Unutulan Bir Yazar, Fahri Erdinç

Ne yazık ki, yazın dünyasında hak ettiği yeri bulamamış ve Nazım Hikmet gibi, yurt özlemiyle yaşamını yitirmiştir. Yaşamının son yıllarında, yazın dünyasından bazı adların engellemeleri ile yeniden yurttaş olma umudu sona erince, ülkesiyle çarpan yüreği çok dayanamamıştır

 

AV. CEM BAYINDIR

1 Ocak 1917’de Akhisar’da doğup, 11 Kasım 1986’da Sofya’da ölen Fahri Erdinç’i ilk kez, Nâzım Hikmet ile ilgisi olduğunu düşündüğümden olsa gerek, Kalkın Nâzım’a Gidelim adlı yapıtını 1990’da Varlık Yayınları’ndan satın aldığımda duymuştum.

Sabahattin Âli’nin öldürülmesi sonrası; baskılardan, hapislerden, cezalardan kurtulmak için yurt dışına gitmeyi seçen ve ömrünün büyük bölümünü 1949-1986 yılları arasını Bulgaristan’da geçiren Fahri Erdinç’in yazdıkları, ürettikleri yıllarca bize ulaşmadı. “Gözden uzak olan gönülden de uzak olurmuş” sözündeki gibi yazar ile okuyucu arasına kilometrelerce uzaklık girmiş ne yazık ki, bu yetenekli, dilini iyi bilen, başarılı yazar, bugün bile hak ettiği değeri bulamamıştır.

Nâzım Sevgisi ve ‘Kalkın Nâzım’a Gidelim’ Yapıtı

Fahri Erdinç, “Kalkın Nâzım’a Gidelim” kitabında Nazım hayranlığını, anılarını aktarır, kitap içten bir dille, insansal niteliğiyle öne çıkan küçük boyutlu bir yapıt. Kitapta yazarın yaşamının bir bölümünü içeren anıları ya da Nazım’ın yaşamından bir bölümü anlatma düşüncesinin, yazarın dil ve anlatım gücü ile değer kazanmış olduğunu görüyoruz.

Nazım Hikmet gibi, siyasal nedenlerle cezaevlerinde yatmış, onun gibi, ömrünün bir bölümünü yurt dışında geçirmiş olan, hatta aynı cezaevinde kalmadıkları için çok üzüldüğünü yazan Fahri Erdinç, ona yakın olma dileğine yurt dışında kavuşmuş, ikisinin insansal, yazınsal ve düşünsel ilişkileri yaşamları boyunca sürmüştür.

“Nâzım Hikmet’in ‘Türkülerimiz en önde saldırmalıdır düşmana bizden önce boyanmalıdır türkülerimizin yüzü kana’ demesi, türküyü silah saydığını, yığınlarla söyleşme, ant içercesine sözleşme saydığını, duygulandırıcı, düşündürücü ve devindirici bir çağrı saydığını söyler” sözleriyle başlayan Kalkın Nâzım’a Gidelim kitabından tanıdığım Fahri Erdinç 1 Ocak 1917 tarihinde Akhisar’da doğmuş, güçlüklerle dolu yaşamında onurlu bir direnç göstererek öğretmen olmayı başarmış, üç yıllık öğretmenlik mesleğini sonunda Ankara Devlet Konservatuvarına girmiştir.

Konservatuvara Girişi

1938 yılında 21 yaşında bir köy öğretmeni olarak katıldığı, Ankara Devlet Konservatuvarı giriş sınavında, kendisinden bir şiir okuması istendiği zaman, bu şiiri Nâzım’dan seçmesi seçici kurulda bir tedirginlik uyandırmışsa da kurul üyelerinden Muhsin Ertuğrul ve Sabahattin Ali bu tedirginliği bastırmış; her ikisi de şiirin okuma sanatı bakımından değerlendirilmesi gerektiğini belirterek onun bu şiirle sınavı kazanmasında etkili olmuşlardır.

Konservatuvar eğitimini tamamlamadan yeniden öğretmenlik yapmaya başlayan Erdinç, 1946’da da Ankara Radyosu sınavını kazanmış ve üç yıl da sanatçı olarak burada görev yapmıştır.

