Bilinçli bir kafa karışıklığının amaçlandığı roman

20.yüzyıl yakın tarihine ilişkin oldukça hafif, hoppaca anıştırmalar, grafik gösterimlere dayalı tarihsel soyutlamalar, sahicilik yanılsamalarını besleyen yarım bırakılmışlıklar, tarihsel gerçekler ile kurmaca arasında kurulan koşutluklar… Veba Geceleri, Orhan Pamuk’un yazınsal derdinin daha derin bir güdümlemenin ürünü olduğunu ve okurun usunu devre dışı bırakarak, ilkel bir tarihsel çizgi roman kolaycılığıyla yetersiz veriden kesin yargılar çıkarmasını sağlamayı amaçladığını kanıtlar.

ZEKİ Z. KIRMIZI

Ölümcül bir salgın romanı olan Veba Geceleri dünya ve Türk yazınında önemli örnekleriyle de sıkça karşımıza çıkan bir geleneği sürdürür gibi görünüyor. Ama ana izleğinin, özellikle okurun dikkati yönlendirilmesine karşın salgından çok, salgının dengeleri olumsuz etkilediği toplum içi çatışmaları, güç ilişkilerini ve kirli siyasetleri öne çıkarmak, göstermek olduğu söylenebilir. Elbette daha ötesi de var ama kurgusal (spekülatif) bir çıkarım iki yanı keskin bıçak işlevi görür şu aşamada. İlginç olan geçen yılın (2020) mart ayından beri Çin’den başlayarak dünyayı kasıp kavuran ve şu an (Temmuz 2021) bile etkisini yoğun biçimde sürdüren ölümcül bir virüs (Covid 19) salgınıyla romanın görünür izleğinin örtüşmesi. Büyük ölçüde rastlantı elbette çünkü Pamuk’un romanı Covid 19’dan çok önce tasarladığını sanıyorum. Ama iti anıp sopaya davranmış, acımasız, bilimsel bir nesnellikle tarihsel bir salgın anlatısı kotarmış yazarımız. Bu onu gelecek bilicisi (kâhin) yapar mı bilemiyorum ama gündemi ilginç ve anlamlı bir biçimde yakalamış, hatta aşmış oldu. Son yıllarda sayısı tüm dünyada artan yok oluş, ‘kıyamet’ tasarıları (felaket senaryoları) çılgına dönmüş dünyanın gündemini, üçlü işlevlerinden uyartı, ayartının çok ötesine taşıyarak artık körelti (uyutma, örtme, karartma, vb.) işlevine bağladı ve bunun yarattığı kaygı koskocaman bir üretim-dağıtım-tüketim düzeni (endüstri) yarattı. İnsanlığın Aşil topuğu verimli bir pazarı büyüttükçe büyütüyor. Elbette kötü gelecek, yok oluş anlatıları nitelikli ve niteliksiz örnekleriyle bilinçaltımızla bilincimizi karşılıklı ve etkileşimli olarak biçimlendirmeyi sürdürüyor ve Orhan Pamuk yaklaşımını en az iki düzeyli olarak yorumlamakta yarar var.

Hemen eklemeliyim ki, ‘tuhaftır’, Veba Geceleri bir yok oluş değil var oluş anlatısı. Ama yazarımızın, üstlendiği yazınsal çizginin belirgin(leştirilmiş) özelliklerini de sürdürerek bir ada devlet (Minger Vilayeti) yaratması, bu devletin ağlatıdan (trajedi) çok güldüren (komik) oluşum öyküsü Veba Geceleri; 20.yüzyıl yakın tarihine ilişkin oldukça hafif, hoppa(ca) anıştırmalar, yapılabilecek en yalın çizgesel (grafik) gösterimlere dayalı tarihsel soyutlayımlar, sahicilik yanılsamalarını oluk oluk besleyen tüm gönderimlerde yarım bırakılmışlıklar, vb. ile aslında Orhan Pamuk yazınsal (poetik) derdinin daha derin olduğunu, bir derin güdümlemenin ürünü ve sonucu olan, okurun usunu (akıl) devreye alarak değil de dışarıda bırakarak, ilkel (primitif) bir tarihsel çizgi roman (serial) kolaycılığıyla yetersiz veriden kesin yargılar çıkarmasını sağlama amaçlı bir dışavurumun öncelendiğini kanıtlar. Yorumu sona bırakıyorum.

