Dil duyarlılığı ve kaygısı olarak çeviri

Geçen yazıda ( Çeviri ve Çeviri Dili Üzerine ) çeviri, çeviri dili, çevirmen sözcüklerinin anımsattıklarını ve düşüncelerimi paylaşmıştım. Her yazı gibi bu yazının da ayrıntıdan uzak, bilgi ya da dikkat eksikliğine dayalı hatalı ya da unutulmuş yönü ya da yönleri vardı kuşkusuz.

CEM BAYINDIR
bayindircem@gmail.com

Çeviri üzerine yazımı gönderdiğim, Hacettepe Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı eski bölüm başkanı değerli ağabeyim Kemal Özmen yazıma -benim de katıldığım- bazı eleştiriler getirdi. Onunla yazışmamız üzerine ikinci bir yazı yazma gereğini duydum.

O yazıda da değindiğim gibi, 1939’da, Hasan Âli Yücel’in “Aydınlanma” sürecinde kurulan Tercüme Bürosu ile kısa sürede 500’e yakın Batı ve Doğu klasiği dilimize çevrilmiş ve Nurullah Ataç, Saffet Pala, Sabahattin Eyuboğlu, Sabahattin Ali, Bedrettin Tuncel, Enver Ziya Karal ve Nusret Hızır gibi adlar bu görevi yüz akıyla başarmışlardır.

Adı geçenlerin Türkçeye büyük katkılar verdikleri kuşkusuz. Hepsi birbirinden değerli bu çeviri ustalarından, ilk yazıda geçen ve İlk Tercüme Bürosu komisyonunda yer alan Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih, Coğrafya Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanlarından Bedrettin Tuncel’i olağanüstü Fransızcası ile tüm öğrencileri (Fransızlar da dahil) hayranlıkla izlerlermiş. Öğrencilerinden Prof. Dr. Kemal Özmen, Bedrettin Tuncel’in evinde 20 bine yakın kitap olduğunu söylerdi.

Geçen yazıda hiçbir çevirinin aslını tutmayacağını vurgulamışsam da, şu da var ki, bazı çevirilerin aslından bile daha çok keyif verdiği söylenir. Fransız dili ve edebiyatı üzerine tanınmış birçok kişi, geçen yazıda söz ettiğim Sabri Esat Siyavuşgil’in Fransızcadan yaptığı “Cyrano de Bergerac” çevirisinin aslıyla yarışacak düzeyde olduğunu söylerler. Siyavuşgil’in Fransız dilinden yaptığı şiir çevirilerinin de çok başarılı olduğunu, okuru hemen etkisine aldığını söylemek gerekir. İlk Tercüme Bürosuna başkanlık eden Nurullah Ataç’ın Stendhal’ın “Kırmızı ve Siyah”ının ilk cildini çevirip, yayımladıktan sonra ölümü üzerine, ikinci cildi, Siyavuşgil tamamlamıştır. Çeviri anlayışları birbirine yakın olduğundan çok da başarılı olmuştur.

Kemal Özmen hocam; Ataç’la Siyavuşgil’in çeviride Türkçe söyleyişleri esas aldıklarını, Ataç’ın söylemiyle, “muharrir Türk olsaydı bunu nasıl söylerdi” kaygısı baskın olduğunu söylüyor.  Sabahattin Eyüboğlu’nun çeviri anlayışı ise daha çok özgün metnin biçiminden uzaklaşmamayı temel alıyordu. Hocamın anımsattığı, Valéry’nin bir tümcesi üzerinde patlak veren Eyüboğlu-Ataç tartışması ünlüdür; aslında tartışma “habiter” fiili üzerindedir… Fransızcada “oturmak”, ikamet etmek”, (bir yerde) “yaşamak” anlamındadır. Valéry’nin tümcesi “L’idée habite la prose, mais assiste, surveille, guide la poésie” (Fikir nesirde yaşar, şiiri ise hazırlar, gözetir, ona yol gösterir) Eyüboğlu, “fikir nesrin içine yerleşir, şiire ise nezaret eder, refakat eder, yol gösterir”. Ataç ise cümleye, “Fikir nesrin içine çekilir, nazma ise…” diye itiraz edince, epeyce ateşli, sert bir tartışma yaşanır; bir süre dargın kalırlar… Kemal Özmen’in benim de katıldığım sözleriyle, bu simgesel tartışmada hayranlık duyulacak şey, her ikisindeki, -bugün hemen hemen hiçbir yer göremeyeceğimiz- olağanüstü dil duyarlılığı ve kaygısıdır…

