Bir Gerzeklik Hâli ki Akıllara Zarar

Popülizm adına akıtılan bu sululuklar neredeyse tüm toplum sathında içselleştirilmiş. İşlene işlene herkes bunun böyle olması gerektiğine inandırılmış durumda. Bu da tipik bir az gelişmişlik davranışı değil mi?

 

SAMİ GÜNAL

Olura olmaza bilgiden yoksun yaklaşma hâli olmaz değil. Bu cüret nerden gelir?

Bunun sebebi az gelişmişlik sendromunda aranmalı. Az gelişmiş toplumlarda kendini ifade etme dışsal göstergelere dayalıdır. Bu tür toplumlarda karşılıklı bir sıkışıklık söz konusudur. Bilge bilir ki kâğıt üzerine yazdıklarının alıcısı yoktur; alıcı (halk) da bilmez ki doğduğundan bu yana işlenilmiş (eğitim) bir beyni yoktur.

Eğitimle abc öğretimi birbirine karıştırılmasın. Bakın abc öğrendiğimiz hâlde okuma oranımız dünya sıralamasının en gerilerindedir. Eğitimin kökeni değerler sistemi oluşturmaktır. Felsefe, edebiyat, bilim-teknik, sanat vd. gibi hayatın yüksek değerlerini arama, bulma, yapma (En azından okuma alışkanlığı) edimleri sağlamayan bir öğrenim, eğitim değildir.

İş öğrenimle bitmez. Zengin ülkelerin çocukları da az gelişmiş toplum çocukları da ilkten abc öğreniyorlar. Lakin uzayda gezenlere bakmalı! Bilmem ki belletmeyle eğitilmişlik farkını ortaya koyabildik mi? Aksi; söylenenlerin uçması, yazılanların anlaşılmadan orta yerde kalmasıdır.

Az gelişmişlik sosyolojisi içerisinde şu dışsal göstergeler sorunu es geçilecek bir konu değildir. Çürümeyi oluşturup toplumsal temeli boşaltan bir kısırlık mecburiyetidir bu.

Az gelişmişler açısından dışsal göstergeler mecburiyettir, dedim çünkü toplumlar ve tabii ki onu oluşturan bireyler değerler sistemiyle yaşarlar. Her birimiz taşıdığımız değerlerle kendimizi toplumun diğer bireylerine sunmaktayız. Örneğin bir ressamın konuşmaktan ziyade kendisini tablolarıyla sunması gibi.

Kimilerimizde bu sunum, dışsal göstergeler dediğimiz şekilciliklerle olmaktadır. Şekil nedir? Liyakatsizce edindiğimiz statüler veya haksız zenginleşmelerdir. İşte bunun sonucu kendimizi ya unvanımızla ya da değersiz (haksız) zenginliğimizle edindiğimiz lüks bir araba veya diyelim ki modayı aşan şıngırdım bir elbise, hadi daha da velvelesi gereksinimden öte bir ev sahipliği gösterisiyle sunarız. Değerler boşluğu dediğimiz şey budur.

Toplumsal algı düzeyinde yüksek statü yüklenen kimi unvanların gerçekte bir değeri yoktur. Onlar sadece gündelik yaşam içerisinde önemli olabilirler. (Değerli-önemli farkı ayrı şeylerdir, karıştırmayalım.) Şöylesi söylemleri duymuşsunuzdur: Almanya’da bir temizlik işçisiyle doktor ya da avukat barda eşittirler. İçebilirler, sevgili olabilirler. Peki, nasıl oluyor bu? Yukarıdan bu yana az gelişmişlik sosyolojisini niye anlatıyorum ki? Anlayanlar zaten bendendir; anlamayanlarsa sahip oldukları statülerin gün gelip toplum içerisinde kendilerine bir cümle dahi kurdurtamadığını gördüklerinde beni ya da bu yazıyı hatırlasınlar.

Ayrımsızlığın ya da böbürlenmezliğin nasılı, gelişmiş toplumların dışsallıktan ari içerilmiş değerleri vardır da ondandır. Toplumsal yaşayışın medeniyetle ve medeniyet içerisinde mesleklerin işlevselliğinin eşit olduğunu bilirler de ondandır. Örneğin kanalizasyon işçisi olmasa senin avukatlığın beş para etmez. Aman az gelişmiş avukatlar alınmasınlar. Doktorluğun da öğretmenliğin de yazarlığın da delikli kuruş etmez.

