Büyük oyunun neresindeyiz?

Gelinen noktada Türkiye cumhuriyeti artık sadece bir Anayasa maddesi olarak demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir!

PROF. DR. GÜLAY MİLLİ LOĞOĞLU

Emperyalist odakların mutfağında pişirilen ve Mustafa Kemal Atatürk engeline çarptıkları için ertelemek durumunda kaldıkları 100 yıllık planlarını gerçekleştirmek üzere hepimizin bildiği küresel oyunlarla (emperyalizm asla vazgeçmez !) iktidara taşınan mevcut siyasi erkin 20 yıla yaklaşan bir sürecin sonunda ülkeyi getirdiği nokta ortadadır.

Üstatları Necip Fazıl, kahramanları Abdülhamit olan, köşe başındaki önemli kurucularından bazılarının ise Exeter (İngiliz İstihbarat Servisinin yurt dışı ajanlarının bir bölümünü eğiten üniversite; ilginçtir ki, yabancı ülkelerdeki önde gelen birçok isme burslu eğitim vermiştir) rahle-i tedrisinden geçtiği bu siyasi yapının elemanları, kendi ‘dava’larının emperyalist odakların davası ile örtüşmesinin verdiği hevesle işe koyulmuş; kuvvetli ‘hoca’ların da çizdiği bir yol haritasının öngördüğü şekilde, başlarda toz koparmadan yavaş yavaş ilerlemiş, çıkar-güç çatışması nedeniyle artık FETÖ başı olarak adlandırdıkları ve o da bir CIA yetiştirmesi ajan olan vaiz Fethullah Gülen Hocaefendilerinin de katkılarıyla çok yol almış ve noktayı koymak üzere hazırlık aşamasında oldukları son viraja da hızlı bir şekilde girmişlerdir.

Küresel güçler elbette ki işlerini şansa bırakmamış; bu süreç içinde sorun yaratabilecek ve ayak bağı olabilecek toplumsal/siyasal muhalif yapılanmalara da ‘çekidüzen’ vermiş, önce bu yapıların üst yönetim kadrolarını dönüştürmüş, bu üst kadro da yapının diğer bileşenlerini, tasfiye etme ve yerlerine yeni uygun kişileri yerleştirme yoluyla hatırı sayılır ölçüde başarılı olmuştur.

Hızla girilen bu son virajda, bir FETÖ projesi olan Çoklu Baro Yasası kabul edilmiş, hep kullanageldikleri algoritmaları gereği bir Ayasofya meselesi çıkartılmış ve bu mesele de, Hilafetin Kaldırılması da dahil Cumhuriyet Devrimi Kanunlarının dahi iptal edilmesine gidebilecek yolu açan bir Danıştay kararı ve icazetle halledilmiştir.

Ülkeyi neredeyse kararnamelerle idare eden siyasi erk, bu konuda siyasi sorumluluk almamış ve topu Danıştay’a atmıştır. Sıradaki mesele, sosyal medyanın da düzenlenmesi olup, aykırı tek bir ses dahi çıkmaması için son rötuşlar yapılmaktadır. Gelinen noktada Türkiye cumhuriyeti artık sadece bir Anayasa maddesi olarak demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir!

Bu süreçte, dönüştürülmüş siyasi/toplumsal muhalif yapılar da kolaylaştırıcı görevlerini layıkıyla yerine getirmişler, ‘taktik siyaset’ örtüsüyle teslimiyetçi bir rol oynamışlardır. Siyasi erkin gerçekleştirdiği her önemli ve kabul edilemez hamlede; ‘’Sokağa inmeyeceğiz. Bizi tuzağa çekmeye çalışıyorlar.’’… ya da ‘’Bizim sırtımızda yumurta küfesi var.’’ gibi söylemlerle, kendilerinden ileride ve çok daha cesur olan tabanlarını yatıştırma yoluna gitmişler, bir sonraki Salı toplantısında tabanın gazını almaya çalışmışlardır. ‘Sokağa inmek’ gibi kriminalize edici bir söylemin muhalefet tarafından özellikle yeğlendiği çok açıktır, çünkü ‘’Protesto gösterileri de dahil, Anayasanın bize tanıdığı her türlü demokratik hakkımızı kullanacağız’’ demekten kaçınılmaktadır. Aykut Erdoğdu’nun ‘yumurta küfesi’ söylemine gelince; yumurtaların pek çoğu çoktan küfeden düşürülerek kırılmış, geriye üç-beş tane kalmıştır. En kullanışlı söylemlerden birini daha eklemeden geçemeyeceğim: “Oyununuzu gördük, tahriklere kapılmayacağız, gündemi değiştirmeye çalışıyorsunuz!’’ Muhteremlerin gözlerini kapatarak görmek istemedikleri gerçeklik şudur ki; son noktayı koymak üzere sıra, Cumhuriyetin temelinde gedikler açarak temeli dağıtmaya gelmiştir; konu bu denli yakıcı olunca, gündem de doğal olarak değişecektir tabii ! ‘Taştan adam eriyor’ paylaşımı, dış basında dahi gündem olmuştur !

Bu durumda artık edilgen, etkisiz yaklaşımlardan sıyrılarak etkin siyasal/toplumsal yaklaşımlara ivedilikle geçilmesi gerektiği açıktır. Ülke dinamikleri buna hazırdır. Bu dinamiklerin çok önemli bir kesimi gerekli zeka, bilgi, birikim ve donanıma sahiptir. Toplumsal yığınağın yoğun olduğu siyasi yapılanmanın/yapılanmaların tepe yönetimi, edilgen tutumundan vazgeçmesi için ya da bunu yapamıyorsa, yönetimin değişmesi için taban tarafından zorlanmalıdır; kanımca bu, sosyal medyanın da kullanılabileceği ve zaman kaybettirmeyecek yollardan biridir. Böylelikle bu üst yönetimler, seçmenin çantada keklik olmadığı konusunda, ve toplumsal muhalefete takoz oluşturmaya son verip bu Cumhuriyetçi birikime liderlik yapmaları için ciddi bir şekilde uyarılmalıdır. Çünkü zaman çok daralmıştır. Ayrıca söylemek istemezdim ama, milletvekilliğini ya da parti başkanlığını meslek haline getirmiş olan siyaset erbabını en çok korkutan şey, ‘koltuk’ kaybıdır !

Yanılıyor olmayı çok istediğimi de ekleyerek; aksi halde ve bu gidişle devam edilirse, Cumhuriyetin 100. yılı olan 2023’te nasıl bir Cumhuriyeti kutlayacağımız konusu oldukça belirsizdir, ya da çok bellidir !