Başarabilecekler mi!

PROF. DR. GÜLAY MİLLİ LOĞOĞLU

Ülkede 20 yıla yaklaşan bir süreç içinde karşı devrim yolunda planlı ve organize bir şekilde adım adım ilerleyen ve kabul etmeliyiz ki yadsınamaz bir yol alan siyasi erk, son noktayı, Cumhuriyet’in 100. yılında koyabilecek mi?

Emperyalist bir plan çerçevesinde tasarlanarak ve hepimizin malumu bir ön hazırlığı takiben yönetime taşınan bu kadro, kendi emelleri de olan ve iktidara taşınmanın da karşılığı olarak verdikleri sözleri tutmak üzere, yönetim biçimini değiştirerek bir sivil darbeye imza attılar. Bu yolda darü’l harp anlayışı ile yol aldılar; yani kendi dinsel anlayışlarına göre İslamiyette ‘haram’ olarak nitelendirilen birçok şeyi yapmalarının ‘caiz’ olduğu bu toprakları her türlü talana açtılar, tüm kurumların ve kavramların içini boşalttılar; yalanla, takiye ile, her türlü hileyi -başta seçimler olmak üzere- de yaparak, sistemi altüst ettiler. Mevcut gerçeklik şudur ki; artık Türkiye Cumhuriyeti sadece yazı ile ‘laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti’dir.

Ancak; bu kadro tüm bunları yaparken, örnek aldığı ve özümsediği bir birikime, bir sağlam geleneğe dayanmıyordu kanımca. Dayandığı ve destek aldığı güç emperyal odakların dayatmaları ve onların hocalığını yaptığı planlar, ve elbette bu planların kendi emellerine de hizmet etmesiydi. Fesli meczuplardan, Armağangillerden öğrendikleri uydurulmuş tarihin öncülüğünde, ‘kindar ve dindar’ anlayıştan beslendiler; mahalle mektebi-medrese tedrisinden geçip kadı olmanın dayanılmaz cazibesini yitirdiği, bu nedenle de düşman kesildikleri aydınlanmacı Cumhuriyet düzenini yıkmak için kolları sıvadılar ve yıktılar. Bu süreçte toplum mühendisliği yoğun olarak uygulanmış; küresel odaklar, diğer siyasi yapılanmaları da -üst yönetim başta olmak üzere-, bu değişime uyum sağlayacak bir biçimde dönüştürmüştür. Tahribat çok büyüktür. Bu uzun süreçte ülkemizin sürüklendiği bu noktada, tüm siyasi yapılanmaların oynadığı kolaylaştırıcı rol de kanımca yadsınamaz boyutta olmuş; ‘’laiklik tehlikededir diyemem’’ söyleminin de damga vurduğu ve düşünen/sorgulayan kesimlerin malumu olan diğer birçok ‘aymazlık’ (Ekmeleddin vakası, seçim hilelerinde takınılan tutumlar, vs..) sergilenegelmiştir.

Peki; son noktayı koyabilecek, başarabilecekler mi?

Yukarıda da değinildiği gibi, bu siyasal dinci anlayışın sağlam bir birikimi yok; beslendikleri ‘dindar-kindar’ anlayış ve ellerindeki ‘uzaktan kumandalı reçeteler’, yıktıkları aydınlanmacı Cumhuriyet sistematiğinin yerine sağlam bir sistematik yerleştirmeye yetmiyor; ki, tarihsel diyalektik ve günümüz çağdaş uygarlık düzeyi (uygarlık, en kısa deyişle, akıl-bilim demektir), ülkelerarası/devletlerarası ilişkiler düzleminde düşünüldüğünde de, yıktıklarının yerine kendi sistematiklerini yapılandırmaları pek olası görünmüyor… zaten yapılandıramıyorlar da…

İşte bu nedenle, sistem felç olmuş durumda. Tüm kurumların içi boşaltılmış, sistem yıkılarak bütünüyle tek adama bağlanmış olduğundan ve yerine yenisini de yapılandıramadıklarından ülkede çarklar dönmüyor. Bu durumun yarattığı paniği, ‘kaybedecekleri’ korkusunun paniği arttırıyor. Alelacele toplumu tamamıyla susturacak, gerçekleri öğrenmesini engelleyecek kararları hayata geçirmeye çalışıyorlar. Yanı sıra, toplumun en az yüzde 50’sinin teslim olmayışı ve bu kesimin bir toplumsal muhalefete hazır olduğunu anlamış bulunmaları, yalnızca yönetici erki değil; tüm siyasi aktörleri de kanımca oldukça şaşırtıyor.