Kitapta kullanılan çizimlerden…

Okur Kafamda Bir Tuhaflık’tan sonra başıboş elbette bırakılmamıştır. Baba ve oğul karşılıklı kıyımıyla (Kırmızı Saçlı Kadın) Orhan Pamuk okurunun düz çizgiden sapmasız yürüyen kafası yeterince karıştırıldığından dizginlerin yeniden ele alınma zorunluluğu duyulmuş belli ki. O zaman yazar bir roman yazarı olmaktan önce bir kılavuz yazardır ve kılavuz kitap ise gezginler (turist) için kılavuz kitapları çokça andırır. Coğrafyası, yerleşmesi, insan özellikleri, ekonomisi, toplumsal siyasal döngüleriyle, haritaları ve yapı yığınağıyla (stok) düşlemsel olarak tasarlanmış Minger Adası için ön kapakta bir resim (Orhan Pamuk-Ahmet Işıkçı) ve birkaç sayfa içeride çift sayfaya dayalı Arkaz Kalesi ve Şehri, Minger Vilayeti (1901) haritası tüm roman uzamını, adlarıyla yalınlaştırılmış biçimde gösteriyor. Girit’le Rodos arasında konuşlandırılmış düşsel ada üstelik 1:10.000 ölçekle ölçeklendirilmiş, izleyen sayfaya kapakta yer alan resimle ilgili bir açıklama konulmuştur. Kurmaca yazar Mina Mingerli, yazdığı bu romanın Giriş’ine şöyle başlıyor: “Bu hem bir tarihi roman hem de roman biçiminde yazılmış bir tarihtir. Doğu Akdeniz’in incisi Minger Adası’nın yaşamındaki en yoğun ve en sarsıcı altı ayı anlatırken, çok sevdiğim bu ülkenin tarihini de hikâyeme kattım.” (VG, 11) Böylece yazar okuruna karşı biçeme (üslûp), biçimsel seçimlerine ilişkin önlemlerini, bir romanla değil ‘hem bir tarihi roman hem de roman biçiminde yazılmış bir tarih’ diyerek almış oluyor. Orhan Pamuk yazın evreninde eşi az bulunur bir kısagörü ökesi (dâhi taktisyen) olduğunu kanıtlamış oluyor. Buna karşılık Kafamda Bir Tuhaflık’ın (2014) ayrıntılı içerik dökümleri, zamandizinleri yok, çünkü tüm roman 6 ay gibi kısa bir sürede geçiyor ve öne çıkan kişi (karakter) sayısı Kafamda Bir Tuhaflık’tan daha az. Kafamda Bir Tuhaflık 1968’den 2012’ye çalkantılar içerisinde Türkiye’nin, özellikle İstanbul’un ve gecekondulaşmasının tarihi. İlginç olan ise şudur. Tarihleme bu romanda çok öne çıkmasına ve somut tarihsel göndermeleri karşın Pamuk 6 aylık bir dönem tanıklığı yaptığını öne sürdüğü Veba Geceleri (2021) için tarihsel roman tanımı kullanmıştır.

 Sahte göstergelerin gerçek göstergelerin yerini aldığı, Veba Geceleri

Salgın (özellikle veba) anlatıları geçmişten günümüze yaygındır ve hemen hemen tümünde doğal nedenlere bağlı toplumsal yıkım dönemlerinde insanların dönüşümleri, korkunç yıkımla baş etme ve tepki verme biçimleridir anlatılan. Orhan Pamuk da benzer bir kaygıyla yazmıştır romanını. Bir sanat yordamı olarak olağanüstü bir durumdan belirtik (tipik) tür, yani insan öyküsü çıkarmak elbette çok yönlü ve aşamalı olarak tartışılmalıdır. Ama en başından doğrulama ya da yanlışlama söz konusu olamaz, olmamalı. Yalnızca şunu imlemekle yetineyim. Giderek, günümüze yaklaştıkça özellikle de halkçıl (popüler), kitlesel dışavurumlar insanın öyküsünü anlatabilmek için olağanüstü(leştirilmiş) bir ortama, sahneye, arkalığa daha çok gereksinim duyuyorlar. Bu sürece ya da eğilime bilinçle karşı çıkan, ters örnekleri, seçkincilik suçlamasını göze alarak yazanlar da az değil, dünyada ve bizde. Bunu da belirtelim. Konu ister istemez bizi, yazarın kişisel ve yazınsal ömrü arasındaki açılanmaya taşıyor. Bir yazar ne ister? Bir yazar kısa(yakın)görü (taktik) ile uzun(uzak)görü (strateji) arasında gerilen çarmıhında nasıl can vermeyi seçecektir? En sonunda kimin için, neyi seçecektir? Bir sanat yapıtının bir insana, bir özneye, belli nitelik ve niceliklerin özgül birikimine bağlı olması bir yanıyla acı bir durum ama böyle olmasaydı sanat diye bir kavramımız, eylemimiz de olmazdı.

Üstkurmacaya göre Mina Mingerli’nin eline, Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit’in amcasını sevmeyen yeğeni, padişah V. Murat’ın kızlarından[1] en küçüğü ve Orhan Pamuk kurmaca kişisi prenses Pakize Sultan’ın doktor kocasıyla Çin’e görevli giderken Akdeniz’de Minger Adası’na veba salgını nedeniyle zorunlu çıkışları ve orada yaşadıkları tarihsel olaylara ilişkin kocasının gözlemlerini ablasına ayrıntılı biçimde aktaran mektupları geçmiştir ve roman bu mektuplarla diğer belirtilmiş birkaç kurmaca kaynakla oluşturulmuştur. Giriş’in bir yerinde şöyle diyor kurmaca yazar Mingerli: “Roman sanatı kendi yaşadığımız hikâyeleri başkalarının hikâyesi gibi, başkalarının yaşadığı hikâyeleri de kendimiz yaşamış gibi yazabilme hünerine dayanır. Bu yüzden kendimi bir padişah kızı, bir sultan gibi hissederken bir romancı gibi davrandığıma kolaylıkla inanıyorum. Ama zor olan veba ve karantina mücadelesini yöneten iktidar sahibi erkeklerle, paşalarla ve doktorlarla özdeşleşmekti.” (12)

