Bir dağ insanı niye çağırır?

HAKAN SEVİN

Sandiraz Dağında, 2200 metre rakımda Kartal Gölü ( Fotoğraf: Hakan Sevin)

Bisikletçilerden ve dağcılardan “Şuradaki dağ beni çağırıyor, oraya mutlaka tırmanmam lazım” cümlesini sıkça duymak mümkün. Aslına bakılırsa bu cümle bir meydan okumayı, bir fethi ya da zirveyi ele geçirme isteğini dile getirmiyor. Kastedilen daha çok, o dağın dağcıya veya bisikletçiye bir çağrıda bulunması. Peki bir dağ insanı çağırır mı ya da niye çağırır? Niye ona “gel” der?

Size de olmuyor mu; diyelim ki araçla ya da yürüyerek bir yolda gidiyorsunuz, sağınızda-solunuzda akan tarlaları, düzlükleri, ovaları, ağaçları izliyorsunuz, ne güzel deyip kafanızı çeviriyor ya da gözünüzle bir sonraki sahneye geçiyor ve değişen manzarayı izlemeye devam ediyorsunuz. Peki ama bir dağ görünce ne yapıyorsunuz ve ne hissediyorsunuz? Gözleriniz dağa ve onun zirvesine kilitleniyor, nefesinizi tutuyor ve dağa kulak kesilmiyor musunuz! Kaç saniye geçerse geçsin, aranızda derin ve sessiz bir diyalog gerçekleşiyor ve dağ size “Gel!” demiyor mu? Nasıl oluyor da bir dağ sizinle iletişim kurabiliyor ve hatta size gel diyebiliyor?

Şimdilik bunu bilimle açıklamamız mümkün değil, ama dağın çağrısının kökenin inmek istediğimizde Türk Mitolojisi çıkıyor karşımıza. Eski Türk inanışları her dağın bir ruhu olduğunu, bir karakteri ve bir kişiliği olduğunu söylüyor. Sizi çağıran dağın görüntüsü veya kendisi değil, aslında onun ruhu. “Dağ Kültü, Eren Kültü ve Şenliklerinin Muğla’daki Yansımaları” adlı araştırmasında Yard. Doç Dr. Mehmet Naci ÖNAL şunları söylüyor:

“Eski Türk inancına göre, evrendeki ruhlar veya iyeler üçe ayrılırlar. Bunlar gökyüzünde, yeryüzünde ve yer altındadırlar. Gökyüzünün yani ışık âleminin büyük tanrısı “Han Ülgen” veya “Kayra Han”dır. En büyük ruh veya tanrı, Kayra Han’dır. Gök Tanrı inanışı Türklerde ortaktır (İnan 1995). Yer altının sahibi “Erlik Han”dır. Yeryüzünün iyeleri “yer-su” ilâhlarıdır. Bütün bu ruhlara veya iyelere çeşitli dualar edilir ve kurbanlar sunulur. Altay kavimleri, çevrelerindeki dağa, kayaya, nehre, göle iyelerin adlarını vermişlerdir (İnan 1968).

Yeryüzü ruhlarının tamamen müstakil oldukları düşünülür. Bunların ne Erlik’le ne de Ülgen’le ilgisi vardır. Yeryüzü ruhları dağ ruhlarına bağlıdır. Dağ ruhlarının insanlara iyilik yaptıklarına, onlara saadet dağıttıklarına, hayvanlarının çoğalmalarına yardımcı olduklarına, sağlık ve emniyet verdiklerine, bütün avcılara av verdiklerine ve onların sürülerini kötülüklerden koruduklarına inanılır (Alekseyev 1980).

Altaylarda dağlar birer canlı varlık olarak düşünülür. Dağlar da evlenebilir ve çoluk çocuğa karışabilir. Dağlar, insanların dualarına cevap verebilir. Her dağ ruhu kendi bölgesine hâkimdir. Diğer bölgelerdeki dağlarla ilgileri yoktur. Altay kavimleri göllerin, ırmakların, kayaların ve dağların kendi soylarının koruyucuları olduklarına inanırlar. Dağ ruhuna tapınma, ona dua etme, ondan yardım dileme, kurban sunma geleneği çok eski bir gelenektir (İnan 1968). Dağlara tırmanıp orada ibadet etmek, tanrıya daha yakın olmak anlamına gelir. Dağlarda dua edildiği zaman, tanrının duaları daha iyi işiteceğine inanılır (Roux 1994).”

İslâmiyet’ten önce Türkler, yılın beşinci ve sekizinci ayında kurbanlar keser, atalarını anar, dini ayinler düzenlerlerdi. Güz bayramına “Sağan Sara” (ak ay) bayramı da denirdi. 28 Ağustosta güz bayramı yapılırdı (İnan 1995). Ecdat makamında taş oyar ve şimalden cenuba doğru göç ederlerdi (İnan 1976).”

