Alman Köylü Savaşı’nda komünist Münzer burjuva Luther’e karşı

Bir tarafta, işler çığırından çıkınca ateşli bir şekilde giriştiği başkaldırıdan burjuvazi yararına çark edip saf değiştiren Luther; diğer tarafta, komün isteyen devrimci köylülerin önünde sonuna kadar savaşan gerçek aydın Münzer… İkisi de din adamı. Demek ki bakacağımız yer, inançları değil hangi sınıfın yanında yer aldıkları.

KÖKSAL ÇİFTÇİ

Bir önceki yazımda Marks’ın “Din halkın afyonudur” sözünü “Ama İlaç Olarak mı, Zehir Olarak mı?” alt başlığıyla tartışmaya açmış, Thomas Münzer adını anarak fikirdaş olduğu reform hareketi lideri Luther ile yollarını nasıl ayırdığının ipuçlarını vermeyi denemiştim. Bu, çok genel bir bilgilendirmeydi. Şimdi izniniz olursa biraz daha ayrıntıya girip Münzer ve Luther’i eylemleri bağlamında sınıfsal kimlikleriyle tanıtmaya çalışacağım.

Luther, tamamı Papa’nın endüljans (para karşılığında günah bağışlama) uygulaması eleştirisinden oluşan ünlü “95 Tez” manifestosunu Wittenberg Saray Kilisesi kapısına çaktığı yıllarda ondan yaklaşık 7 yaş küçük olan Thomas Münzer, ergenlikten yeni çıkmış dinamik bir genç, kısacık ömrüne babasının idamı, annesinin sürgün edilmişliği başta, pek çok acı sığdırmış, okuduğunu anında ezberinde tutma yeteneğine sahip sıra dışı bİr din adamıydı. Bu genç din adamı, Luther’in, hem daha eskiden Çekoslavak Jan Hus ve İngiliz John Wiclif tarafından Roma Kilisesi hegemonyasına karşı oluşturulmuş fikirlerini derleyip toparlayarak hem de kişisel reddiyelerini ekleyerek olgunlaştırdığı “Hıristiyan Alman Soylularına Hıristiyanlığı Düzeltmek İçin Çağrı” başlıklı muhteşem metninin altına inceler incelemez imzasını atmış, herkese ulaştırılması için de özel, hatta militanca çaba harcamıştı.

Solda, genç Luther 95 Tez’i kilise kapısına asmış, ortada İngiliz John Wiclif, sağda Çekoslavak Jan Hus.

Belli bir süre sonra Münzer de sivrildi, Luther gibi Reform hareketinin lideri oldu. Bu iki önemli keşiş, bir dönem mücadeleyi uyum içinde omuz omuza götürdü. İş, tezlerin yaşama geçirilmesi aşamasına gelince herkes sınıfının yanını seçti ve ölümcül çatışma süreci başladı.

Martin Luther ve Thomas Münzer, ortak davanın yoldaşları

Şimdi buraya, aşağıya Münzer’le birlikte benim de altını imzalamakta sakınca görmediğim, Luther’in “Alman Kavminin Hıristiyan Soylularına” başlıklı metninden aldığım birkaç rastgele alıntıyı koymak istiyorum. Bu arada “Bunlar Hıristiyanlığın, dinin iç meselesi, laikim, deistim, ateistim, bu sorunlar beni ilgilendirmiyor” türünden yaklaşımda olan dostlarımıza Engels’in aynı metni ve metnin yol açtığı olayları incelerken yaptığı şu önemli uyarıyı okumalarını öneriyorum. “Alman Köylü Savaşı” adlı eserinde diyor ki Engels: “On altıncı yüzyılın ‘din savaşları’nda da her şeyden önce çok somut maddi sınıf çıkarları söz konusuydu ve bu savaşlar (…) sınıf mücadeleleriydi. Bu sınıf mücadelelerinin o dönemde dinsel işaretler taşıması, tek tek sınıfların çıkarlarının, ihtiyaçlarının ve taleplerinin dinsel bir örtünün altında gizlenmesi, işin özünü hiçbir şekilde değiştirmez ve dönemin koşullarıyla kolayca açıklanabilir.” (s 54, Yordam, 2018)