1901 yılı Avrupa-Ortadoğu-Akdeniz eksenli tarihsel-ekinsel çerçeveyi bir derleyici (koleksiyoner) titizliğiyle çok iyi irdelediği, pul, kartpostal, vb. gündelik yaşam göstergelerine değin araştırdığı, her düzeyde ilişkilenme biçimlerini (deniz ulaşımı, liman kentleri ve oteller: Splendid, Majestik, vapur sefer düzenleri, gemi şirketleri, salgınlar, Osmanlı Karantina Teşkilatı, dönem kozmetikleri: örneğin uydurma La Rose du Minguére gül kokulu el kremi, ‘hacı gemileri’ [Bkz. Amin Maalouf], vb.) kusursuz yansıttığı son romanı Veba Geceleri’nde yer yer üst anlatıcı görüşü vermekten, yorum yapmaktan hiç geri durmayan (ki bunu uzun süredir sıklıkla yapmakta, hatta bu onun özgün anlatı yordamlarından birini oluşturmaktadır) Orhan Pamuk, bilgi(lendirim) (epistem) konusunda da yazınsal (poetik) bir seçim yapmaktadır nicedir. Zevkle okurunu; anlattığı dönem, kişiler, ilişkiler, söylem ve eylemler hakkında ayrıntılı ve titizce bilgilendirir. Sanki doğrulanmaya özellikle istekli (arzu) bir bilgilendirme çabasıdır bu. Çünkü romanlarının iki eksenli, düzlemsel kurmaca yalınlığı, üzerine oturduğu yeryüzeyinin (topografi) bilimsel kesinliği (netlik) ile denge ya da geçerlilik kazanacak, kurmacayı bastıran doğruluk özgün tutamağı oluşturacaktır. (Haritanın işlevi.) Oysa kurmacanın yalınlaştırılması da yukarıda belirttiğimiz üzere yazarımızın artık süreğenleşmiş bir seçimidir. Ve bu seçimin yarattığı oylumsal (hacım) boşluk bilgiyle, bazen de yargıyla doldurulmaktadır.

Düşlemsel bir ada ve adaya ilişkin gerçekte olmayan bir dizi belge, olayla yine düşlemsel bir tarih hem olan hem olmayan incelikli, siyasal gönderimlerle örgülenmiş, sahte göstergelerin gerçek göstergelerin yerini aldığı ve tersi ya da bilinçli bir karışıklığın amaçlandığı Veba Geceleri’ne göz atalım.

 Orhan Pamuk gerçeklerle nasıl dalga geçer?