Şiir okuma konusunda da usta olan Erdinç, hele de Nazım Hikmet şiirlerini büyük coşku ve güzellikle okur. Nazım ile bir buluşmasında, Kurtuluş Savaşı Destanı‘ndan seçerek okuduğu “Karayılan”, “Arhavili İsmail”, “Onlardan Bazıları” ve “Büyük Taarruz” Nazım Hikmet’i etkilemiş ve ağlatmıştır.  

Sabahattin Ali ve Nâzım Hikmet

Yaşamında en önemli insanların Sabahattin Ali ve Nâzım Hikmet olduğunu her fırsatta dile getiren Fahri Erdinç her iki sanatçı ile de yakın dostluklar kurmuş, her iki ad da onun sanat ve siyasal yaşamını derinden etkilemiştir. Sabahattin Ali’nin etkisiyle şiirden öyküye yönelen ve büyük başarı sağlayan Fahri Erdinç, 1948 yılında Varlık dergisince düzenlenen ve Orhan Kemal’in birinci olduğu yarışmada ikinci olmuş ve Ocak 1949’daki Varlık dergisinde sonuç şu sözlerle açıklanmıştır:

Varlık Dergisi Yarışması

“…4 Aralık 1948 tarihinde Varlık idarehanesinde toplanan Ziya Osman Saba, Behçet Necatigil, Oktay Akbal, Attila İlhan ve Yaşar Nabi’den oluşan bir heyet huzurunda oylar tasnif edilerek şu neticeler kayıt altına alınmıştır: “Yarışmaya 553 kişi iştirak etmiştir. Oy pusulalarında birinci gösterilen hikâyeciler için 3, ikinci gösterilenler için iki puan ve üçüncüler için 1 puan hesaplanmıştır. En çok oy alan hikâyeciler içinde Orhan Kemal 163 birincilik, 112 ikincilik ve 53 üçüncülük almış, bu suretle toplamda 775 puanla birinci olmuştur. Fahri Erdinç 77 birincilik, 101 ikincilik ve 52 üçüncülük almış, 485 puanla ikinci, İlhan Tarus 40 birincilik, 63 ikincilik, 104 üçüncülük almış, toplam 350 puanla üçüncülüğü kazanmıştır.”

Bulgaristan Yazarlar birliği kongresinde soldan ikinci Fahri Erdinç, yanında Demirtaş Ceyhun, ortada Aziz Nesin

Hakkında Söylenenler Yazılanlar

İlhan Tarus Varlık dergisinin Aralık 1948 tarihli sayısında yayımlanan yazısında,
“Son sayıda dikkati çeken iki hikâye var… Çok verimli olması gereken ilk devresinde çok verimli olması gereken Fahri Erdinç, biraz ağır gitmekle beraber kendisinden beklenen görüş ve inanışı başarı ile yaşatıyor. ‘Kırmızı Ampul’ hikâyesiyle, Ankara’nın koskoca bir hâdiseler âlemi olan daireler ve evler çevresini yoklamış. Bize oradan dikkate değer ve tatlı bir manzara sunuyor. Kadın odacı Safinaz, binlerce benzeri arasında bir mümessil, bir prototiptir. Erdinç’e daha çabuk, daha hızlı bir çalışma imkânı sağlamasını Cenabı Haktan dilerim.” der. 

Adnan Özyalçıner , ölen bir köy öğretmeninin komünist olduğu gerekçesiyle mezarlığa değil de bir tarlanın sınırına gömülmesini ve toprağın üzerinde buğdaylar yeşermesini anlatan Erdinç’in bir öyküsünü gördüğünde, derinden etkilendiğini yazar.  

Kemal Özer, Fahri Erdinç’in, yıllarca kitapları kendi ülkesinde basılmamış bir yazar olmasına karşın, onun ülkesinin gerçeklerini yazmaktan, insanlarına seslenmekten geri durmamış bir yazar olduğunu söyler.

