Dünya Hukuk Günü’nde Gözleri Bağlı Eğitim

İpin ucu kaçtı, her alanda olduğu gibi yozlaşma, niteliksizlik hukuk eğitiminde de görülür oldu. Ben bu yozlaşmanın, bu itibarsızlaştırmanın bilinçli yapıldığını düşünenlerdenim. Hele de taşra üniversitelerini gördükçe, 1960’lardaki lise eğitiminin günümüz üniversite eğitiminden kat kat ileride olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır

 

 

AV. CEM BAYINDIR

1967 yılından beri her 10 TemmuzDünya Hukuk Günü”. Her şeyin olduğu gibi hukukun da günü var ve kendi aramızda ufaktan da kutluyoruz.

Biliyorsunuz siyasal bir kararla Boğaziçi Üniversitesi’ne üst üste iki rektör ataması sonrası, yine siyasal bir oldu bittiyle, yine bu üniversite bünyesinde bir hukuk fakültesi kurulmuştu. Henüz öğrencisi olmayan fakültenin dekanı ilan edilen Selami Kuran adlı kişi de her gün yandaş televizyonlarda hukuk-adalet-siyaset üzerine görüşleriyle karşımıza çıkar oldu.

Yine geçen gün Çorum’da Esme Dalgıç adlı 76 yaşında bir teyzemiz de, Yükseköğretim Kurumları Sınavına (YKS) girmiş, sınav sonrası “öteki okullara pek gözüm kesmiyor ama ben hukuk okumak istiyorum” biçiminde bir de beyanda bulunmuştu.

Son birkaç yılda, yurt dışında uyduruk okullarda, Türkiye sınırları içinde de illerde, ilçelerde merdiven altı, bina diplerindeki BİM, A101 tarzı okullarda, vakıf üniversitelerinde okuyup, daha doğrusu parayı bastırıp mezun olan hukukçu sayısı o denli arttı ki, iş laçkalaştı denilebilir. Hatta durum o kadar çığırından çıktı ki, kimileri bu okulları online, bilgisayar üzerinden ve zevk için bitirmeye; emekli, öğretmen, mühendis, doktor, gazeteci unvanına bir de hukukçu kimliği eklemeye yarayan bir şans olarak görür oldu.

Profesörü, yetkin kadrosu olmayan ancak bol bol öğrenci kabul eden hukuk fakültesi sayısı -son günlerde daha da artmadıysa- şimdilik 100 civarında. Hukuk mezunu sayısı çoğaldıkça adaletin yükseleceğini sanan ender toplumlardan biriyiz sanırım.

Son 22 yılda çığ gibi büyüyen sorunlardan biri de eğitim. Dolayısıyla hukuk eğitimi de bundan nasibini almış durumda.

Hukuk eğitimi eskiden beri Türkiye’nin sorunlu konularından birisidir. 1988 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazandığımda, ülkemizdeki hukuk fakültesi sayısı altı idi. Kaldı ki bu altı sayısına ulaşılırken, yani İstanbul ve Ankara Hukuk fakültelerinden sonra, 1978 yılında kurulacak ilk okul olan Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin kuruluşu bile o dönemde birçok eleştiriye uğramıştı.

Dokuz Eylül Üniversitesini sırasıyla Marmara ve Selçuk ardından da Dicle üniversitelerindeki hukuk fakültelerinin kuruluşu izlemiş ve sayı altıya ulaşmış, 1991 Erzincan depremi sonrası uyduruk gerekçelerle kurulan Erzincan Hukuk Fakültesiyle de sayı yediye çıkmış, bu fakülte uzun yıllar bizim okulun bir binasının altında yani Ankara’da eğitim vermiş ve  böylece dünya üniversite tarihine geçmiş bir ilginçliğe de imza atılmıştı.

Şimdilerde ipin ucu kaçtı, her alanda olduğu gibi yozlaşma, niteliksizlik hukuk eğitiminde de görülür oldu. Ben bu yozlaşmanın, bu itibarsızlaştırmanın bilinçli yapıldığını düşünenlerdenim. Gözlemlerime göre, ülkemizde yalnızca hukuk fakülteleri değil öteki fakültelerde de eğitim ve öğrenim yozlaşmış durumda. Hele de taşra üniversitelerini gördükçe, 1960’lardaki lise eğitiminin günümüz üniversite eğitiminden kat kat ileride olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Aslında salt hukuk öğrencileri değil, öteki fakültelerde okuyan öğrenciler de, üniversite eğitimi ve öğrenimi yapabilmek için gerekli alt yapıya ve donanıma sahip değiller. Onlara ders veren akademisyenlerde de bu altyapı ve donanımın bulunmadığını söylemeye gerek var mı bilmiyorum.  