Çin’e doğru yola çıkan Aziziye Vapuru hesapta yokken gelen buyrukla yolculardan kimyager Bonkowski Paşa, Pakize Sultan ve eşi damat Doktor Nuri Paşa’yı Minger Adası’na bırakır. Adada Osmanlı valisi, ona bağlı asker ve sivil casusluk örgütü (“Murakabe Müdürü Mazhar Efendi, Vali’nin karmaşık ve zengin casuslar, muhbirler ve sivil polisler ağının başındaydı.”, s.42), güçlü Girit göçmeni Rum ve göçmen Türk nüfus, Ortodoks kilise, Müslüman tarikatlar, milliyetçi çeteler (Rum), levanten tüccar, acenta, vb. sahipleri etkilidir. Girit’in bir küçük örneğidir Minger Adası. “Bu noktada dört yıl önce komşu Girit Adası’nda başlayan Müslüman-Hıristiyan çatışmalarının sonunda uluslararası güçlerin çatışmaları durdurma bahanesiyle adayı Osmanlı’dan kopardığını hatırlatalım.” (VG, 37) Bu arada bir fasıl (4. Bölüm); Çin’e, Çinli Müslümanlara ve Osmanlının Batı etkisindeki Çin(li Müslüman) siyasetlerine girilir. Zaten damat da biraz bununla görevlidir: Çin’de İngilizlere karşı Müslüman ayaklanmaları yatıştırmak. Sömürge(ci) siyasetler ve Osmanlı saray dedikoduları da (Abdülhamit’in aşırı kuşkuları, ağılanma korkusu, polisiye roman sevdası, vb.) dönemin dünya, bölge gelişmelerini süsler. Osmanlı Sultanı II. Abdülhamit ayrılıkçı, ulusalcı kalkışmalardan son derece kaygılıdır. Ünlü Eco[2] ya da günümüz benzeri anlatılarında olduğu gibi, görünen görevin (misyon) arkasında tam açığa çıkmayan bir gizemli olaylar dizisi (cinayetler, örneğin Bonkowski Paşa’nın öldürümü ve bu cinayetlerin siyasal gerece dönüşmesi, sözüm ona aydınlığa kavuşturulması, vb.) gereken tatlandırıcı, baharatlandırıcı ya da sosu sağlamaya yeter. Adayı fareler basmıştır ve artık veba saklanamaz boyutlardadır. Kaçabilen kaçmakta, limana, gemilere karantina (alıkoyma, kapatma) yasağı gelmektedir. Adanın büyük yerleşim yeri ve limanı olan Arkaz’da sanki bir belgesel tanıtım filmi içindeymiş gibi gezdiriliriz: “Karı koca zırhlı landonun penceresinden İstanbul Caddesi’ndeki Avrupai binalara, otellere, aşevlerine, seyahat acentalarının yazıhanelerine, büyük mağazalara ilgiyle baktılar. Caddenin doğu tarafındaki dükkânlar, kumaşçı, elbiseci, ayakkabıcı, tuhafiyeci, kitapçı (Minger Adası’nın tek kitabevi Medit, Yunanca, Fransızca ve Türkçe kitaplar satardı) ve İzmir’den ve Selanik’ten getirilmiş kap kacak, mobilya ve kumaş satan dükkânları gördüler. Esnaf vitrinlerini güneşten korumak için renk renk şeritli tentelerini sonuna kadar indirmişti. Palmiye, çam, limon ve ıhlamur ağaçlarıyla yemyeşil bahçelerin derinliğini ve bitki ve ot çeşidinin zenginliğini görerek şaşırdılar. Mavi, pembe ve mor güllerin rayihası başlarını döndürüyordu. Kayalar arasından kıvrılarak yukarı, tepelere çıkan ve dere boyuna, şehrin kuytu köşelerine inen merdivenli dar sokakların büyüsünü hissediyorlardı. Sağda solda karşılaştıkları tek minareli camiler, küçük kiliseler, altı taş, cumbası ahşap, sarmaşıklı evler, gotik pencereli Venedik yapıları, kırmızı tuğlalı Bizans kemerleri etkiledi onları. Kapı eşiklerinde, pencere önlerinde gelip geçenleri seyreden uykulu ihtiyarları ve huzurlu kedileri görmek Pakize Sultan ile kocasına burasının hayallerindeki Çin’den çok daha tanıdık bir âlem olduğunu hissettirdi. Sokakların tenhalığı, her şeyin küçük boyutta olması ve salgın yüzünden hissettikleri korku buraya masallardan çıkma bir hava da veriyordu.” (VG, 79) Pakize Sultan’ın koruması olarak görevlendirilen Minger’li kolağası (yüzbaşı) Kâmil, Minger Adası’nın tarihinde ve dolayısıyla bu romanda belirleyici kişidir: Olaylar öncesinde öykünün başına sonuna, bütününe egemen anlatıcı kaygısızca buna gönderme yapar, okuru önden bilgilendirir: “Kolağası’nın Minger Adası’nda filozof Hegel’in sözleriyle ‘tarih sahnesi’ne çıkmasının hikâyesini anlatırken Minger ders kitaplarında yazılanları bazan tekrarlayacak, bazan düzelteceğiz.” (VG, 85) Kolağası, yazarımızın anlaşılabilir birçok nedenle soğukkanlıca dalgasını geçeceği bir Cumhuriyet kurucusu olacaktır ileride. Fransız Devrimi ve aydınlanmadan esinlenmektedir.