Türk’ün unuttuğu gelenek: Dağ/Eren Kültü

İslamiyet sonrasında ise, bu dağa, taşa, ağaca, suya tapınma kültü terk edildi. Birkaç istisna hariç! Dağdan ve dağın ruhundan kopartılmaya çalışan Türk, yani Yörük, dağ kültünü korumak için kutsal saydığı dağın zirvesine bir eren/ermiş/dede/baba ve onun mezarını yerleştirir, adının arkasına da türbe sözcüğünü ekler. “Çiçek Baba Dağı ” olur size “Çiçek Baba Türbesi”. Böyle olunca İslamiyet içine dahil olur dağın ruhu ve onu ziyaret eden Yörükler, köylüler İslam-dışı bir geleneği sürdürmemiş olur. Özetle; eski bir şaman geleneği İslam’a uygun şekilde modifiye edilmiştir. Ama bu kült özü itibariyle olduğu gibi korunur ve devam eder. İşte bu istisnalardan birkaçı:

1- Büyük Ağrı Dağı: Dağın bağrında Yakup Peygamberin türbesi vardır. Her yıl temmuz-ağustos aylarında ziyaretler yapılır, kurbanlar kesilir, adak adanır. Namaz kılınıp ibadet edilir (Onk 1972).

2- Erzurum’un Şenkaya ilçesi Bardız yaylası: Bardız köyünün yaylasına her yıl temmuz ayının ikinci haftası çıkılır. Çıkış zamanı çayırların biçilme zamanıdır. Yaylada Çakır Baba adlı bir erenin mezarı vardır. Yatırdan himmet dilenir. Ürünlere bereket istenir. Ocaklar yakılır, semaverler kaynatılır. Güreş ve at yarışları yapılır. Kur’ân okunur, namaz kılınır. Genç yaşlı, çoluk çocuk ziyaretlere katılır. Çakır Baba’ya çıkmadan çayır biçilmez (Dinç 1997).

3- Erzurum’un Narman ilçesinde Tecirek Dağı: 1930’lu yıllarda, Tecirek Dağına her ilkbaharda, erkek ve kadınlar çıkarlar. Dağda herhangi bir ziyaretgâh yoktur. Dağı ziyaret edenler, büyüklerinden böyle gördükleri söylerler (İnan 1930).

4- Erzurum’da Dumlu beldesindeki Dumlu Dağı: Dumlu Dağı’nın zirvesinde Dumlu Baha’nın mezarı her yıl ziyaret edilir. Allah rızası için kurban kesilir. Süt kaymağı ile un karışımından yapılan yöreye ait yemeklerden kuymakla beraber kurban eti yenir (Seyidoğlu 1985).

5- Diyarbakır’da İmamakil ziyareti: Batıkarakoç köyündeki şehitler, ilkbaharda ilk perşembeleri üstü üste ziyaret edilir. Dileklerde bulunulur, kurban kesilir, pişirilip orada dağıtılır (Yavuz 1993).

6- Fırat Havzasındaki Akdağ: Birer efsane kahramanı olan Şarık ile Şivan adlı iki çoban vardır. Mekân aşarak (tayy-ı mekanla) dağa koyunlarla birlikte çıkarlar. Onların çıktığı Akdağ’a yaza gelen dini bayramlarda çıkılır. İbadet edilir ve eğlenilir (Alptekin 1993).

7- Malatya-Elazığ arasında Fırat nehrinin doğusundaki tepenin zirvesinde Tümentepe ziyareti: Herhangi bir mezar olmamasına rağmen, ziyarete Cuma ve cumartesi günü çıkılır. Yağmur duası yapılır. Tepede şenlikler yapılır. Yemekler yenir (Alptekin 1993).

8- Sivas Suşehri’nde Kösedağ zirvesi: Kösedağ Savaşı’nda (1246) şehit düşenler yatmaktadır. Yığma taşlardan bir mezar vardır. Her yıl temmuzun üçüncü cumartesi Köse Baba türbesi ziyaret edilir. Taş konur, dileklerde bulunulur (Özen 2001).

9- Bolu’da Akşemseddin’i anma günü: Mayıs ayının üçüncü haftasında kutlanır (Tütüncü 1998).

10- Bolu Mengen’de Baba Hızır anma günü: Mengen’de haziran ayının son pazar günü yapılır. Baba Hızır’ın türbesi cami avlusundadır (Tütüncü (1998).

11- Bolu’da Şehriman (Şeyh’ül Imrân) yatırı: Tepede mezarı vardır. Her yıl temmuz ayının ilk pazarı kalabalıklar halinde kutlanır. Pilav, gözleme yenir. Mevlit okutulur, vaazlar verilir (Tütüncü 1998).

