Amaç Güvenlik Değil, Emeği Baskılamadır

İktidarın kendisinin ikna edemeyeceğini düşündüğü işçileri ikna etmesi için askerlerden yardım istediği görülmektedir. Daha önce Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi ikna için Abdullah Gül’ün konutuna helikopterle inen Hulusi Akar bu sefer işçileri ikna etmeye çalışmaktadır

 

DR. ABDULLAH KÖKTÜRK

Güvenlikleştirme, iktidarların bir konuyu, ulusal güvenliğe tehdit olarak göstererek, ülke içinde gerçek sorunların üzerinin örtülmesinde kullandıkları bir stratejidir. Güvenlik çalışmalarında Kopenhag okulundan çıksa da, bir çok Batı ülkesi siyasal ve ekonomik sorunların tartışılmasını önlemek için bunu kullanmaktadır.

ABD 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra İslam’ı bir tehdit olarak gösterip, Afganistan ve Irak’ı işgal ederken ülkesindeki olası tepkileri bu strateji ile önlemiştir. Daha önce de Komünizmi tehdit olarak gösterip işlerini yürütürken, SSCB’nin yıkılışından itibaren bu argümanını kullanamayınca İslami terör terimini bulup “güvenlikleştirme”de kullanmıştır. Bu sayede Amerikan halkının seyahat kısıtlamaları, devletin özel hayata müdahalesi vb. hak ihlallerine karşı tepki göstermesini sınırlayabilmiştir.

İktidar TSK’yı dahi güvenliğe tehdit olarak gösterebildi

Türkiye’de İktidar uzun zamandır güvenlikleştirme siyaseti üzerinden muhalefeti de baskı altında tutuyor. PKK tehdidini güvenlikleştirmede bir araç olarak kullanıyor, ekonomide veya siyasette sorunların konuşulmasını bu tehdit sayesinde sınırlayabiliyor.

AKP iktidarı güvenlikleştirmede o kadar ileri gitti ki, sonunda Türk Silahlı Kuvvetlerini dahi Ergenekon ve Balyoz sürecinde tehdit olarak gösterebildi. Bu sayede Suriye’de ABD yanında Suriye’nin parçalanmasında TSK’nın kullanılmasına karşı çıkabilecek askerler de etkisiz hale getirilmiş oldu. Bunun uç noktası da 15 Temmuz Darbe girişimidir. Üzerinden beş yıl geçmesine rağmen neredeyse her ay yüzlerce subay astsubay tutuklanmaya devam edilmektedir.

Bir yandan askerler tehdit olarak gösterilirken, üst seviyede ise, 15 Temmuz’un Genel Kurmay Başkanı Milli Savunma Bakanı yapılmış ve TSK bir yandan da iktidar ortağı haline gelmiştir. Biz buna yarı-askeri rejim diyoruz.

Askeri darbeler emeği baskılamak için ideal ortam yaratırlar

 27 Mayıs 1960 müdahalesini ayrı tutarsak, tüm askeri darbeler neredeyse emeğe karşı yapılmıştır. Darbelerden sonra sendikalar kapatılmış, işçi önderleri tutuklanmış, gerçek ücretler düşürülmüş, işçilerin toplu sözleşme yapmaları engellenmiş, grevler yasaklanmıştır. Bu anlamda askeri darbeler birikim rejimlerine “devrimci” müdahalelerde bulunarak, kapitalizmin işleyişini kolaylaştırmışlardır.

12 Mart 1971 İthal İkameci Sanayileşme Birikim Rejimi’nin krizini çözerken, 12 Eylül 1980 normal demokratik ortamda yürütülemeyecek olan 24 Ocak 1980 kararlarının ve İhracata Yönelik Sanayileşme Birikim Rejimi’nin uygulanmasını kolaylaştırmıştır. Tüm askeri darbeler tekelci sanayi sermayesinin lehine, emeğin ve diğer sınıfların aleyhine sonuçlar doğurmuştur.

Hulusi Akar’ın Türk-İş ziyareti anlamlıdır

Dün Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın Türk-İş ziyareti yukarda yazdıklarımızın izdüşümünde okunduğunda anlam kazanmaktadır. Akar bu ziyarette işçiler için; “Onların hakkının hukukunun uygun şekilde mevcut imkanlarla en iyi şekilde karşılanması için hükümetimiz, devletimiz elinden gelen gayreti gösteriyor. Sayın Cumhurbaşkanımız bu konuları yakından takip ediyor, her zaman işçilerin yanında olduğunu ifade ediyor. Yurt içi ve sınır ötesinde ülkemizin ve asil milletimizin savunması, güvenliği için yaptığı çalışmalarda işçilerimizin bizimle beraber olduğunu her zaman hissediyoruz” demiş.

Milli Savunma Bakanı’nın Dış İşleri’nin bazı görevlerini üstlenerek yurt dışında Cumhurbaşkanı, başbakan ve meclis başkanları ile ikili ziyaretlerde bulunduğunu biliyorduk. Şimdi de Çalışma Bakanlığının görevini üstlenmiş görünüyor. 12 Mart ve 12 Eylül’de askerlerin gücünü arkasında hissedip sermayenin sözcüsü gibi davranan Çalışma Bakanı Turhan Esener hatırlardadır. Genel Kurmay Başkanı’nın pasifleştirildiği ve Kuvvet Komutanlarının kendisine bağlandığı bir Milli Savunma Bakanı olan Hulusi Akar’ın arkasında ise silahlı gücü ile ordu durmaktadır.

24 Mayıs’ta Türk-İş ve Hak-İş’in yaklaşık 650 bin kamu işçisini ilgilendiren toplu sözleşme için bir araya geldiği ve bu görüşmede ilk altı ay için yüzde 15, ikinci altı ay için enflasyon artı refah payı olarak belirlendiği düşünüldüğünde, bu ziyaret daha da anlam kazanmaktadır.

İktidarın kendisinin ikna edemeyeceğini düşündüğü işçileri ikna etmesi için askerlerden yardım istediği görülmektedir. Daha önce Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi ikna için Abdullah Gül’ün konutuna helikopterle inen Hulusi Akar bu sefer işçileri ikna etmeye çalışmaktadır. Akar’ın Türk-İş ziyaretinden sonra esnaf ziyaretinde bulunması ayrı bir tartışma konusudur.

Bence Milli Savunma Bakanı’nın 14 Haziran NATO zirvesi öncesi düşünmesi gereken emeğin baskı altına alınması değil, olası bir Biden-Erdoğan anlaşması sonrası S400’leri ne yapacağı ve Türkiye’nin hava savunmasını nasıl sağlayacağı olmalıdır.

ESKİMİYEN’İN NOTU: Vatan Partisi çizgisinin televizyonu Akar’ın Türk-İş’i ziyaretini bu başlıkla verdi. Sanki bir “Emek Cephesi” varmış gibi. Bahar Eylemleri’nden beri hemen her işçi mücadelesinden yenilgiyle çıkmış, doğru dürüst tek bir işçi davasını bile kazanmaya yeltenmemiş Türk-iş’in de hayali ve sağcı “Emek cephesi”nin önderi olduğuna zihin hazırlamayı da ihmal etmeksizin.

PAYLAŞMANIZ İÇİN