İşte o “dinsel işaretler taşıyan” Luther metninden alıntılar:

“Sürekli ruhanilerin haklarından, can ve mal güvenliğinden bahsetmek, ama sanki müminler Hıristiyan değilmiş ve onlar kiliseye dahil değillermiş gibi onların haklarından hiç bahsedilmemesi de biraz fazla olmuyor mu? Neden senin malın ve yaşamın onurlu da benimki değil? (…) Bir kasabada bir rahip öldürüldüğünde o yerleşim bölgesi anında bütün toplumdan dışlanmaktadır; peki bu ceza neden bir köylü öldürüldüğünde uygulanmamaktadır? (…) Bu insan hakkına ve ahlakına sığar mı?

“Bizim gibi vaftiz edilmiş biri, sonuçta papaz, piskopos ve papa olmaktan dolayı övünüp durmaktadır, halbuki hiç kimsenin böyle bir makamı edinmeye hakkı yoktur. Mademki hepimizin yeteneği papaz olmaya yetmektedir, o halde hiç kimse kendisini diğerinden daha üstün göremez ve özellikle de bizim onayımızı ve rızamızı almadan başkalarını yönetmekle donatılmış bir makamı üstlenemez. Çünkü herkese ait olan bir şey, topluluğun rızası ve emri olmadan, birileri tarafından gasp edilemez. (…) Seçilen en önde yürür, görevden alındığında da o, diğerleri gibi sıradan bir köylü ve yurttaş olmaya devam eder.

“Bunlara ne denirse densin, ister papaz ve piskopos, isterse Papa densin, sonuçta bunlar, onlara verilen iş ve görevlerini yerine getirmektedirler. Onlar Tanrı’nın söz ve ayetlerini Hıristiyanlara ulaştırıyorlar diye ne müminlerden daha onurlu ne de daha başka yüksek bir mertebeye sahip olmaktadırlar. (…) Bir köşker, bir demirci, bir amele ve diğerleri de her an bir papaz ve piskopos olabilirler ki bu durumda onların hem bir görevi hem de bir mesleği olacaktır. (…) Ama gel gör ki onlar, dünyevi otoriteye sahip olanların, ruhaniler üzerinde olamayacağını ve onlar üzerinde cezai hükümde bulunamayacağını ileri sürüyorlar. (…) Eğer vaaz veren bir ruhaninin makamı, dünyevi otoriteye tabi olmayacaksa, o zaman bir köşker, terzi, duvar ustası, marangoz, aşçı, hizmetçi ve köylü de tabi olmamalıdır.

“Şeytan başının bizzat kendisi (Papa) ruhani imtiyazını şöyle tarif etmektedir: ‘Papa gerçekten kötü olsa ve çok sayıda mümini şeytanlığa teşvik etse bile onu görevden almak kimsenin haddine değildir.’ (…) Ama durum onların dediği gibiyse, yani tek bir şahsın, herkesin üstünde olabileceği ve onu kimsenin cezalandıramayacağı doğruysa, bu durumda hiç kimse hiçbir Hıristiyan’ı yargılayamaz. (…) Kendilerini her şeyin üstünde gören bu beylere bakılırsa Papa, inanç konusunda yanılmamıştır, onun yazı ve konuşmalarının hiçbirinde herhangi bir yanlışlık yoktur. (…) Eğer bu böyleyse o halde neden Kutsal Kitap’ımız var ki?

“Eğer Papa, özgür bir konsülün toplanmasına ve kilisenin yeniden doğru yola sokulmasını zorla engellemeye kalkarsa, bu durumda onun güç ve yetkilerini tanımayacağız. (…) Onlar da tıpkı bizler gibi dünyevi gücün, kılıcın otoritesine tabidirler; onların kitabı yorumlayacak hiçbir yetkileri ve hakları yoktur; onların özgür bir konsülün toplanmasını ve karar almasını engellemeye yetkileri yoktur.”

