Şahane Kaybeden William S. Burroughs ve Eko-Anarşist Kısa Romanı; Şans Hayaleti

Dünyayı hiç beklemediğimiz bir anda vuran, bizleri kırıp geçiren koronavirüs salgınından henüz kurtuluyorken (kurtuluyor muyuz sahi?); Burroughs bizlere, doğayı hiç umursamadan yıkıp yakmanın çok gerçeküstü ve çok daha ağır bedelleri olabileceğini ta 1991’den seslenerek hatırlatıyor.

LEYLA TUNÇ YELTİN

Burroughs

Önce yazardan bahsedelim…

William Seward Burroughs II: Bir yazar düşünün ki kitaplarının başında yer alan kısa tanıtım yazısında “Giyom Tell’cilik oynarken yanlışlıkla karısını öldürmesi hayatında bir dönüm noktası olmuştur” diye -bin yıl düşünseniz aklınıza gelmeyecek- bir cümle bulunsun. İşte karşınızda William S. Burroughs.

Allen Ginsberg ve Jack Kerouac ile birlikte ünlü Beat akımını başlatan, uyuşturucu kullanımını yaşam biçimi haline getiren, kitaplarını okuyanların ya hayran kaldığı ya da nefret ettiği anlatılmaz, anlaşılmaz ünlü William S. Burroughs. Ortalama bir yazar olmadığı için okurlarında da ortalama bir duygu yaratması mümkün olmazdı zaten.

Aykırı görüşleri ve okuyucuyu zorlayan yazım teknikleri ile ezber bozan verimli bir yazar. Canki, Çıplak Şölen, Yumuşak Makine, İçerdeki Kedi, Ara Bölge, Nova Ekspresi, Yage Mektupları, Queer, Vahşi Oğlanlar, Yokedici gibi romanları; çok sayıda öyküsü var. Hakkında tezler hazırlanmış, kitaplar yazılmış.

Burroughs varlıklı bir ailenin çocuğu olarak 1914 yılında dünyaya gelmiş. Harvard Üniversitesi’nde İngilizce eğitimi almış, yüksek lisansını antropoloji alanında yapmış, hatta bir dönem tıp da okumuş.

İkinci Dünya Savaşı sırasında askere yazılmak istemiş ancak eroin bağımlılığı nedeniyle geri çevrilmiş. Hayatı boyunca çeşitli işlere girse de (öğretmenlik, böcek ilaçlama, özel dedektiflik…) hiç birini sevmemiş, düzenli bir işte çalışmamış. Sadece yazmış ve davet üzerine okumalar yapmış.

Bağımlılığı tüm hayatı boyunca devam etmiş; eserlerine yansımış, özel hayatına sızmış, arkadaşlıkları ve aşk ilişkileri bu bağımlılık çerçevesine yerleşebildiği ölçüde var olmuş. Hatta kendisi de Beat akımı kurucularından olan hayat arkadaşı yazar Joan Vollmer’i kazayla öldürmesine kadar varmış. Bu ölüm Burroughs’u derinden etkilemiş.

Burroughs’un Vollmer’i Giyom Tell’cilik oynarken öldürdüğüne dair gazete haberi.

1981’de oğlunu alkolizm sebebiyle acılı bir süreç sonunda kaybetmiş, 1983’te saygın bir kurum olan Amerikan Sanat ve Edebiyat Akademisi’ne seçilmiş. Kitapları kült seviyesine ulaşmış.

Hayat görüşü ve eserleri Beatles, David Bowie, Tom Waits, Kurt Cobain gibi sanatçıları, R.E.M.’i, U2’yu derinden etkilemiş. William S. Burroughs 1997 yılında Kansas’ta hayatını kaybetmiş. Çok tuhaf, acılı, eğlenceli ve çok verimli bir hayatı olmuş.

Ne istiyorsa yapmış, ne istemiyorsa yapmamış. Genel geçer kurallara hem yazılarıyla hem yaşam biçimiyle karşı çıkmış. Tüm toplumsal paradigmalara bedelini ödeyerek boş vermiş. Böyle bir yazar William Burroughs.

Beat Akımı
Bu akım hakkında iki satır yazmadan Burroughs’un herhangi bir kitabının en kısa tanıtımı bile anlamını tam bulmaz sanıyorum.