Biliyorsunuz 4+4+4 gibi zorlama sistem ile ilk, orta ve lise eğitimi ve öğretimi, öğrencileri üniversiteye hazırlama konusunda son dere­ce yetersiz kalmıştır. Çünkü Türkiye’de asıl çöken-çökertilen-yozlaştırılan  ilk-orta-lise eğitimi olduğundan öncelikle bu eğitim aşama­larının yeniden yapılandırılması, öğretmen yetiştiren okulların düzeltilmesi zorunludur.

Bizde özel olsun devlet okulu olsun tüm kurumlarda uygulanan eğitim sistemi, teste ve ezbere dayalı, öğrencilerin hızlı ve doğru yanıtlama becerilerinin geliştiril­mesi üzerine kuruludur. Sorgulama, yetenek geliştirilmesi, araştırma, eleştiri yapabilme gibi bir modelden son 50 gittikçe uzaklaşılmış ve son 20 yılda da her yıl değiştirilen sistemde daha doğrusu bir sistemsizlikte karar kılınmıştır.

Üniversitelerin asıl amacı öğrencilerin sorumluluklarını bilen, düşünen, sorgulayan, kültürlerini tanımalarına öncülük eden, kendi zihinsel ve yaratıcı becerileri­ni kavramalarını ve onların insan olarak sorumluluklarını bilen kişiler olarak, yani özerk birer birey olarak yetişmelerini sağlamaktır. Bunun günümüz üniversitelerinde başarılması olası değildir. Çünkü bu, ancak özgür, bağımsız, özerk üniversiteler ve buralarda görev yapan aynı niteliklere sahip akademisyenler eliyle mümkün olabilir.

Yine, üniversiteler tüm gelişmiş ülkelerde bilimsel çalışma yapılan yer demek olduğundan, bilim de özgür olmakla oluşan bir şeydir. İster öğrenci ister akademisyen, üniversiteli olmak özgür düşünceyi savunan bir birey haline gelmek, itaat ve biat etme­nin, müritliğin yerine, bağımsız, özerk, özgür kişilikli olmak demektir.

Üniversite eğitimi yalnızca bir diploma ve meslek sahibi ol­mak da değildir. Aynı zamanda kişinin kendisini her yönden geliştirmesi, bilinçlendirmesi de eğitimin bir amacıdır. Örneğin üniversite eğitiminde öğren­cilerin sinemaya, tiyatroya, operaya, konserlere, sergilere, spor etkinliklerine, müzelere gitmesi, kitap ve gazete okuma alışkanlığı edinmesi gibi etkinlikler büyük önem içerir.

Hukuk eğitimi ve öğrenimi yönünden de öncelikli koşul esasında okul sayısını en çok beşe düşürmek, tüm taşra okullarını kapatmak  olsa da her şeyin siyasallaştığı günümüzde bu pek mümkün değil.

Hukuk eğitiminde öğrenci kabulünün, doğrudan fakültelerin kendilerinin yapacakları sınava bırakılması yapılması gerekenlerden biri. Bu sınav, test usulü değil, hukuk öğrenimi yapmaya aday bir öğrencide bulunması gereken sözlü/yazılı anlatım yeteneğini, genel kültür düzeyini, analiz-sentez yapma, sorun çözme becerisini ölçecek ve değerlendirecek biçimde olmalı.

Giriş için yüksel bir taban puan uygulaması, hukuk fakültelerinin büyük kentler dışında kapatılması, fakültelerin ikinci ve üst bir eğitim kurumu biçiminde getirilmesi,  lisans öğrenimi görmüş olanların hukuk fakültelerine ka­bul edilmesi  de düşünülebilecek işlerdendir. Böyle bir düzenlemeyle, pek çok kişi ikinci bir eğitim sürecini göze alamayacağından, avukat, yargıç, savcı, akademisyen olmayı hedef olarak seçenlerin okuyacağı ve kalitenin geleceği bir eğitim olabilir. Böylelikle mesleğe giriş yaşı da daha olgun bir dönemde olacağından bu da bir kazanım sağlayacaktır.