Yazarımız Orhan Pamuk nasıl mı dalga geçer? İşte: “Öte yandan, tayin olduğu taşra kentlerinde yalnızlık ve içkiyle geçen pek çok gecede ve buhranlı zamanlarında bir kadına sarılmak, sevişmek için çaresizlikle yanıp nice acılar çekerken bu yüksek fikirlerin bazılarını unutmuştu. Pek çok subay gibi o da yirmi beşine gelmeden ‘Bir dul kadın var sana uygun, çok mazbut’ gibi uyarılara kulak vermeye başlamıştı.” (VG, 86) Bir gün Kolağası postaneye gider ve Osmanlı vilayetlerinin birçoğunda bulunan Teta Marka saati görür. Aynı an, Avrupa ve Osmanlı dilinde iki ayrı sayıyla nasıl gösterilir, sorusu takılır kafasına. Bu metafizik soru kolağasını derin düşüncelere yönlendirir. Vali Sami Paşa’nın kaçamak aşkı öğretmen Marika da romanın önemli kişilerinden biridir. Vali bunaldıkça onun kucağına sığınır. “Marika bir sessizlikten sonra bunu anlayarak gülümsedi ve atağa geçti. Paşa minnet duydu ona. Sevişirlerken şükran ve hayranlık duyguları arasında gidip geldi. Bir yandan da içindeki hayvana izin veriyordu. İçki içmeden sarhoş olmuştu sanki. Her zaman aşırı bir ilgi duyduğu Marika’nın büyük sağ göğsünün ucunu bir ara ağzından hiç çıkarmadı. O sırada kadının Paşa’nın seyrek saçlarını ve başını sevgiyle okşaması Paşa’ya annesini ve çocukluğunu hatırlattı. Marika’nın tatlı göğüslerinin gür sakallarına sürünmesi de çok hoşuna gidiyordu. Çok uzun sürdü sevişmeleri; Paşa ter içinde kaldı ve sırtındaki sivrisineği en sonunda fark etti.” (VG, 295) Bu arada Şeyh Hamdullah tekkesinin arındırılması (dezenfeksiyon) kaçınılmazdır. Şeyhin kardeşi Ramiz ise dağda çeteci, yakışıklı bir gençtir. Zeynep’le evlenmek, onu ikinci karı olarak almak ister ama Kolağası Kâmil de Zeynep’le ilgilidir. “Minger tarihinin en tartışmalı ve böyle olduğu için en sevilen hem de uydurmalarla en çok değiştirilen bu romantik aşk hikâyesine biz de kitabımızda biraz yer vereceğiz. Bunu yaparken Kolağası’yla Zeynep arasındaki aşkın tarihi kısımlarıyla ‘romantik’ kısımlarını ayırmaya çalışacağız. Tarihi hikâyeler ne kadar ‘romantik’ iseler, o kadar doğru değildirler ve ne kadar ‘doğruysalar’ -ne yazık ki- o kadar romantik değildirler.” (VG, 148) Ara ara İstanbul’a, Yıldız Sarayı yaşamlarına da tanık ediliriz. Bu arada salgın giderek derinleşir. Yol kenarlarında ölüler. Ölü çukurları. Uluslararası güçlerin kordon kararı. Adanın ablukaya alınması. Mahmudiye zırhlısı yanında İngiliz, Fransız, Rus savaş gemileri. Ada içinde giderek derinleşen toplumsal çelişkiler, çatışmalar. Kolağasının artık duruma el koymasının zamanıdır. Ada postanesini ele geçirmekle başlar işe. Telgrafhane baskını. Gazi Mustafa Kemal’in telgraflar savaşı anıştırılır. “Postane kapatılmıştır.” (264) Kapanmaya (karantina) karşı direnişe son vermektir amacı. Tutuklanmasına karşın güvendedir. Valiye arabasında (lando) bir saldırı olur ve çok geçmez, Vali Sami Paşa görevden alınır. Sühandan yardım gemisi yeni valiyle (İbrahim Hakkı Paşa) gelir. Kurmaca yazar araya girer: “Buralarda Arkaz’dan vebadan kaçanlarla çatışmasını ve eczacı Nikiforo’nun büyük oğlunu tehdit edip para istemesini kitabımızı uzatmamak için anlatmıyoruz.” (VG, 302) Kaçak Ramiz karaya çıkan yeni valiyi adadaki durumla ilgili olarak güçlükle ikna eder. Kolağası ise karısı Zeynep’le otelde gözaltındadır. Olaylar sıkışır, düğümlenir. Vali Konağından adanın önemli kişileri halka seslenecektir.

Kurmaca ile gerçek arasındaki şaşırtmayan benzerlikler

Yazarımız yine geleceği peşin peşin duyurur: “Okurlarımıza Halifiye tekkesinin önde gelenlerinden Nimetullah Efendi’nin silik ve mütevazi görünümüne karşın – ya da belki de bu sayede- ada tarihinde çok önemli makamlara oturacağını söylemek isteriz.” (VG, 312) Tüm güçler (eski, yeni vali, Ramiz çetesi, Kolağası, tarikat şeyhi, Minger’in kalburüstü temsilcileri, vb.) tarihsel anda Valinin konağında bir araya gelirler ve aralarında silahlı çatışma olur. “Etraf kan içindeydi ve kan Minger taşları üzerinde tuhaf bir kırmızıya kesiyordu.” (319) “Tören için gelmiş telaşlı misafirlerin Kolağası’nın elindeki bayraktan yayılan ışıkla büyülendikleri önce Minger gazetelerinde, sonra da tarih kitaplarında belagatle çok yazılmıştır: Milliyetçi heyecanın, tarih ile edebiyat, efsane ile gerçek, renk ile manası arasındaki ayrımı kaldırdığı yerdeyiz şimdi. Olaylara biraz daha dikkatle ve biraz daha ağırdan alarak bakacağız.” (VG, 320) “Kolağası’nın bir elinde Nagant tabanca, bir elinde kırmızı keten bayrak Salgınhane odasından toplantı salonunu geçip balkona yürüyüşünü gösteren pek çok yağlı boya resim vardır.” (VG, 320) Ama kolağası bileğinden yaralanmış, kan yitirmektedir. Balkona çıkar, bayrağı sallayarak Delacroix (La Liberté guidant le peuple, 1830) resmini yankılar. Devrim (ihtilal) gerçekleşmiştir: Révolution á Minguère! Hademe elindeki sopayı Kolağası’nın bayrağına tutturur ve tarihe böyle geçer. Daha sonra tarih kitapları ve ressamlar iki genç kızdan söz ederler ya… Bütün bu yansılama (parodi) bize fena halde başka bir şeyleri çağrıştırır. “Minger’li olmanın bir ‘kan meselesi’ olarak algılandığı ve temellendirildiği 1930’lar ve 1940’larda ‘Hürriyet mücadelesi’nin bu en dramatik ânı hatırlanmış ve Mingerlileri harekete geçiren şeyin, devletin kurucusunun bileğinden, parmaklarından bayrağa ve aşağıya, meydana ve toprağa damlayan kan olduğu açıkça yazılmıştır.” (VG, 328) Artık ‘komutan’ Kâmil vardır, Minger Cumhuriyeti’nin kurucu önderi… Hırslı yazarımız (hangisi) gizli öc alma duygusunu doyurur gibidir: “Devletin kurucusunun kapının yanındaki divanda Osmanlı üniforması ve madalya ve nişanları ile kanlar içinde uzanışını, yanı başındaki bayrağı, yeni bir devlet kurulma iddiasını hiç bilmemesine rağmen (Pakize Sultan-Zzk) romantik buldu.” (VG, 334) 101 pare top atışı yapılır: Cumhuriyetin duyurulması (ilân). Anayasa başlangıç ilkeleri kâğıda geçirilir. Eski vali Sami Paşa artık başnazırdır (başbakan). Kolağası yeni cumhuriyetin cumhurbaşkanıdır.