Değerin diğer adı üretmektir.

Şu dinlence, yani tatil zamanını ele alalım. Beden veya beyaz yaka işçisinin vücut bütünlüğünü sağaltmak ya da sırf kafa boşaltmak için kumda yatmasına bir noktaya kadar eyvallah! Ya yıl boyunca hep boşaltma varsa daha neyi boşaltacaksın?

Kişi vardır plajdayken inci, mercan, renkli taş toplamıştır biblolar oluşturmuştur; kişi vardır dinlenirken bile okuyup yazıp çizmiştir toplumun inceltilmiş duygularına katkıya hazırlanmıştır. Entelektüel vardır kedi barınağını ev hâline çevirmiştir roman üretir, gâh mecburiyetten gâh doğanın eziyetini ilham itelemesi sayıp iki büklüm çadırda yaşarken tarifsiz hazlar içerisinde kitap üretiyordur, tek kişilik ordu olarak evinde elektronik gazete çıkartıyordur, mütevazı kır evinde gâh yazıyla gâh sivil toplum hareketiyle siyanüre belenmiş doğanın yaşaması için mücadele ediyordur…

Bu karşılıksız eziyetler niye ki? Karşılığı olmaz olur mu? Az gelişmişlik zincirinin kırılmış olan inceltilmiş duygular kanadını sarıp sarmalayıp toplumu gelişmiş ufuklara doğru uçurmak içindir.

Bağlantılı ara yazı

Aslında bu yazı, doğal afetler içerisinde yerel ya da merkezi yöneticilerin (Bakan, Belediye Başkanı) takındığı ya da kalkışamadığı davranışlara karşı bize has bilmişlik daha doğrusu az gelişmişlik bilinçsizliğine karşı kaleme alınmış olacaktı ama her daim canlı bir organizma olarak tanımladığım yazı, beni dinlemeyip topu yükün az gelişmişlik sosyolojisine yöneldi.

Popülizm hastalığı!

Şimdi inisiyatifi ele alıp az gelişmişlik göstergelerine cuk oturan bu tepkiler üzerine bir iki kelam etmek istiyorum. Merkezdeki yönetici demek toplumsal politikalar oluşturup ona göre alt çalışma organizasyonları yapanlar demektir. Onun organları vardır, gerektiğinde onlar denetlerler. Yönetici ayağına çizme çekip sel bölgesine gittiğinde insafa gelen sağanak mı duruyor? Yine az gelişmişliğin bir gereği olarak alt ekipler, o yetkiliye selam durmaktan iş yapamıyorlar. Örneğin ambulans yerine makam aracına yol açıyorlar.

Efendim, Başkan İmamoğlu İstanbul’u sel götürürken yine tatildeymiş. İnsani hakkını kullanmasa mıydı? Adam nerde bilecek temmuzun içinde bu kadar şiddetli yağış olacak? Hadi tahmin şu bu bildi. Çizme çekip oraya mı gitmesi gerekiyor? Belediyenin dört duvarı içerisindeyken, iletişimle donandığı tatil odası içerisinde gerekli bilgi ve direktifleri alıp veremeyecek mi?

Bunlar zararlı davranışlardır. Anımsayalım. Uğur Mumcu katledildiğinde uzman ekiplerin delil toplayacağı alan devlet ricali için süpürülmüştü.

Popülizm adına akıtılan bu sululuklar neredeyse tüm toplum sathında içselleştirilmiş. İşlene işlene herkes bunun böyle olması gerektiğine inandırılmış durumda. Bu da tipik bir az gelişmişlik davranışı değil mi? Bakanların da başkanların da gitmemesini dile dolamak boş kafa zevzekliğidir. Ha afet gününde eğlenceye gidilmez, denirse anlarım.

Toplumsal barışı bozan, küstahlığı hüner saydıran az gelişmişliğin açtığı sofra olsa olsa görgüsüzlük olur. Yediği bu boş sofrada tekrar öylesine kalkanlar, görüntüleri insan olmakla birlikte ilkel primatlar olarak kalmaya mahkûmdurlar.

 

paylaşmanız için