Yine önüne gelenin, sırtını siyasal güce yaslayanların hukuk fakültelerinde akademisyen yapılması, hak etmediği akademik unvanları kolaylıkla alması da engellenmesi gereken bir başka iş olmalıdır.

Hukuk eğitim ve öğretimi için dört-beş yıllık bir süre yeterli olsa da mezuniyet sonra­sında avukatlık, hakimlik, savcılık gibi mesleklerin icra edilebil­mesi için mutlaka sınav sisteminin getirilmesi gerekir. Bu sınav, siyasal güççe değil bağımsız kuruluşlarca yapılmalı, böylelikle hukuk eğitimine kalite ve yetkinlik standardı geleceği gibi kalite bütünlüğü de sağlanma olanağı sağlanmalıdır.

Yukarıda da söz ettiğim gibi A101, BİM şubesi açar gibi türeyen hukuk fakültelerinin sayısının sınırlandırılması, büyük kentler dışında tüm taşra fakültelerinin hatta üniversitelerin kapatılması, gereksinim kadar ve nitelikli fakülte açılması, hukuk fakültelerine alınacak öğrenci sayısının da gereksinime göre belirlenmesi ve azaltılması gerekir.

Hukuk fakültele­rinin sahip olması gereken fiziksel koşullar ile gerekli öteki standartla­rın önceden tespit edilmesi de zorunlu olmalıdır. 

Hukuk fakültelerinde eğitim verilirken de  büyük sınıflarda veya amfilerde, yalnızca hocanın ders anlatımı ve ezbere dayalı modelden cayılarak küçük sınıflarda, öğ­rencilerin müzakere ve dava becerilerini, mütalaa verme tekniklerini geliştirmeye elverişli, tartışmalı bir eğitim ve öğretim modeli oluşturulmalı, sınavlar yazılı ve sözlü olarak yapılmalı, barolarla iş birliği içerisinde okulda staj uygulamasının başlatılması da düşünülmelidir.

Yine hukuk fakültelerinin mezunlarının yargıçlık ve savcılık ve hatta avukatlık sınav sonuçlarının, öğrencilerin mezun oldukları hukuk fakültelerinin isimleri de belirtilmek sure­tiyle Adalet Bakanlığı tarafından kamuya açıklanması da bir ilke olmalıdır.

Hele de avukatlık sınavının yeniden getirilmesi mutlak bir koşuldur. Çünkü bir mesleğe sınavla kabul sistemi, hem öğrencileri kalitesiz, niteliksiz, yetersiz fakültelerden, hem de yurttaşları, yani iş sahiplerini niteliksiz, yetersiz hukukçulardan koruyacak ve bu amaca hizmet eden bir güvence ve kalite ölçme sistemi kurulmuş olacaktır.  

Yılda 20-25 bin hukuk fakültesi mezunu veren yüzlerce fakülteli bir sistem, mezun olanların mesleğini yapamamasına, düşük ücretlerle çalıştırılmasına, yoksullaşmasına, denetimsizliğe, saygınlık yitimine neden olduğu gibi, dört yıllık eğitimi boyunca bir profesör hatta bir doçent bile görmeden okullar bitirilmesine, yine, bir veterinerin, bir ilahiyatçının ya da bir mühendisin hukuk fakültesi dekanı olması gibi gülünç durumlara da yol açmaktadır.   

Sonuçta eğitimdeki yozlaşma siyasetin hukuku, adaleti parmağında oynatmasına, adalet sisteminin de yozlaşmasına neden olduğu gibi, hukuku bilmeyen avukata, hukukun önemi ve işlevi konu­sunda yeterince bilgi sahibi olmayan yargıç ve savcıya; yurttaşların en büyük korunağı yargı erkinin bozulmasına, adaletin yeterince sağlanamamasına neden olmaktadır.

Yukarıda da belirttiğim gibi ülkedeki tüm ciddi kurumların çökertilmesi gibi, hukukun, hukuk eğitiminin de yozlaşması kanımca siyasal gücün bilinçli bir siyasal tavrı olup;  çağdaş adalete olan inancın azaltılması, hukuk devleti ilkelerinin ciddiyetsizleştirilmesi, tüm meslekler gibi avukatlık ve öteki hukuk mesleklerinin saygınlıklarının ve bağımsızlıklarının yitiminin sağlanması ve  tümüyle siyasete bağlanması amaçlıdır.