Beat akımı / beat kuşağı, sadece bir edebiyat, sanat hareketi değil, bir yaşam biçimi çünkü.

İkinci dünya savaşını takip eden dönemde Amerika’da toplumsal rollerin keskinleştiği, planlı, kuralcı bir anlayış oluşur. Beat akımı da aynı dönemde, dayatılan bu sosyal yapılanmanın, değişmez gibi görünen kuralların ve sıradanlığın reddi olarak ortaya çıkar.

Genç entelektüellerin, adı koyulmamış bir toplumsal baskıdan özgürleşme çabası olarak değerlendirilebilir. Hiçbir şekilde sınırlanmadan yaşamak ve kendini serbestçe ifade etmek için güçlü, yüksek sesli bir talep.

İktisadi materyalizmin reddi, ruhsal yolculuklar, doğu dinleri, olağandışı bilinç durumları tetikleyen halüsinojenik maddeler olan saykodeliklerin serbestçe kullanımı, homoseksüellik, biseksüellik, hazcılık gibi sisteme ve topluma ters düşünceleri ve hayat biçimleri olan bir kuşak.

Tüm Beat akımı yazarları gibi Burroughs da; o güne kadar kullanılan standart yazım tekniklerini alaşağı etmiş, yeni ve deneysel teknikler kullanmış.

Burroughs’un stili
‘Şans Hayaleti’nde yer alan yazar tanıtım metni, yayınevinin dizi editörü olan Halil Turhanlı’dan alıntılanmış ve Burroughs’un yazım stili konusunda değerli bilgiler içeriyor.

Burroughs’un ilk romanı olan Canki (Junky) standart çizgisel anlatış tarzına çok yakın durur ve sonraki kitaplarına göre daha kolay akar… kolay akar, ama kolay kitap değildir. Canki için “Topluma morgdan gönderilen bir rapor gibi okunur” deniyor. Bu cümle bile insanın tüylerini ürpertmeye yeter.

Yazar sonraki kitaplarında sıklıkla “cut-up” tekniği kullanmış. Bu teknikle Burroughs, okuyucuyu ilk anda anlam bütünlüğü içermeyen bir imge bombardımanına tutuyor.

Konuşmak yalan söylemektir” görüşünden hareketle, okuyucuya karşı dürüst olabilmek için doğrudan konuşmuyor; metnini, gazeteler, dergiler ve edebi eserlerden keserek ve bu parçaları yeniden düzenleyerek oluşturuyor. Eşyaları, hayvanları, duyguları isimlendirmeyi uzaydan gelmiş öldürücü virüslere benzetiyor. Hedefi dilin ötesine geçmek ve sessizliğin alanına girmek.

Burroughs kitaplarında günümüz yaşam şekli ve yerleşik standartlar ile alay ediyor. Uygarlığı dev bir karnaval olarak görüyor. Uyuşturucu bağımlılığı, iktidar, denetim, insanın köleleştirilmesi, alçalması, direniş, tüketim toplumu, özgürlük başlıca izlekleri.

Büyü ve gizli sanatlara büyük ilgisi olan Burroughs’a göre “gerçek” olan labirentlerle örülü mekanik dış dünya değil; doğaya ve onun yaratılarına yakın duran doğal, organik dünya. Hem kitaplarında hem özel hayatında da okültizme olan ilgisi görülebiliyor.

Bazı kaynaklarda, kızdığı insanlara büyü yapmaya çalıştığı dahi yazıyor.

Sonra biraz Madagaskar: çünkü kitap adeta bu muhteşem adaya bir güzelleme niteliğinde

Madagaskar, Afrika kıtasının doğu kesiminde, Hint Okyanusu’nun batı kısmında yer alan ve Mozambik kanalı ile kıtadan ayrılan dünyanın dördüncü büyük adası.

Kıtadan 160 milyon yıl önce kopmuş. Bu kopuştan itibaren çok uzun bir süre boyunca yalıtılmışlık içinde kaldığı için de adada tamamen kendine özgü bir eko-sistem gelişmiş. Madagaskar’da yaşayan sürüngenlerin %95’inin, bitki örtüsünün %89’unun ve memelilerin %92’sinin dünyanın başka hiçbir yerinde bulunmadığı düşünülüyor.