Kendi siyasal/yönetsel sistematiklerini yıktıklarının yerine yapılandırabilmeleri için ‘yeni’ bir tarihe ve bir tarihsel kimliğe sığınmaları gerektiğinden, İkinci Abdülhamit’e sığınıyorlar; baskıcı, despot, kitap yasaklayan/yaktıran, sansürcü, vesveseli bir kimlik. Muhaliflerine sürgün-idam cezaları veriyor. Meşrutiyetçi Mithat Paşa’ya verdiği sözden dönerek katlettiriyor. Ayrıca Meclis’e karşı ilk darbeyi yapan kişi. Bu dönemde Osmanlı yaklaşık olarak 1.600.000 kilometre kare toprak kaybetmiş, Galata Bankerlerine borçlanmış, 1881’de Düyun-u Umumiye İdaresi kurulmuş, Osmanlı tam bağımlı hale gelmiş. Örnek aldıkları birikim özetle böyle…

ABDÜLHAMİT NERDE BUNLAR NEREDE

Aslına bakılırsa, İkinci Abdülhamit’in, kişisel özellikleri bakımından da mevcut siyasi erk ile benzeştiği söylenemez. Bir edebiyat tutkunu olan ve dedektiflik öykülü kitaplara düşkünlüğüyle bilinen İkinci Abdülhamit; klasik müzik dinliyor, çocuklarını bir klasik müzik enstrümanı öğrenmeleri için teşvik ediyor, ders verdiriyor. Operaya önem veriyor, Sarayda opera oyunları sergiletiyor. Torunlarına göre, rom içiyor. İlk rakı ve bira fabrikası onun döneminde açılıyor. Sarayda bir marangoz atölyesi var ve uygun zamanlarında bu hobisiyle uğraşıyor. Kadınların eğitim almasına önem veriyor; döneminde ilk kız okulları açılıyor. Yani, seküler bir anlayışa sahip özel yaşamında… (Ayşe Osmanoğlu; Babam Sultan Abdülhamit)

Tüm baskılara karşın bu gidişe boyun eğmeyen kesim ise; Birinci Meşrutiyet, 1908 Hürriyet Devrimi ve Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde gerçekleştirilen aralıksız devrimleri de içeren aydınlanmacı geleneği  içselleştirmiş olan kesim ki, bu süreç, neredeyse 150 yıllık bir toplumsal bellek birikimini oluşturuyor. Bu devrimlerin gerçekleşmesinde rol alan Osmanlı aydınlarının –Jön Türkler-İttihatçılar, Mustafa Kemal ve arkadaşları– 1789-1799 sürecindeki Fransız Devrimini, bu devrimle mutlak Monarşinin yıkılmasından sonra oluşturulan ilk yazılı Anayasa olan 1791 Anayasası ve ondan sonraki 1793 Anayasasını inceledikleri, daha sonra, 1804’te başlayan Napolyon Bonapart Dönemini (yükseliş, fetihler, düşüş) de irdeledikleri, ve Fransız Devriminden ve sonuçlarından etkilendikleri bilinmekte. (Fransız Devriminin sonuçlarını kısaca özetlemek gerekirse: özgürlük, eşitlik fikirlerinin yayılması, insan hakları anlayışının gelişmesi, demokratik gelişmelerin hızlanması, ulusalcılık fikrinin yayılması, laiklik-inanç özgürlüğü, burjuvazinin yükselmesi…)

Bu aydınlar, 19. Yüzyıl’da gevşek bir Konfederasyon olan Almanya’nın güçlü bir İmparatorluğa dönüşmesinde en önemli rolü oynayan Otto von Bismarc Dönemini ve sonrasını da analiz ediyorlar; kısaca söylemek gerekirse, Avrupa’daki 19. Yüzyıl devrimciliğinin ilk örneklerini de, devrimler ve karşı devrimler süreçleri ile birlikte inceliyorlar. Yani Cumhuriyete giden yolda, yıkılanın yerine yeni sistemin nasıl yapılandırılacağı yoğun bir birikimle tasarlanarak, belirli bir strateji ile ve kararlılıkla ilerleniyor; ‘bi yıkılsın da, sonrasına bakarız’ anlayışı asla benimsenmiyor. Bu aydınların kendi dönemlerini oldukça etkiledikleri görülüyor; Mısır’ın ikinci Cumhurbaşkanı Abdülnasır’ın ‘Cemal’ adı, Cemal Paşa’dan esinlenilmiş. Buna, Arnavutluk Halk Cumhuriyeti lideri Enver Halil Hoca’yı (doğum tarihi 1908) ve ikiz kardeşi Enver Berkes’le birlikte isimlerini doğdukları yıl olan 1908’in yaratıcıları Enver Paşa ve Resneli Niyazi’den almış olan sosyal bilimcimiz Niyazi Berkes’i de ekleyebiliriz.