Bu ne şaşırtıcı benzerlik: Tarih, dil çalışmaları başlatılır. Soyluluk ve arılık üzerinde vurgu arttıkça artar. Kurmaca yazarımız anımsatmadan edemez: “Bu vesileyle roman-tarihimizin sonuna yaklaşırken yazarınız ve tarihçinizin okuduğunuz romanın önde gelen kahramanlarının soyundan olduğunu burada artık açıklamak istiyorum.” (VG, 354) Ama cumhuriyetin kuruluşu tarihin bittiği anlamına gelmez. Cumhurbaşkanına öldürme (suikast) girişimi, kızım sana söylüyorum gelinim sen anla tarih ve yazın anlayışını doğrularcasına, bu taze cumhuriyette de gerçekleşecektir. Üstelik Cumhuriyet söylemi şişik bir söylemdir. “Değil İngiliz ya da Fransız, sıradan bir korsan gemisi, adanın kuzey sahillerine iki yüz silahlı adam çıkarsa ve bu minik ordu dağlardan yürüye yürüye Arkaz’a gelseler, Sami Paşa ve garnizondaki talimsiz eğitimsiz kuvvetleri daha kalabalık olmalarına rağmen onları durdurmakta zorlanabilir, yani Minger Devleti de daha birinci ayını doldurmadan yıkılıp tarih sahnesinden çekilip gidebilir, belki de ‘Minger Milleti’ diye bir millet olduğu hepten unutulurdu.” (VG, 358) Tolstoy’un ‘aile’ sözcüğünün yerine ‘ulus’u koyarsak, ‘bütün mutlu uluslar birbirine benzer, mutsuz olan her ulus da mutsuzluğunu kendine göre yaşar,’ ünlü sözünü yalanlarcasına benzerlik mutsuzlukta yankılanır. İlgili ilgisiz, ibretlik idam kararları alır başını gider. Cumhuriyet’in eli kanlıdır anlayacağımız. Hangi Cumhuriyet’in mi? Belki tümünün…  “Pek çok değerli bilginin yer aldığı bu kitapta, yeni idarenin Osmanlı’nın zulmünü devraldığı zaten Osmanlı’nın meseleler karşısında adam asmaktan başka bir şey bilmediği yolunda, Türk ve İslam karşıtı gözlemler vardır ne yazık ki.” (VG, 362) Yetmez, yazarımızın gerçeği ve kurmacasının öfkesi yatışmaz: “Minger Devleti’nin ilk günlerinin resmi hikâyesini yazanlar veba günleri ve gecelerinde Komutan Kâmil’in iki yüz yetmiş dokuz sokak, meydan, cadde ve köprüye yeni ad verdiğini hatırlatır, bu rakamla övünürler.” (VG, 368)