Münzer komünler kurup köylüleri direnişe çağırıyor

Aşağıda ayrıntılı vereceğim ama şu an konuya açıklık getirmesi açısından söyleyeyim, din adamına gereksinim duymadan her yurttaş kendi okuyup anlasın ilkesiyle İncil’i Almancaya çevirmiş olan Luther’in o günkü amacı, herkesin endüljans satan hegemonyacı Papa’yı açıktan reddetmesini sağlamaktı. Fakat onun tek derdi insanların çözülmekte olan feodallere yıkıcı tavır almalarını sağlamak değildi; asıl amacı “Onlar da tıpkı bizler gibi dünyevi gücün, kılıcın otoritesine tabidirler!” fikrini işleyerek emekçileri de desteklediği sınıfa, burjuvazinin otoritesine tabi olmaya yönlendirmekti.

Dostlarının lüks arabalarına binip lezzetli yemekler sunulan davetlerine katılarak kent kiliselerindeki büyüklü küçüklü girişimcilere hitap eden Luther’in tersine, İncil’in daha başka şeyler söylediğine inanan Münzer köy köy dolaşıyor, emekçilere “Eski efendilerinizi, feodalleri başınızdan atın ama burjuvalar dahil hiç kimseyi efendi edinmeyin, kendinizin efendisi kendiniz olun!” içerikli vaazlar veriyordu.

Solda Luther’in 95 Tez’ini savunan genç Münzer, ortada tezin Türkçeye çevrilmiş kitabı, sağda Luther’in tezini inceleyen insanlar.

Ondan önce 1470’lerde Flütçü/Kavalcı Jean adında okur yazar olmayan bir çoban çıkmış, kendisini Bakire Meryem’in görevlendirdiğini söyleyerek aynı köylerde kitleleri İncil’e uymaya, komün yaşam için feodallere karşı mücadeleye çağırmıştı. Aynı çağrıyı yaptığı için 1415’te öldürülmüş olan Prag Üniversitesi profesörü Jean Hus’ün adını ve ününü duymuş muydu bilinmez ama bu köylü çağrıcı hayli etkili olmuş, insanların prens ve derebeylere karşı isyan etmesini sağlamış, Alman feodallerinin canını bir hayli sıkmıştı. Daha ciddiye alınır bir başka isyan lideri ise mızrağın ucuna takılı eski bir çarığı bayrak edinmiş olan gene köy kökenli isyancı Joss Fritz’ti. Kavalcı Jean’dan yaklaşık yüz yıl sonra, Münzer’den ise yaklaşık 20 yıl önce ortaya çıkmış olan Joss Fritz, “körler, kötürümler, kokulu yağ ve pomat satıcıları, diş çekenler, su kaynağı arayıcıları” (Pianzola, s 28) ve buna benzer, öğretisini gönüllü yaygınlaştıran insanlarla hareket etmekteydi. Tabii ki o da yakalandı ve dört atın dört yöne çekip parçalaması yöntemiyle öldürüldü.

Demek istediğim, köylü isyanlarına alışkındı Almanlar, her seferinde fazlaca büyümeden bastırmışlardı hepsini. Fakat bu sefer dişli birine çatmışlardı. Münzer hem eğitimli, entelektüel bir teologdu hem de etkili konuşan, deneyimli bir vaizdi. İşin daha da can sıkıcı yanı, Münzer’in, Luther gibi yenilmez sanılan Papa’yı bile dize getirmiş bilgin bir keşişle Latince gramer, Yunanca, İbranice, mantık, söz bilim, matematik, geometri, astronomi ve müzik konusunda uzmanlaşarak baş edebilecek üst bir birikime ve çapa sahip olmasıydı.

Pianzola iki keşişin yollarının ayrılışını şu sözlerle verir: “Birisi reforma ‘yukarıdan’ yani, prenslerin reformundan başlarken, (…) diğeri ise halk reformunu göklere çıkaranlarla birleşerek (…) şehrin en basit ilçelerine kadar iner.”

Münzer’in komün örgütleri savaşa hazırlanıyor

Münzer kasabalarda ve köylerde ağır vergiler alan prens, kont, banker, derebeyi sürekli haraç isteyen rahip ve rahibelerin dışlandığı komünler kurdu. Komünlerin tek istediği; prenslere, kontlara, derebeylere, rahiplere artık vergi vermemek, kendi topraklarını işleyip üretmek, ürettiklerini de “Bu benimdir!” demeden herkesle sınırsız paylaşmaktı. Yöneticilerini, yargıçlarını, rahiplerini kendileri seçip kendileri görevden almak istiyorlardı. Seçilmişlere verilen ayrıcalığa, maaş ve benzeri ödeneğe karşıydılar, kim hangi görevi üstlenirse üstlensin, geçimini ana mesleğinden sağlamak zorundaydı. Görevden alınan kişi sıradan köylü gibi yaşamaya başlamalıydı. Tek söz sahibi sıradan köylüler olmalıydı.