Adada 11.000’in üzerinde endemik bitki olduğu ve araştırmalar genişledikçe bu sayının arttığı söyleniyor. Sadece 1999-2010 yılları arasında yapılan çalışmalarda bilim insanları 41 yeni memeli ve 61 yeni sürüngen türü keşfetmiş.

Adeta zaman içinde durmuş; doğanın, ‘uygarlıktan’ uzak kalırsa nasıl işleyeceğinin laboratuvarı olmuş bir ada ülkesi.

Tabii ki bu durum uzun sürmemiş. Beyaz adamın eli uzanmış ve Madagaskar’ı da boğazından yakalamış. Bugün adada yaşayan hemen hemen bütün türler tehlike altında. İklim krizi, ormanların kesilmesi, odun kömürü üretimi, en çok da yasa dışı egzotik hayvan ticareti nedeniyle Madagaskar’ın eşsiz bitki ve hayvan varlığı tehlikede.

İklim krizi tehdidi altındaki boabab ağaçları.

Bilim insanları milyonlarca yıldır Madagaskar’da yaşayan lemurların, kaplumbağaların ve bukalemunların soyunun bu yüzyıl sona ermeden tükeneceğinden endişe ediyorlar.

Şimdi Elimizdeki Kitap Hakkında Biraz Teknik Bilgi

Yayınevi:
Kitap Altıkırkbeş yayınlarından çıkmış. 2011 yılında Altıkırkbeş’in kurucuları ile ilgili bir film yayımlanmıştı (sonra sanırım bir de devam filmi çekildi). Adı Kaybedenler Kulübü idi. Film, “Kaybedenler Kulübü” adlı bir radyo programı yapan iki arkadaşın hikâyesini anlatıyordu. İşte 6.45 yayınevi de o iki arkadaşın kurduğu bir firma.

Altıkırkbeş’in bastığı kitaplarda, standart telif uyarısının hemen altında şöyle yazar:
Tüm fotokopi fanzinler, yukarıdaki açıklamadan bağımsızdırlar. Onlar istedikleri ALTIKIRKBEŞ kitabını veya metnini çoğaltabilir, bozup yeniden yaratabilirler. Okurlarımızı yasal dergileri değil “fotokopi fanzinleri” izlemeye çağırıyoruz. Onlar sizi uçurumdan aşağı itecek güce sahiptirler ve uçmayı öğrenmenin zamanı geldi. Yaşasın FOTOKOPİ yaşasın FANZİN.”

Güzel değil mi?

Kitabın orijinal adı: Ghost of Chance, ilk kez 1991’de yayımlanmış, ilk Türkçe baskısı 1996’da yapılmış. Ben 2000 yılında bu ilk baskıyı alıp okumuşum.

Çeviri: Funda Önkol. Zor bir kitabı başarılı bir şekilde çevirmiş Funda Önkol. Kitapta çevirmenin özgeçmişine yer verilmemiş. Ancak kitabın sonunda; “eğer yayıncılık geleneğinde kitap adama hakkı olsaydı, bu kitabı Funda Önkol ve Halil Turhanlı’ya adamaktan başka seçeneğimiz kalmazdı” diyor yayınevi.

Funda Önkol’u internette araştırınca edebiyatın pek çok alanında söz ve yazı sahibi olan, kendisine fikir sorulan bir isim olduğunu gördüm. Hatta beat akımı ile ilgili bir makalesini yazımda kaynak olarak kullandım. Sanıyorum bir dönem 6.45’in genel yayın yönetmeni olarak da çalışmış. Ancak özgeçmiş olarak Boğaziçi Üniversitesi mezunu olduğundan ve İngilizce’nin yanı sıra İtalyanca ve İspanyolca bildiğinden başka bir veriye rastlamadım.

Bu kadar faal bir insanın özgeçmiş bilgilerine yarı-ısrarlı sayılabilecek bir araştırma sonucu ulaşılamıyorsa, ya araştıranda bir sorun vardır (ben) ya da Funda Önkol’un mahremiyet talebine saygı duymak gerekir diye düşündüm.

Evet, Gelelim Eko-Anarşist Bir Kitap Olan Şans Hayaleti’ne

Siyah Lemur.

