbolla olan ilgimi tamamlayayım. Orta birinci sınıftayız. Milli maç varmış. Sınıfın çoğunluk erkeleri kaçınca ben de kaçtım ama maç falan izlemedim. Devlisi (ertesi) gün Fransızca öğretmenimiz Osman Kurtaran,

— Dün maça kaçanlar tahtaya çıksınlar! Onlara tek bir sorum olacak. Soruyu doğru yanıtlayanları affedeceğim, deyi çıkıştı.

Tahtadan duvar dibine uzanan kuyruğun en arkasına geçtim ki bir şey öğrenip de vereceğim cevapla kendimi kurtarayım istedim.

Osman Hoca sordu,

— Ofsayt nedir?

Değil doğru, yaklaşık anlamda bir yanıt veren dahi yok. Geç bakayım, cezalısın cezalısın cezalısın…

Eyvah! Sıra bana geldi.

— Hocam, futboldan anlamam. Herkes kaçtı, ben de kaçtım.

— Aferin! Hem yanlış bir şey söylemiyorsun hem de boş sınıfta duramazdın, mağdursun, geç otur dedi.

Hocamız ofsaydın ne olduğunu anlattı. Şimdi sorun anlatayım size. Biliyorum yani.

Bu olay, çocuk aklımda çok ufuk açtı. Bilmediğiniz şeylerin peşinde koşuyorsunuz. Peşinde koştuğunuz şeyleri bilin. Önce bil, sonra yap. El fenerini dahi açmadan önce prospektüsünü okumam ondandır.

E futbolla tanışıklığı, ilgisi bu kadar olan bir adamın top-topçu kültürü ne olsun da Rüştü’yü bilebilsin? Benim Rüştü’yü bilişim bambaşka bir kanaldandır.

Fenerbahçe’nin kalecisi Rüştü’nün bizim enişte olduğunu söylesem kim inanır? ( Dün öğrendim ki Rüştü Beşiktaş’a transfer olmuş da Fenerliler onu artık kendilerinden saymazmış. Futbol aktüalitem bu kadar işte!)

Dostlarım şaşıracaklardır. Ne alaka? Korona, bu gerçeği itirafıma sebep olacak. Evet, ilk kez söz ediyorum. Rüştü, gerçekten eniştemizdir.

Aslında yukarıya dostlarımın ağzından koyduğum “ne alaka” hayreti ne saçma!

Ünlü bir futbolcu uzaylı kızla mı evlenecekti? Elbette yerdeki kızlardan birisiyle evlenecekti. E dünür aile neden bizim çevreden olmasın ki? Olur olmasına da ünlü birisiyle irtibatlı olmak, çevrede ilgi yaratmakla birlikte sanki sizin yakın çevrenize yakışmazmış gibi nereden çıktı şimdi bu, nidasını da yaratabilir. İnsan, tekilliği olan ya da diyelim ki sosyetik olayların kendi çevresinde olmasına pek alışık değildir de ondan böylesi tepkilere yönelir. Benimkisi de o hesap.

Rüştü’yle evli olan Işıl, bizim kızımızdır. Çocukluğunu bilirim. Köylümüz Birsen-Mehmet Çepe çiftinin kızlarıdır. Malatya Akçadağ kökenli olmalarına rağmen bizim köylüdürler. Yuvarlak 55 yıllık bizim köylüdürler. Aile, bizim köyle içe içe geçmiştir. Işıl’ın amcası, köylümüz ve yakın aile dostlarımızın kızı olan ablayla evlidir. Işıl’ın amcasının oğlu yine köylümüz ve aile dostlarımızın kızlarından diğer bir ablayla evlidir. Işıllar, köyümüzdeki diğer bir aileyle kirvedirler. Rüştü’nün kayınbabası olan Mehmet Çepe, okul bahçesinde boş avare gezerken beni yakalayıp okula kaydeden; köyümüz okulunun o zamanki müdürüdür.

Bir 12 Eylül öyküsü olan “Çocuk ve Darbe” isimli hikâyemin içerisinde geçen bir pasajı alacağım buraya:

“Okumaya pek hevesli, tahsil aşığı (!) Midil Hüseyin, Kekeç Ali, Kel Yaşar, Aço Aziz ve diğerleri okulun açılış günü bir yandan bahçedeki sıraları ıslak bezle silerken, diğer yandan da dişlerinin arasında homurdanarak Müdür Çepe’ye çaktırmadan,

— Lan, g.t verenler burada ne işiniz var? Müdür Çepe gelir şimdi sizi tutar da okula yazdırır ha! S.ktirin gidin, diyerek küçük çetelere azar çekerler.

İki Çelet, bize ne bize ne, diye omuz silkerken Müdür Çepe, bizimkilerin kulaklarından tutup da o ince sesiyle, gelin bakiiim, siz kimlerin çocuğusunuz, diyerek yaşları küçük olduğu hâlde bunları okula kaydetmesin mi?

Vaaay anam vay! Tahsil aşığı büyük abiler, bizim Çeletler sanki düşman eline tutsak düşmüş gibi onlar adına yasa bürünüp aniden travmaya uğrarlar. Şunların derdine bak! Okul hayatı bu abiler için bir züldür!”

Nerden bilebilirdik ki korona diye bir bela gelip yeni bir dünya düzeni oluştururken yakaladıkları arasında kaleci Rüştü de olacak? Ben de içinde futbol olmasa da en azından futbol aktörü geçen bir yazı yazarak o futbolcuyla ister organik, ister inorganik diye değerlendirilecek ilintimi yazaydım?

Daha durun hele! Belki de hızımı alamayıp bir Maradona yazısı yazarım.

 

paylaşmanız için