Tarık Dursun K. onu şöyle tanımlar:  

“İşte bugünün sanatkâr çoğunluğu artık bu kaşıktan şaşmıyor, realist bir görüş ve metotla çalışıyor. Hele hikâyeci, yaratmak istediği, şifayı, yahut da kısaca ’kıssadan hisse’ yi’ bir eczacı hüneriyle komprime haline getirmek gayretinde… Eserini, reçetesiz bir müstahzar gibi, müşterek kaderimizle başı ağrıyana da, ağrımayana da sunuyor. Kanaatimce bizi ölümsüz veya ömürlü sanat eserine götürecek en kestirme yolda…’

Memlekete Duyulan Büyük Özlem

Türkçede yeni ve yalın bir dil kullanmış, özgün yapıtlar ortaya koymuş, “toplumcu gerçekçilik” türünde başarılı yapıtlar üretmiş Fahri Erdinç, ne yazık ki Türk yazın dünyasında hak ettiği yeri bulamamış ve Nazım Hikmet gibi, yurt özlemiyle yaşamını yitirmiştir. Yaşamının son yıllarında yazar arkadaşlarının çoğunun çabasına karşın, yazın dünyasından bazı adların engellemeleri ile yeniden yurttaş olma umudu sona erince uzaklarda ama ülkesiyle çarpan yüreği çok dayanamamıştır.

Sahipsizlik ve Değerbilmezlik

Akademisyen Mustafa Günay onun unutulmaya yüz tutmasını, mirasına sahip çıkan kişi ya da kurum olmamasına bağlar ve Erdinç’in “Ölümüm” şiirinin Orhan Veli şiiri olarak yayımlandığını, “Taş” adlı şiirinin de Necip Fazıl’ınmış gibi gösterildiğini de belirterek bu sahipsizliğe işaret eder.

Fahri Erdinç’in yaşamında olduğu kadar öldüğünde de şanssızlığı sürer. Ölümüyle cesedinin yakılmasını vasiyet ettiğinden, Bulgaristan’da mezarı da bulunmaz, külleri de kimsesizlikten olsa gerek ki yitip gider.

Yapıtları Yordam Kitap’ta

Son yıllarda Yordam Kitap tarafından kitapları yeniden okuyucusuyla buluşan  Fahri Erdinç’in Şen Olasın Halep Şehri (şiir, 1945), İşte Böyle (şiir, 1956), Akrepler (öykü, 1952), Âsi (öykü, 1955), Memleketimi Anlatıyorum (öykü, 1960), Diriler Mezarlığı (öykü, 1964), Canlı Barikat (öykü, 1973), Ali’nin Biri (roman, 1958), Acı Lokma (roman, 1961), Kore Nire (roman, 1966), Kardeş Evi (roman, 1979), Göç (piyes, 1952), Türkiye’de Çocuklar (inceleme, 1951), Kalkın Nâzım’a Gidelim (ölümünden sonra, anı, 1987) gibi yapıtları bize büyük bir bırakıttır.

Son Sözler

Okurlar olarak bize düşen onun bu şansızlığını kırabilmesi adına onu anlatmak, onu okumak, dilini, kurgu becerisini, içtenliğini, özellikle öyküye getirdiği yenilikleri Türk yazınına kalıcı olarak yerleştirebilmek, hak ettiğini geç de olsa verebilmektir. Yazımı onun şiiriyle bitiriyorum:

O sabah
Alnımda iki ter damlası konuşacak
Yorgun öldüğüme dair
Ve benim Yeni Sabah’ı
Başkasına verecek gazeteci Yusuf
İskele kahvesinde çayım soğuyacak,
Boğazın ilk yolcuları
Yanlarında bulunmadığımın
Farkına bile varmayacaklar

Laz müezzin gazel çeker gibi
Hakkımda sela verecek
Kuş kafası gibi kar, yağarken
Çamlıca’da ölünür mü diyen
Çoğu abdestsiz bir cemaatim olacak
Musallada

İmam yine bildiğini okuyacak
Bozuk düzen makamından,
Hazirun “iyi biliriz” diye
Yalan söyleyecekler…

Sülalem sayılıp Cumhuriyet’te
Müessif bir irtihal- denmeyecek
Müjdelik ölümüme
Mezarımın başucu
Dünyalık başım gibi bomboş kalacak.