Elimizdeki hepi topu altmış sayfalık bir kısa roman. Biraz dağınık yazılmış. Burroughs’un en iyi kitabı diyemem. Ama okuyalım derim. Neden? Çünkü çevreci bir kitap. İnanılmaz bir eko sisteme sahip ada ülkesi olan Madagaskar’da geçiyor. Üstelik şahane hayvanlar olan lemurlardan bahsediyor (bu kitabı okuduktan sonra insanın bir lemur evlat edinesi gelir).

Lemur ismi, Latince’de hayalet/ruh anlamına gelen lemure sözcüğünden türemiş. Bazı kaynaklara göre lemurlar, adanın koruyucu ruhları. Kitabın ismi de buradan geliyor.

Kitapta Burroughs diyor ki: “Lemur soyu Homo Sap’lardan daha yaşlıdır, çok daha yaşlı. Tarihleri yüz altmış milyon yıl geriye, Madagaskar’ın anakara Afrika’dan ayrıldığı zamana kadar gider. Onların düşünme ve hissetme tarzları temelde bizimkinden değişiktir; zamana, belli bir mantık zincirine ve rastlantılara bağlı değildir. Onlar bu kavramları anlaşılması güç ve tatsız bulurlar.”

Zaten insan türünün doğadan uzaklaştıkça kendini zaman kavramı içine hapsettiğine inanıyor.

İnsan zaman içinde doğdu. Zaman içinde yaşadı ve zaman içinde öldü. Nereye giderse gitsin zamanı da kendisi ile beraber götürdü ve zorla kabul ettirdi.”

Bu kısa roman, tarihte gerçekten var olup olmadığı meçhul (kitap açısından hiç önemli değil) Kaptan Mission’un (görev/misyon/misyoner gibi düşünerek isme de anlam yükleyebiliriz) Madagaskar’a gelmesi ile başlıyor.

Burroughs’un çizimi ile Kaptan Mission.

Mission burada bir korsan kolonisi kuruyor ve adada yaşayan yerliler ve onların kutsal saydıkları lemurların, diğer hayvanların ve doğanın korunmasını da içeren detaylı yasalar oluşturuyor.

Bu yasalar yine uygar dünyadan adaya gelenler tarafından çiğneniyor, adanın ekolojik yapısı bozuluyor. Onlara karşı çıkan Mission öldürülüyor ve adada yağma başlıyor.

Mission’un ölümünü takiben yazarımız tarzı olduğu üzere oradan oraya atlayan bir anlatım yapısı içinde ilerliyor.

Roman ana izlek olarak; özelde Madagaskar lemurlarının, genelde tüm Madagaskar’ın, ayrıca doğal ve gerçek olan her şeyin içinde bulunduğu tehlikelerden bahsediyor.

Tüm gezegen insan türünün bitmez tükenmez hırsına yenik düşecektir:

En son lemur geyik bir avcının oku ile yere yığılıyordu. Yolcu güvercinler yaylım ateşi ile ağaçlardan yağıyordu ve altın dolgulu şişman bankerlerin ve politikacıların tabağına düşüyordu. İnsanlar son yolcu güvercini geğiriyorlardı. Son Tasmanya kurdu bir bacağı avcı kurşunu ile parçalandığından mavi karanlıkta topallayarak yürüyordu. Hemen hemen her zaman olduğu gibi “olabilirdi” diyenlerin milyonda bir şansı vardı ve o şansı yitirdiler.”

Burroughs’un çizimiyle bir geyik lemurun öldürülmesi.

Düzen kurucular, dünyada yapılan doğa talanı ve vahşi sanayileşmeye karşı oluşan muhalefeti ortadan kaldırmak için (Burroughs’un ifadesiyle) ‘moron çoğunluğa’ yeni bir düşman vermek zorundadırlar. Böylece dikkatleri gerçek tehlikelerden uzaklaştırmak için uyuşturuculara karşı bir savaş başlatırlar.

Tüm ormanlar kesilir, tüm hayvanlar avlanır, toprak dahi yakılır.