Kemal Özmen’in Sel Yayıncılık’tan 2016 sonunda çıkmış Modern Türk Şiirinde Fransız Etkileri kitabı Türkiye’de hiç yapılmamış bir çalışmadır. Yetkin bilim insanı ve edebiyatçı Özmen; Valéry’nin yukarıda geçen sözü üzerine, Fransız şiirinde Valéry kadar şiir kuramı üzerinde derinlemesine düşünen bir başkasının olmadığını yazar ve şöyle der: “Valéry’nin Fransızcası şaşırtıcı bir derinliği içinde taşır, daha doğrusu bir matematik formülü gibidir; bu nedenle okunması kolay bir yazar değildir. Kitabımda, Tanpınar-Valéry bölümünü yazarken, bir Fransız dostumdan destek almışımdır Valéry’nin kimi cümleleri için; arada bir, “bana öyle geliyor ki…” diye cümlesine başladığında ise çok rahatladığımı hissederdim! Valéry, “fikir”in nesrin sahası içinde olduğunu söyleyerek, şöyle demiştir: şiirin içinde “fikir” meyvenin içindeki tat gibi olmalıdır… Muhteşem bir öngörü… Kitabımda Valéry’den yaptığım çeviriler Türkçede tektir ne yazık ki…”

Geçen yazıda unuttuğumu gördüğüm, Fransızcadan çeviri yapanlara Samih Tiryakioğlu, Fehmi Baldaş, Hamdi Varoğlu’nu, Rusça çevirmenlere Ataol Behramoğlu’nun adlarını da haksızlık yapmamak adına belirtmek gerekiyor.  

 Fransız edebiyatından en çok çeviri yapan (80’in üzerinde) ise Tahsin Yücel’de de; çeviri anlayışı özgün metne mutlak bağlılıktı. Kimi zaman çevirilerinde, -biraz da öz Türkçe sözcükler nedeniyle-, Türkçe tadı vermeyen tümcelere rastlamak az görülür bir durum değildir.

Önce de söz ettiğim gibi, kimi zaman bir Batı klasiğini özgün diliyle okuduğunuzda Türkçeye çevrilmiş biçiminin tadını bulamazsınız, özgün dilde kuru, sıkıcı gelebilen bir klasik, Türkçede akıcı bir masal gibi insanı etkileyebilir. Gerçekten de, kimi destansı, büyüleyici, masalımsı, doğaüstü anlatımlı Batı ve Doğu klasiği, başarılı bir biçimde Türkçeye çevrildiklerinde Türkçenin masalsı yönü ile inanılmaz uyumluluk gösterir ve Türk okura neredeyse aslından daha büyük tat verirler.

Çeviri konusunda uzunca bir süre yazmam sanırım. Çeviri ile son bir not olarak şunu eklemek isterim. Sevgili Kemal Özmen hocamın bana da öncelikle önerdiği; çevirinin kültürlerarasılık bağlamında düşünce, sanat, yazın yaşamını nasıl mayaladığını, uyardığını geniş bir tarihsel bakış açısı içinde anlatan, tanınmış felsefeci ve toplumbilimci Hilmi Ziya Ülken’in (1901-1974) “Uyanış Devirlerinde Tercümenin Rolü”nü mutlaka okumak gerekiyor.