Saplantıya dönüşmüş koşutluk kurma derdi

Eski, arı (öz) Mingerce çalışmaları tüm hızıyla ve ırkçılığıyla sürmektedir. Mingerliler için tarihsel köken arayışları elbette unutulmayacaktır. Bunları da anımsıyoruz bir yerlerden. Ama tarih beklenmedik olaylarla kesintiye uğrar. Komutanın karısı gebe Zeynep vebaya yakalanmış, Halifiye tekkesi şeyhi Hamdullah’ın adanın kuzeyine kaçırılıp sürgün edilmesi bağlılarını (mürit) ayaklandırmıştır. Demek ki tüm ulusal tarihler aynı zorunlu adımlardan oluşur. “Kale’nin hapishanesindeki isyan beklenmedik bir şekilde büyüdüğünde yani iş komutanın askeri ve siyasi dehasına ihtiyaç duyulacak boyuta geldiğinde, zaten ok yaydan çıkmıştı ve devlet çok zayıftı.” (VG, 391) Düşüngüsel (ideolojik), söylensel (mitolojik) önermeler tarihi yeniden yazmayla sonuçlanacaktır: “Komutan’ın o sırada karısını ve doğacak oğlunu kaybetmenin acısıyla hayallere sığındığı ve kendisini efsanevi bir Minger köylüsü, Zeynep’i de ‘pastoral’ bir Minger hikâyesinin köylü kızı kahramanı gibi hayal ettiğini düşünebiliriz.” (VG, 393) Geleceğe gönderme yapan söylensel imgeler harıl harıl üretilirken bir dizi toplumsal iyileştirmeler (reform) de yapılır. Ve komutan Kâmil Paşa’nın sayrılığı (veba) tarihin dengelerini allak bullak eder. Son sözleriyle dalga geçmeyi de değerlendirir büyük bir incelikle kitabın üst üste ne kadar yazarı varsa tümü. Ayaklanma olur ve sonunda yeni devlet yönetimi tarikatın eline geçer: Şeyh Hamdullah dönemi başlar. Başnazır keçe külâhlı derviş Nimetullah’tır aslında arkada ipleri tutan kişi. Veba daha da kötüye gider. “‘Şeyh Hamdullah Dönemi’nin bir diğer belirgin özelliği, mahkemeler, idamlar, zindana tıkmalarla birlikte dört başı mamur bir ‘devlet terörü’ dönemi olmasıdır. Bu terör siyasi idi elbette ama kişisel bir yanı da vardı.” (VG, 391) Şeyh Hamdullah yönetiminin öteki (?) Cumhuriyet’te karşılığı nedir, anlamak bize kalıyor. Eski Minger Osmanlı Valisi, Minger Cumhuriyeti başveziri Sami Paşa da asılarak öldürülür bu dönemde. Pakize Sultan ve eşi Doktor Nuri yeni rejimin hedefindedir. Şeyh, Pakize Sultanla siyasi bir evlilik yapmak için nikah kıymak ister. Ama arkasından, Şeyh Hamdullah da vebaya yakalanır. Rejim yine el değiştirir. Başnazırlık Doktor Nuri’ye verilir. Pakize Sultan ise İngiliz biçimi (usül) Kraliçe ilan edilir. Yine toplar atılır. Sokağa çıkma yasağı… Sıkı önlemler… derken, veba salgını yatışmaya başlar. Ölüm sayıları düşer. Osmanlı yönetimiyle (Kraliçe Pakize Sultanın amcası II. Abdülhamit’tir ve kapanma ve abluka kalkınca Osmanlının Adayla ilişkisi ne olacak, adayı Osmanlıya karşı İngilizler mi koruyacaktı?) Yaşam düzene girer, canlanır. “Bu katliamdan aklını kaçırmadan sağ salim kurtulan tek kişi, makamına oturamadan öldürülen yeni valinin muavini Hadi’ydi. Hatıralarında Kraliçe ve kocasının Kızkulesi’ne bu ziyaretinden söz ederken, onlardan, modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucularının son Osmanlı padişahlarından, Osmanlı hanedanından, şehzadelerden ve damatlardan söz ederken kullandığı küçümseyici, aşağılayıcı dili kullanmıştır. Ona göre Pakize Sultan ve Doktor Nuri saray hayatı yaşadıkları için gerçeklerden kopmuş ve uluslararası güçlerin piyonu olmuş, kafası havalarda, burnu yukarıda şımarık kişilerdi en sonunda.” (VG, 487) Gerçekte yeni düzende adanın gizli yöneticisi Murakabe Nazırı Mazhar Efendi’dir. Sonunda çift Aziziye gemisiyle romanın başında yarım kalmış yolculuklarını sürdürmek üzere Çin’e yolcu edilirler.