12- Bolu’da Elmalık köyü: Köy sınırları içinde türbesi olan eren için temmuz ayının ilk cumartesi anma günü yapılır (Tütüncü 1998).

13- Sakarya Hendek Şeyhler köyü: Köyde Şeyh İzzettin İsmail türbesi bulunmaktadır. Köy halkı her yıl 6 Ağustosta şeyhi ziyarete gidilir. Pilav yenir, ayran içilir. Kutlama yapılır. Eğer 6 Ağustosta uygulama yapılmazsa, o yıl kıtlık olacağına inanılır (Türkbay 1997).

14- Yalova: Deniz ermişi ile dağ ermişinin ağustos ayının ikinci haftasında buluştuğuna inanılır. Dağdan gelen cebinden kar topunu çıkarır, kayanın üzerine koyar. Denizden gelen cebinden bir balık çıkarır kayanın üzerine koyar. Yedi gün sohbet eder, yedinci günün sonunda, ayrılırlar. Ayrılırken dağdan gelen kar topunu tekrar cebine koyar; denizden gelen balığı alır suya atar. Balık yüzüp gider. Eğer ermişler bir sene buluşmazlarsa kışın ağır, yazın kurak geçeceğine inanılır (Taner 1995).

15- Balıkesir’de bulunan Kaz Dağı: Balıkesir’in Gökçeören köyünün tepesinde Sarıkız adlı bir ermişin bulunduğuna inanılır (Akyalçın 1998). Sarıkız efsanelerinin muhtelif varyantları vardır. Her ağustos ayının ortasında Sarıkız ziyaret edilir. Türbe, üstü açık bir odacık şeklindedir (Karadağ 1996). Kaz dağına çeşitli dilekler için gidilir (Burdurlu 1966).

16- İstanbul Büyükada: Büyükada’da bulunan Aya Yorgi Kilisesi’ne adanın tepesindeki ayazmasına, her yıl 23 Nisan ve 24 Eylül tarihlerinde, her dine mensup insanlar ziyarete çıkarlar. Bu tarihlerde dileklerin gerçekleşeceğine inanılır. Tepeye çıkmadan önce, yol kenarında bulunan bodur ağaçlara bezler bağlanır. Bu çıkış sırasında bir makara iplik dolaya dolaya tepeye çıkılır. Yol kenarlarında taştan yapılmış evlere ve bebeklere rastlanır. Kimileri dileklerini kâğıtlara yazıp ağaçların üzerlerine asarlar. Kiliseye varınca hangi dinden olursa olsun herkes, Hıristiyan inançlarına göre hareket eder. Mum yakılır ve paralar yapıştırılır. Ayazmanın suyunun şifalı olduğuna inanılır. Bu su içilir ve el yüz yıkanır. Adakları kabul olanlar ertesi yıl, aynı gün bir şişe sıvı yağ getirirler. Kiliseye yakın bir yere bu yağları bırakırlar (Bulut 2002).

Çiçek Baba şenlikleri ( Fotoğraf Hakan Sevin )

Sandıraz Dağı ve Çiçek Baba Şenlikleri

“Muğla’daki en canlı ve en geniş katılımlı eren ziyaretleri, Batı Torosların son uzantısı olan Gölgeli Dağlarının Sandıraz doruğunda yapılır. Köyceğiz ilçesi ile Denizli’ye bağlı Tavas ilçesinin Beyağaç beldesi arasında kalan Sandıraz dağının zirvesinde Çiçek Baba olarak bilinen erenin mezarı bulunmaktadır.

Çiçek Baba ziyaretleri yüzyıllardır süren bir gelenektir. Kimse bu ziyaretlerin ve şenliklerin ne zamandan beri yapıldığını bilmemektedir. Şenliğe gelenler, babalarının ve dedelerinin de bu şenlikle katıldıklarını, kendilerinin ise çocukluklarından beri geleneğin içinde olduklarını belirtmişlerdir. (ÖNAL)”

Yazıyı bir efsaneyi alıntılayarak bitirelim:

“Çiçek Baba hakkında pek çok efsane anlatılır. Bunlardan biri Dağların kişileştirilmesi ve dağın adının oluşumu ile ilgilidir. Efsaneye göre, Çiçek Baba Dağı ile karşısındaki Atkuyruksallamaz Dağı kavgaya tutuşurlar. Birbirlerine top atarlar. Atkuyruksallamaz Dağı topu Sandıraz Dağına ulaştıramaz. Oysa Sandıraz dağı attığı toplarla Atkuyruksallamaz Dağının tepesini uçurur. Bunun üzerine Atkuyruksallamaz Dağı sen büyüksün anlamında, “Sen dırazsın!” der. Daha sonra dağın adı “Sandıraz” olarak kalır.”