Münzer, ayaklanma öneren tezlerini İncil ve Tevrat ayetlerine dayandırıyordu.

Tanrı’nın müminlerden komün yöntemle yaşamalarını istediğine ilişkin olanlarından birkaçı şöyledir:

“Yeryüzünde kendinize hazineler biriktirmeyin. (…) Hiç kimse iki efendiye kulluk edemez. (…) Siz hem Tanrı’ya hem de paraya kulluk edemezsiniz.” (Matta 6, 19-24), “İsa ona, ‘Eğer eksiksiz olmak istersen, git, varını yoğunu sat, parasını yoksullara ver; böylece göklerde hazinen olur. Sonra gel, beni izle’ dedi.” (Matta 20, 21), “Devenin iğne deliğinden geçmesi, zenginin Tanrı egemenliğine girmesinden daha kolaydır.” (Markos 10, 25), “O gün yaklaşık üç bin kişi topluluğa katıldı. Bunlar kendilerini elçilerin öğretisine, paydaşlığa, ekmek bölmeye ve duaya adadılar.” (Elçilerin İşleri 2, 41-42), “İnananlar topluluğu yürekte ve düşüncede birdi. Hiç kimse sahip olduğu herhangi bir şey için ‘bu benimdir’ demiyor, her şeylerini ortak kabul ediyorlardı. (…) Aralarında yoksul olan yoktu. Çünkü toprak ya da ev sahibi olanlar bunları satar, sattıklarının bedelini getirip elçilerin buyruğuna verirlerdi; bu da herkese ihtiyacına göre dağıtılırdı.” (Elçilerin İşleri 2, 32-34-35)

Kutsal kitapların, komünün hedefine ulaşması için kılıca sarılmalarını istediğine ilişkin olanların birkaçı da şöyledir:

“(İsa), yeryüzüne barış getirmeye geldiğimi sanmayın! Barış değil, kılıç getirmeye geldim.” (Matta 11, 34), “(İsa) kılıcı olmayan, abasını satıp bir kılıç alsın.” (Luka 22, 36), “Ve Rab Bana dedi: bak, bugün milletler üzerine ve ülkeler üzerine, kökünden sökmek ve yıkmak için (…) seni koydum. (Yeremya 1, 9-10), “Rabbin sözü: (…) Yahuda krallarına karşı, reislerine karşı, kahinlerine karşı ve memleket kavmına karşı bugün seni duvarlı bir şehir ve demir bir direk ve tunç bir duvar ettim. Ve seninle cenkleşecekler; çünkü seni kurtarmak için ben seninle beraberim.” (Yeremya 1, 18)

Münzer, köylülere İncil’in komün yaşam önerdiğini anlatıyor.

Öykü uzun, ama ben kestirmeden gideceğim. Köylü komünleri, döktükleri beş ya da altı top desteğinde savaş başlattılar ve önemsiz birkaç yerleşimi ele geçirdiler. Prensler ve büyük prensler organize bir şekilde olay yerine ulaştılar. Köylüler, savaştan vazgeçme şartı olarak prenslere Münzer’in ünlü 12 maddelik bildirisinin aşağıdaki yalın halini sundular:

“1. Madde: İncil, efendilerin ve rahiplerin çıkarları doğrultusunda değil, gerçeğe uygun olarak öğretilmelidir. 2. Madde: Artık ne büyük ne de küçük aşar ödeyeceğiz. 3. Madde: Topraklar üzerindeki ortaklık payı yüzde beşe indirilecek. 4. Madde: Tüm sulardan serbestçe faydalanılacak. 5. Madde: Ormanlar komüne geri verilecek. 6. Madde: Av hayvanlarından serbestçe faydalanılacak. 7. Madde: Artık kölelik olmayacak. 8. Madde: Kendi otoritelerimizi kendimiz seçeceğiz. Hükümdar olarak beğendiğimizi kabul edeceğiz. 9. Madde: Eşit olduğumuz insanlar tarafından yargılanacağız. 10. Madde: Yargıçlarımız bizim tarafımızdan seçilip gerektiğinde bizim tarafımızdan işten el çektirilecek. 11. Madde: Vefat durumunda hiçbir ödemede bulunulmayacak. 12. Madde: Efendilerimizin el koyduğu tüm ortak topraklar komüne geri verilecek.” (Pianzola, s 180-181)

“Asıl devrimci sınıfın, komün isteyen köylüler olduğu” düşüncemi kuvvetlendiren bu talepleri elbette egemenler kabul etmediler ve kılıçlar çekilip toplar ateşlenerek Engels’in deyimiyle o ünlü “1525 Alman Devrimi” (s 13) başlatılmış oldu.

Luther’in köylü düşmanı tutumu ve savaşın sonu

Söze Marks’ın, “Hegel’in Hukuk Felsefesine Giriş”te Luther için söyledikleriyle başlamak istiyorum; müthiş çözümlemeyle şöyle diyor Marks:

“Luther ibadette köleliği alt etti çünkü onun yerine inançta köleliği koydu. Gücün elindeki inancı yıktı, fakat inancın gücünü canlandırdı. Rahipleri laiklere dönüştürdü, çünkü laikleri de rahiplere dönüştürdü. İnsanı yüzeysel dindarlıktan kurtardı, çünkü dindarlığı insanın içine soktu. Bedeni zincirlerden kurtarıp özgürlüğüne kavuşturdu, çünkü kalbi zincire vurdu.” (Sol, s 201-202, 2009)

Luther bütün bunları İncil’in uyuşturucu, zehir, afyon yönünü öne çekerek başardı. Kullandığı ayetler ve kutsal metinler ağırlıklı olarak İsa öğretisini, yurttaşı olduğu işgalci Roma’nın çıkarları doğrultusunda tahrif etmiş olan Pavlus’un imzasını taşımaktaydı.

Münzer’in kaleme aldığı o ünlü on iki maddelik bildiri yayınlandıktan bir ay sonra Luther’in eline geçti. Hemen 1525 yılının 17-20 Mayıs tarihleri arasında “Barışa Çağrı” başlıklı, hayli kapsamlı bir karşı broşür yazdı. Broşürün birinci bölümünde Luther, dostlarını, prensler ve derebeyleri aşırıya kaçtıkları ve köylü ayaklanmasına neden oldukları için eleştirip dostça uyarılarda bulunuyor, ikinci bölümde ise köylüleri İncil’den alıntılarla tehdit etmeye başlıyordu. İzninizle içeriğini vermesi bakımından bu metnin bazı bölümlerinden seçtiğim pasajları araya girmeksizin -ki onlar her şeyi anlatıyor zaten- alt alta aktaracağım; şöyle:

“Tanrı şöyle demiyor muydu: ‘Kılıcı eline alan kılıçla ölecektir.’ (Matta 26, 52) Ve Aziz Paul: ‘Her ruh otoriteye saygı ve dürüstlükle boyun eğsin,’ demiyor muydu? (…) Otoritenin kötülüğü ve adaletsizliği ayaklanmaya mazeret olarak gösterilemez. (…) Otoritenin gözündeki çöpü fark ediyorsunuz, fakat kendi gözünüzdeki merteği görmüyorsunuz.

“Kim daha büyük hırsızdır, bir kısmını çalan mı, yoksa hepsini çalan mı? Oysa otorite sizden, adaletsiz olarak sadece malınızı alıyor, fakat siz onun sadece malını değil, bedenini ve yaşamını da alıyorsunuz.

“İsa Mesih size kötülük yapana direnmeyin; birisi sağ yanağına vurursa, diğerini dön, (Matta 6, 39) demez mi? (…) Bu hükümle tutumunuzu nasıl uyuşturuyorsunuz?

“İsa Mesih çarmıha gerili ne yapar? Bu zalimler için yakarıp şöyle demez mi: Ah babacığım, onları affet, çünkü ne yaptıklarını bilmiyorlar!