Ama gezegen bir biri ardına ortaya çıkan virüslerle intikamını alacaktır:

Gezegenin Homo Sap’ın açgözlülüğüne cevabı, adeta bir lanet gibi türlü hastalıkların dünyaya yayılması olur. Bazısı gerçeğe yakın, bazısı gerçeküstü virüsler, hastalıklar Madagaskar’dan Afrika’ya oradan Avrupa ve Amerika’ya yayılır, insan türünün neredeyse sonunu getirir.

İnsanların tüm vücudunun kıllarla kaplanması, bu kılların hızla uzaması ve sonunda kurtçuklara dönüşmesi; damarların kan yerine korkunç pis bir sıvı ile dolması ve benzer iğrençlikte virüsler.

“İsa hastalığı” diye adlandırılan virüsü kapanlar ise kendilerini mucizeler yaratabilecek güçte hisseder. Bu kişiler hastanelere koşar; muayeneleri, ameliyatları engelleyerek insanları elleriyle dokunarak iyileştirebileceklerini sanır. Son aşama keder, duygusuzluk ve ölümdür.

Kaos, kargaşa tüm dünyaya yayılır.

Kitapta bu noktada ciddi bir Hıristiyanlık eleştirisi görüyoruz:

Burroughs, İsa’nın yarattığı mucizelerin öneminin mucizelerin kendisinden değil, bunların sadece ve sadece İsa’nin tekelinde olmasından kaynaklandığını söylüyor:

Diyelim ki İsa tüm bu mucizeleri yarattı, yaptığı o kadar da olağanüstü değildi. (…) İsa’nın görevi böyle şeylerin yalnızca bir kez, bir tek adam veya yetkili temsilci tarafından yapılabileceğini göstermekti. Onun görevi yalandı. İsa bir mucizeler tekeli, harikalar medyumluğu tekeli kurmuştu.

Dine, inancın kurumsallaşmasına ve “ruh” kavramının sadece insana atfedilmesine karşı olan Burroughs, Şans Hayaleti’nde, dinlerin yalan üzerine kurulu olduğunu söylüyor:

İsa Çarmıh’ın üzerindeyken, oyuna getirildiğini anlamış olmalı. Çarmıha Geriliş olmadan bütün iş dün geceki bira kadar tatsız olurdu. Etkili bir sembol olarak, ana görevi milyonlarca insanı bu kötürüm edici yalana inandırmaktı.

Sonunda, virüs yavaş yavaş kendini yok eder, milyonlarca kurban ölür. Hastalıklardan kurtulanlar, bunu kötü bir düş gibi geride bırakır. Ama gelecek yine de meçhuldür.

Bu kitabında Burroughs bol bol dipnotlara başvurmuş. Altmış sayfanın üçte birini dipnotlar oluşturuyor. Yazar gayet anlaşılır ifadelere dahi, satırlar süren dipnotlar ekleyerek, az önce söylediklerini farklı kelimelerle tekrar etme ihtiyacı hissetmiş.

Kitabın vahşi sanayileşme, örgütlü din, yasalar, ezenler ve ezilenler arasındaki sessiz anlaşma, doğa talanı, insanın dünyayı sadece kendisi için sanması konularında söyleyecek sözü var. Bu açık.

Ancak, bu konularda ortaya koyulan sayısız fikir henüz oluşma aşamasındayken yazar tarafından terk edilmiş gibi.

Ama Burroughs’u severim. O, aykırılığını kimseyi umursamadan, hiç af dilemeden yaşamış ve yazmış.

Üstelik bu kitabında; dünyayı hiç beklemediğimiz anda vuran, bizleri kırıp geçiren koronavirüs salgınından henüz kurtuluyorken (kurtuluyor muyuz sahi?); bizlere, doğayı hiç umursamadan yıkıp yakmanın çok gerçeküstü ve çok daha ağır bedelleri olabileceğini ta 1991’den seslenerek hatırlatıyor.

Burroughs’un şans hayaleti.

Bir de bu kısacık kitapta bizlere şahane ada Madagaskar’ı ve adanın şans hayaleti olan lemurları şefkatle tanıtmış. Daha ne isteriz?

Bugünlük benden bu kadar. Kitapsız kalmayın.

#williamburroughs #şanshayaleti #beatakımı #beatkuşağı #fundaönkol #halilturhanlı #leylatunçyeltin

Kaynakça:
pelerinfanzin.com/sayi-5/beat-dedigin

wikipedia.com
realitystudio.org