Dinî Eğitim Veriyor musunuz?

Programın içeriğiydi, başlangıcı, bitişiydi derken benim söyleyeceklerim bitti. Sonunda hiç ama hiç beklemediğim bir soru sordu baba. “Acaba dinî eğitim de veriyor musunuz?” Biz her güne besmele ile başlarız, dediğim an…

 

EMİNE SUPÇİN

Henüz birinci sınıfa giden, minik bir kız çocuğu ve elinden tuttuğu babasıyla çıkageldiler. Yaz okuluna kayıt yaptıracaklarmış, hem fiyat araştırması yapıyor hem de program içeriğini öğrenmek istiyorlarmış.

Zarif, kibar bir insan görüntüsü veriyor ama içi boş. Hani şu İngiliz nezaketine benzer -mış gibi bir samimiyet. Tanıyorum bu tarzı ben. İngilizlerden değil, bizzat kendi içimizden, Gülen cemaati mensuplarından biliyorum. Öyle yobaz tarikat mensupları gibi göz kontağı kurmaktan korkan denyolar değillerdir. Mesafeli bir kibarlıktır. Ne kadını tedirgin eder ne de erkeği ürkütür. Okullara Zaman gazetesi getirirlerdi, Sızıntı dergisini dağıtmaya gelirlerdi, oralardan tanıyorum.

Tüm o boynum kıldan ince duruşunun altında neler yattığını onları iktidara taşıyanlar sayesinde görmüş olduk. Fakat diyeceğim o ki onları tanırsanız, ülkenin en tepesindekinin bir fetöcü olmadığını rahatlıkla söyleyebilirsiniz. Çünkü onların eğitiminden geçseydi, en azından daha görgülü, zarif ve kibar olurdu. O fetöcülerle sadece çıkar ortaklığı yapmıştır. Sakın herhangi bir tarikatı övdüğüm anlaşılmasın ha! Hepsinin köküne kibrit suyu! Din referanslı her görüş dogmatiktir, insanlık düşmanıdır, beyin hücresi yiyen mikro görünümlü maksi organizmalardır.

Neyse dönelim misafirlerimize.

Önce ufaklığı ağırladım, hep yaptığım gibi. Çünkü yetişkin ikinci sınıftır benim gözümde. Birinci sınıf olanlar daima küçüklerdir. Utangaç ama sorulan soruya yanıt verebilecek kadar da özgüvenli.

Sonra babaya dönüyorum. Programı anlatıyorum ayrıntısıyla. Yüz ifadesi memnun. Ufaklık meyve suyunu içiyor yanımızda. Arada ona da laf atıyorum. Kitap okumayı sevmediğini öğreniyorum. Herhalde sevebileceğin kitap denk gelmedi sana diyorum. “Yooo,” diyor, “Çok okudum ben.” Bak sen kerataya. Daha birinci sınıfta müderris olup çıkmış. 🙂

Programın içeriğiydi, başlangıcı, bitişiydi derken benim söyleyeceklerim bitti. Sonunda hiç ama hiç beklemediğim bir soru sordu baba. “Acaba dinî eğitim de veriyor musunuz?”

Ne dedin, ne dedin?!

İçimdeki Cibire Leyla başını çıkardı ve yer misin yemez misin diyerek eline geçirdiği demir sopa ile kafasını gözünü yardı adamın. (Yok yok, hayalimde.)

Hanım abla ayağa kalktı, Lütfen burayı terk edin. Yoksa elimden bir kaza çıkacak dedi. (Hayır canım, bu da hayalimde.)

Eğitim uzmanı olan gayet sakindir. Fakat nedense onun da tavrı çok nazik değildi sanırım. Çünkü oturduğu yerden doğruluşu hiç de hoş sözcükler söyleyecek cinsten bir duruş değildi. Ve açtı ağzını:

“Bakın dini eğitim derken neyi kast ettiniz tam olarak anlayamadım ama…

Beş vakit namaz kılmayı öğretmiyorum fakat günün beş vakti insan kalmanın altını çizerek davranış değişikliği yaratıyorum. Nezaketin abdesti diyebileceğimiz; günaydın, iyi günler, nasılsınız, teşekkür ederim, rica ederim ifadeleriyle topluma her vakit lazım olan terimleri öğretiyorum. 

Anlamını bilmediği namaz surelerini ezberletmiyorum fakat sosyal yaşamın vazgeçilmezi olan sofra adabını, esnerken ağzını deve gibi açmamayı, sokağa çöp atmamayı, ayak tırnağından ağız içine kadar tertemiz olmayı işliyorum.

“Biz her güne besmele ile başlarız,” dediğim an yüzünde gerçek bir gülümseme oluştu. Samimiyetsiz değil, beklentisini karşılayacak bir umut ışığı görmüşlüğün tebessümü.

“Evet, biz her güne besmele ile başlarız. Fakat bizim besmelemizin içeriğinde toplumsal yardımlaşma, birbirine destek olma var. Benim öğrencilerim raftan düşmüş bir kitap gördüğünde kimin olduğunu önemsemeksizin kaldırıp yerine koyar. Birinin silgisi, kalemi, kalemtıraşı yoksa diğerleri vermek için yarışırlar. Biri anlatılan konuyu anlayamadığında diğerleri ile akran öğrenmesi yapılır. Burada kardeşlikten, insanlıktan ve sevgiden öte bir öğreti yok.

Orucun faziletleri umurumda değil mesela, ya da neyin orucu bozup bozmadığı. Beni insanlığı bozan vicdansızlıklar ilgilendiriyor. İstiyorsa diyete girsin ileride. Ama sağlıklı beslenmenin onun yaşamını nasıl etkileyeceğini bilir benim öğrencim. Çünkü üç öğün yemek yeniyor bu kurumda ve her sofraya oturuşta mutlaka bir sohbet konusu belirleyip, birbirinin sözünü kesmeden ve dikkatle dinleyerek kendi fikrini oluşturma ve bunu topluluk içinde rahatlıkla ifade edebilme becerisi kazandırıyorum.

Demem o ki sözüm ona dini eğitim almış olup da Cuma namazları çıkışında, gözüne kestirdiği en yeni ayakkabıyı ayağına geçirip tüyen bir ahlaksız yetiştirmektense evrensel değerleri benimsemiş, erdemli insanlar yetiştirmeye çabalıyorum.”

Sustum. Aslında soluklandım. Devam edecektim. Çünkü daha Sübhanekeye bile gelmemiştim. Söylediklerimin hangisi ağır geldi bilmiyorum ama ayağa kalktı. Kibarlığından zerre ödün vermeden; aynı küçük, yapıştırılmış, maskeli gülümsemesiyle cevapladı.

“Anlıyorum. Çok haklısınız. Teşekkür ederim.”

Ve yine el ele tutuşup gittiler… Bir daha gelmediler. Dinî eğitim veren bir yer değil, birçok yer bulabileceklerini hepimiz biliyoruz, değil mi?

 

 

paylaşmanız için