“Taleplerinizden bazıları doğru olabilir ama Hıristiyan’a dövüşmek ve şiddet kullanmak yaraşmaz. Adaletsizliğe katlanmak zorundayız, bizim yasamız böyle.

“Hıristiyan adını taşımak istiyorsanız ya girişiminizden vazgeçer ve haksızlıklardan dolayı acı çekmeyi kabul edersiniz, ya da kararlarınızda ayak direr, Hıristiyan adını bırakarak başka bir isim alırsınız.

“Hıristiyan bir kurbandır ve bütün bunlardan kaygı, üzüntü duymaz. (…) Hıristiyan hakkı size bu durumlarda acı çekmeyi ve sadece Tanrı’ya şikayet etmeyi buyurur.”

Tabiidir ki tarihsel bağlamından koparılmış ve sulandırılarak gündeme getirilmiş bu vaazlar Münzer’i ve köylüleri etkilemedi. Tersine onlar köylerden akın akın gelerek kasaba ve kentli feodallerin kale ve şatolarının önünde toplandılar, hatta bazılarını tahrip ettiler.

Birlik ordularıyla köylüler birbirine girdiği sırada Luther kızgınlıktan çılgına döndü ve efendilerine insanlık dışı şu çağrıyı yaptı:

“Yapabilenler gizlice veya açıkça onları (köylüleri) parçalasın, boğazlasın, öldürsün ve bir isyancıdan daha zehirli, daha zararlı, daha şeytani bir şey olmadığını düşünsün. Nasıl ki kuduz bir köpeğin vurulması gerekiyorsa, onların da vurulması lazım. (…) Orada boğazlayın, orada vurun, orada öldürün! Savaşta telef olursanız, ölmüş değil, aziz olmuş sayılırsınız!”

Prenslerin ve dükün birlik ordusu galip geldi, 1524 -1525 arasında savaş vermekte olan köylüler yenildi.

Yakalanan Münzer defalarca ağır işkencelerden geçirildi. Anlatmak ağır geliyor, içim yanıyor, onun için savaşın nasıl sona erdiğini özetlemeyi Maurice Pianzola’ya bırakıyorum.

“Prenslere ait ordular tarafından kuşatılan (devrimin merkez karargahı) Mulhausen, komşu şehirleri boşuna yardıma çağırdıktan sonra, 25 Mayıs ‘Göğe Yükselme Günü’nde teslim olmuştu. 26’sında, imparatorluk şehri muafiyetlerini kaybeden şehre, prensler görkemli bir törenle girmişlerdi.

Solda Münzer vaaz verirken “Gökkuşağı Mucizesi” gerçekleşiyor, ortada köylüler feodallerle savaşıyor, sağda birlik askerleri kadın çocuk demeden köylüleri kılıçtan geçiriyor.

“Ertesi gün, 27 Mayıs 1525’te, artık can çekişen parçalanmış bir et yığını haline gelen Münzer, Gürman ordugahına götürülmüştü. Çok büyük şeyler istediğini düşünerek iç geçirecek ve prenslere zorbaların sonunun nasıl bittiğini görmeleri için ‘Krallar Kitabı’nı okumalarını öğütleyecek gücü kalmıştı sadece.

“Kafası cellat tarafından koparılıp da birkaç saniye evvel cesurca ölen (yoldaşı) Pfeiffer’inkine doğru yuvarlanırken, vücudunda pek de fazla kan kalmamıştı.

“1531 yılında, (…) Luther arkadaşlarına şunları açıklamıştı: ‘Bugün hâlâ Münzer’in direğe geçirilmiş başının Mulhausen yakınlarında görülebileceği söyleniyor. Oraya giden yol, orada oturanların ve dinsizlerin sayısız ziyaretleriyle o kadar genişledi ki, adeta halkın yolu oldu. Eğer otoriteler bu duruma el koymazlarsa, Münzer bir aziz gibi onurlandırılıyor olacak.’”

Başka ne diyebilirim ki, bayrağı henüz yere düşmedi, sevgili yoldaşım Münzer müsterih olsun, ışıklar içinde uyusun!

PAYLAŞMAK İÇİN