İlk antiemperyalist zaferi kazanan Mustafa Kemal Atatürk’e gelirsek; sadece emperyalizmi dize getirmekle kalmamış, bağımlı bir ümmet imparatorluğundan bağımsız, çağdaş bir ulus devlet yaratacak devrimleri de gerçekleştirmiştir. O, daha genç bir kurmay subayken, 1904 yılında not defterlerinden birine ‘’maddeyi anlamalı, evvela sosyalist olmalı’’ diye bir not düşmüştür. İkinci Abdülhamit döneminde kendisine dört kez hapis cezası verilmiştir.

MUSTAFA KEMAL ETKİSİ

Tarihçi Prof. Dr. Halil İnalcık, Atatürk’ün antiemperyalist mücadelesinin tüm dünyayı nasıl etkilediğini şöyle ifade etmiştir: ‘’Mustafa Kemal’in emperyalistlere karşı zaferi Batı’yı sarsıyordu. Avrupa’nın sömürge haline getirdiği Hindistan ve Çin, O’nun mücadelesini günü gününe izliyorlardı. Harpten yeni çıkmış olan İngiliz halkı, Yunan’ın yardımına gitmek için asker olmayı kabul etmedi (1922). Yunan yalnız kaldı. İngiliz Hükümeti, Büyük Savaş’ta olduğu gibi Hintlilerden, Hintli Müslümanlardan bir ordu kurup Mustafa Kemal’e karşı Yunanlıların yardımına gelmek istedi. Fakat Hintli Nehru ve Gandi, o zaman Mustafa Kemal’in Anadolu’daki savaşını izliyorlar, bağımsızlıkları için bir savaş öncesi gibi algılıyorlardı. İngiltere’ye asker vermemek için ‘non cooperation’ hareketini başlattılar. Eğer Gandi ve Nehru bu hareketi başlatmasalardı, İngiltere Yunan’ın yardımına gelecekti, o zaman işler çok daha başka olabilirdi. Mustafa Kemal, kendi vizyonuyla Asya’yı fethetmişti. Hindistan’ı bağımsızlığa götüren Gandi’nin kahramanı Mustafa Kemal’di. Çin o tarihte kapitülasyonlarla Batı’nın bir sömürgesi haline geldi. Çin kapitülasyonları Batı’nın yüzüne çarpma cesaretini ancak Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra başardı. O günlerin gazetelerini okursanız göreceksiniz, Avrupa’nın bir kölesi haline getirilen ülkeler, Endonezya, Çin, Hindistan, Orta Asya Mustafa Kemal’den cesaret aldılar. Afganistan’da Amanuallah Han, İran’da Şah Rıza Pehlevi Gazi Mustafa Kemal’i örnek aldılar…’

Sonuç olarak; yukarıda özetlenmeye çalışılan ve tüm toplum mühendisliği manipülasyonlarına karşın toplumsal bellekte yer edinmiş olan (olasılıkla toplumun yarısından az olmayan bir kesiminde, inişli-çıkışlı bir seyirle de olsa) böyle bir aydınlanma mücadelesi birikiminin, heybesinde ‘kindarlık tohumları’ ve emperyalistlerin çizdiği rotalardan, İkinci Abdülhamitlerden başka bir birikimi olmayan ve yıktığının yerine neyi, nasıl yerleştireceğini bilememenin şaşkınlığını ve paniğini yaşayanlar karşısında yenik düşmesi olası görünmemektedir; ya da gönül öyle istemektedir ! Tarihsel diyalektiğe göre de durum böyle olmalıdır.

Yine de sonucu, aydınlanmacı geleneğe sahip olan ya da öyle olduğu düşünülen toplumsal/siyasal karşı dinamiklerin alacakları kararlı-dirençli, edilgen olmayan tutum ve bunların yüreklendireceği toplumsal muhalefet belirleyecektir. Karşı devrimin ‘son nokta’yı koymayı başarabilmesinde kilit rol oynayabilecek başlıca etmen, kanımca budur. Özet olarak sonucu, aydınlanmacı siyasal/toplumsal dinamiklerin alacağı tutum belirleyecektir.

Tarihsel notlar bağlamında yararlanılan kaynaklar

Ayşe Osmanoğlu: Babam İkinci Abdülhamit

Halil İnalcık: İmparatorluktan Cumhuriyete

Özdemir İnce; makale ve açıklamalar

Sinan Meydan; makaleler