Yıllar geçer. Kurmaca yazarımız yanlış anlamaları bir kez daha önlemek için araya girer: “Dikkatli okurlarım kitabımda Pakize Sultan ile Doktor Nuri’ye herkesten daha anlayışla yaklaştığımı fark etmişlerdir. Onların kızlarının torunuyum ben. Doktoramı Cambridge Üniversitesi’nde 19. yüzyılın ikinci yarısındaki Girit ve Minger adaları üzerine yaptığım için, mektupların yayına hazırlanmasını benden istemeleri kadar doğal bir şey olamaz.” (VG, 499) Peki, bu geçen uzun zamanda neler olur Çin’de ve Minger’de? Minger’de eski Murakabe Müdürü Mazhar kendisini cumhurbaşkanı yapar 25 pare top atışıyla. “Balkona çıkan Başkan Mazhar Cumhuriyet’in bir hayat tarzı, Hürriyet’in onun gıdası ve Minger Meydanı’ndaki herkesin tek amacı olması gerektiğini ifade etti/ Bir kralın ya da kraliçenin asker-bürokrat darbesiyle indirilip arkasından Cumhuriyet ilan edilmesi o yıllarda dünyada çok görülen bir şeydi ama bu kadar sessiz ve kansız olanı nadirdir. Olaya biraz dram eklemek isteyen Mingerli milliyetçi ve ‘Marksist’ tarihçiler bu değişimi ‘burjuva demokratik devrimi!’ olarak nitelemişlerdir. Ama biz Başkan Mazhar döneminde olup bitenlerin ‘demokratik’ olmadığını kesinlikle söyleyebiliriz.” (VG, 501) ‘Mingerleştirme faaliyeti’ tüm hızıyla sürdürülür. (501) Komutan Kâmil ve Zeynep söyleni (mit) resmi tarihi taçlandırmaktadır. Kurmaca yazarımız hemen bir düzeltme daha yapma gereği duyar: “Kitabımızın son sayfalarını kaleme alırken 1901’den sonra Osmanlı Devleti’nde cereyan eden pek çok büyük siyasi olayda sanki Minger İhtilali’nden etkiler, izler varmış duygusuna kapıldık. Belki de kendimizi küçük adamızın zengin tarihine çok fazla kaptırıp her şeyde ve her yerde Minger Adası’nı görmeye başladığımız içindir.” (VG, 506) Bu uyarıdan sonra şu tümcelerin sakıncaları şimdilik giderilmiş olur: “Başkan Mazhar zenginlere (çoğu Rum’du) ağır vergiler tahakkuk ettirmiş, adada yaşayan ama hükümete inat paralarını hâlâ ada dışında Atina ve İzmir bankalarında tutan zenginlere ise yol yapımında biraz çalıştırmış ama Yunan ve Avupa gazetelerinde ‘Minger’de angarya’ haberleri çıkmaya başlayınca bu uygulamadan vazgeçilmişti!” (VG, 507) (Bkz. Varlık Vergisi uygulaması, 1942.) Tek olayları dile dolamakla öfke yatışır mı? ‘Hürriyet’ kavgasıyla gazeteci-yazar öldürmenin tarihi başa baş gider (desek ne olur?). “İstanbul’da yüz yıldan fazladır hâlâ süren, üstü örtülü devlet desteğiyle sokakta gazeteci-yazar öldürme gelenek ve alışkanlığının ‘Hürriyet’le başladığını ekleyelim.” (VG, 511) Yazar ve yayınevi (Yapı Kredi) ustalıkla kamuoyunu bilgilendirir, yok öyle şey, öküz altında buzağı mı arıyorsunuz, der geçiştirirler. Koşutluk kurma derdi romanın tüm katmanlarının yazarları için bir tutkuya, hatta saplantıya dönüşmüş durumdadır: “Turistlerin büyük ilgisine rağmen, pisliğini temizlemek zor olduğu ve arabacıların kabalıkları ve disiplin tanımazlıkları yüzünden Arkaz’da at arabaları 2008 yılında devlet kararıyla yasaklanmıştır.” (VG, 520) Nereden söz ediyoruz? Taze bellek çağrışımlarından beklentimiz nedir acep? Dahası var: “‘Türkiye Cumhuriyeti’nde Osmanlı hanedanının ülkeye dönüşü yasaklanarak mallarına çaktırmadan ve dolaylı olarak el koymak kolaylaştırılmıştır! Demişti bu işleri çok düşünmüş, İstanbul mahkemelerinde uğraşan avukatlarına çok para ‘yedirmiş’ olan büyük dayım Şehzade Süleyman Efendi bir keresinde Nice’te anneanneme, o da anneme söylemişti bunu.” (VG, 523) Kurmaca yazar, torunun 1980 askeri darbesinden sonra ülkeye (Minger Devleti. Yoksa T.C. mi?) girişi yasaklanır, araştırma yapması engellenir. Nedeni rejime karşı oluşu, derin devlet eleştirileri ama en önemlisi, kalıtçısı olduğu mal ve mülklerinin yağmalanması. Daha tuhafı: Osmanlı arşivlerinde yıllarca Ermeni, Rum, Kürt kıyımları üzerine araştırma yapan yabancı uzmanların araştırma izinleri 2008’de kaldırıldı. AB adaylığı süreci var olan yönetimi bu konuda zorladı zorlamasına. Ama hava alanında ülkeye girişte tutuklanma, sorgu, arama vb. bitmedi, süregeldi. Ve son: “Bitirmekte olduğunuz romanı üç boyutlu masal kitaba sürekli bakarak yazdım. Bu yüzden tarih kitabımın fazla masalsı olduğunu söyleyenlere romanımın diğer temel ilham kaynağını açıklamak isterim: Foto Vanyas’ın 1901 Eylül başında Kraliçe’nin emriyle çektiği, Arkaz’ın çoğu boş sokaklarını gösteren seksen üç siyah beyaz hüzünlü fotoğraf, kitabımdaki ‘realizm’in temel kaynağıdır.” (VG, 535)

(Sürecek)


[1] Çok kısa padişahlık yapan V. Murat’ın erkekler bir yana değişik eşlerden 4 kızı şöyle: Hatice Sultan (1870-1938), Fehime Sultan (1875-1929), Aliye Sultan (1880-1903), Fatma Sultan (1879-1932). Kaynak: Vikipedi.[2] Umberto Eco, Gülün Adı (Il nome della rosa, 1980), İtalya.

 

PAYLAŞMAK İÇİN