Demek Hiç Sevilmedin Ha?

Bir öğretmenin yüreğinden, bir öğrencinin gönlüne kurulması gereken o köprüler onda hiç oluşmamış. Hep kopuk kalmış, hep diğer kıyıdan bakan kimsesiz bir ruh olarak dışarıdan seyretmiş. Hiç sevilen tarafa geçememiş

 

 

EMİNE SUPÇİN

Bir öğretmenler gününü daha arkada bıraktık.  Yerli yersiz övgülerin dışında bir sosyal medya paylaşımına takılı kaldım. Paylaşımın başlangıcında öğretmene atfedilen tüm o güzel sıfatlar sıralanmış. Öğrencilerine yol gösteren, ufuk açan, elinden tutan, ışık olan bir lider profili. Ve ardından paylaşımı yapan, sıraladığı tüm o saf samimiyet ve insan sevgisi barındıran özellikler kriter kabul edilirse; Benim hiç öğretmenim olmadı demiş.

Benim Hiç Öğretmenim Olmadı

Beynimin öğretmen kimliğine ait yıllar içinde inşa ettiği sakin, huzurlu mekanlarına bir ateş güllesi gibi düşen bu cümle, tüm benliğimin sokaklarını, caddelerini alev alev yakmaya başladı.

Evet, o bir yetişkin paylaşımıydı ama cümlenin avazı bir çocuk sesiydi. Hiç başı okşanmamış, hiç sevilmemiş, hiç övülmemiş, hiç değer görmemiş bir yavrucağın sesi. İçerlemiş, küsmüş, kinlenmiş ve hep köprüyü geçene kadar demiş. Köprüler sadece sınavlar olmuş, sınıfta harcanan kırk dakikalar olmuş, mecburen ve boşa geçen yıllar olmuş. Bir öğretmenin yüreğinden, bir öğrencinin gönlüne kurulması gereken o köprüler onda hiç oluşmamış. Hep kopuk kalmış, hep diğer kıyıdan bakan kimsesiz bir ruh olarak dışarıdan seyretmiş. Hiç sevilen tarafa geçememiş.

Tanrım! Düşündükçe delirecek gibi oluyorum. Başka kimlerin hiç öğretmeni olmadı acaba? Memleketi hamutuyla götüren baş ve yancı hırsız çetelerinin mesela… Ensar Vakfı’da istismara uğrayan 45 çocuk için, üstelik mazlumların bakanı hatta bir kadın ve bir anne olmasına rağmen “Bir kereden bir şey olmaz,” diyebilen o kıymetimizin mesela?

Mesela Konya’da elinde kürekle…

Empati insanlık için nimet, insan için lanettir. Bu laneti yıllardır taşıyan biri olarak, yeryüzün en masum varlıkları olan hayvanlara, bitkilere, çocuklara zulmedenleri düşünüyorum. O zulme maruz kalan masum canların çektikleri acıları damarlarımda duyuyor, yüreğimde hissediyorum. Yetmezmiş gibi beynim her acıyı bin kat büyütüyor ve tek bir arzunun kölesi haline geliyorum. Keşke diyorum, keşke devasa ve canlı bir verici haline dönüşsem ve çekilen o acıları aynıyla insanların hücrelerine yansıtabilsem…

Elbette mümkün olmuyor ve elimde kalemle kalakalıyorum. Tek yansıtıcım bir klavye ve sanal bir kağıttan ibaret… Yazdığım iç sesimin sözcüklerini yine benim gibi duyarlı birileri okuyacak ve yine aynı duygu içinde hep birlikte uğunacağız.

Hissedilen Acının Kefareti

“Zulmedenler, çektirdiklerinin aynını yaşamadan ölmesinler!” demek ne kadar kolay… Peki hiç düşündük mü? Ya onların da hiç öğretmenleri olmadıysa… Hiç sevilmemiş, hiç okşanmamış, hiç değer görmemiş hatta tam tersine sürekli  istismar altında kalmışlarsa?… Çocukluğunda kurban olanların yetişkinlikte zalime dönüştüklerini söyleyen pek çok sosyal bilim bulguları var. Köpekleri kürekle döverek öldüren o zalimi, çocukluğunda kürekle öldüresiye döven kimdi?

Anlamak Affetmek midir?

Hayır hayır, affedebilecek kadar yüce bir insan değilim henüz. Tamir etmek taraftarıyım ben. Hatta tamirata gerek kalmayacak şekilde toplumu yeniden yapılandırmaktan yanayım. Meslek yaşamı boyunca tek bir kere bile öğretmen olamamış zavallılardan ve tüm öğrenim hayatı boyunca tek bir kere bile bir öğretmeni olmamış yavrucaklardan uzak bir toplum hayal ediyorum. Ve bu bir ütopya değil. Yapmak mümkün… Yeter ki planlayanlar gerçekten bu memleketi ve insanını seven birileri olsun…

Peki sizin? Sizin hiç öğretmeniniz oldu mu?

 

paylaşmanız için