Ajda Pekkan Sendromu

Hoocaaa, devrim çevrede olmaz, kafanın içinde olur kafadaaa, diyerek işaret parmağıyla kafasını oyuyor da oyuyor. Be adam, bi şey yapsana, ben de onu diyorum ya! Çevreye müdahale eylemin zaten kafanın içidir. Müdahale etmek sonuçtur. Kafanın içi sebeptir. Sonucu sebebin tetiklediğini de bilemiyor

 

 

SAMİ GÜNAL

Diğer adı erişilmezlik sendromu. Bu sendromu yıkan tek güç domatesin kesilmesine tanıklık etmektir.

Olmayacak kişilerin bile içinde magazin ihtiyacı vardır. Özellikle avam kültüre ait insanlar, toplumda nam salmış kişilerin özel hayatlarına tanıklık etmiş olmaktan haz alırlar. Kendilerine prestij kattığı gururuyla dolaşırlar.

Hak edenlerin narsistliğine göz yumulabilir. Bir de böylesi ufku dar, basit kültürlü insanların narsistliği olur ki can sıkıcı olur. Bunların narsistliği dar bir görselliğe ya da maddi varlığa dayalıdır. Basit kaldıraçlarla çokca yüceleceklerine inanırlar.

Diyelim ki es kaza Ajda Pekkan’ın malikânesine bahçıvandı, şuydu buydu rolüyle birisi girip onun özel hâllerine tanıklık etmiş olsun. O andan itibaren o da aynen bizim gibi domates doğruyormuş ya la, muhabbetlerine dolanır avam hanelerde. Öyle ya şimdiye kadar uzaylı gibi mi yaşıyordu, merakları vardı artistik tahayyülleri içerisinde. Domatesleri kestiğini gördüğü o andan itibaren erişilmezlik sendromu yıkılmıştır. Kendisininki gibi anlamsız hayatların içerisinde herkesin merak ettiği toplumsalın özel anına tanıklığıyla anlamlı bir hayata geçtiği zannıyla üstündür gayrı dedikten sonra devam edelim…

Yaz gelirken nereye gitsem ne yapsam sıkıntısı bastığında fazla eleyip sık dokumadan kendimi tatlı bir amaca yönelik inzivai yaşantıya örklemek istedim. İçine düştüğüm ataletten kurtulup da yazamadığım kitabımı bu defa yazar mı yazarım, ciddiyeti bindi üstüme.

Altmış gündür Didim’deydim. Gelişimle birlikte kitap çalışması üzerine umulmadık şekilde gösterdiğim şu disiplinim anladım ki beni eylüle kadar Ege’ye bağlayacaktı. Öyle de oldu. Sonunda naçizane iki kitap dosyası çıktı ortaya.

Didim’de güzel bir çadır kampı var. Personeli evvelden tanır beni. Yazar mazar ayağıyla ziyadesiyle ilgi görüyordum. 10 gün kaldım. İyi güzel de etraf kıro dolu. (Kıro, TDK: Görgüsüz, kaba saba insan.) İnanılacak gibi değil yahu, burnumun dibindeki çadırcılarla bir kez olsun selamlaşamadım. Günaydın, diyecekken insanımsı yaratıklar gözlerini kaçırıyorlardı.

Başkent, İstanbul, İzmir… Geçtim bunları, ruhların en yumuşayacağı yerler olan yazlık sahralar… Hasılıkelam dağ taş memleketin sath-ı mailine yeteri eşitlikte kırolar yayılmış.

Didim demek Altınkum Plajı demektir. Vardım Altınkum’daki -serbest kamp zannettirilen- ormanlık alana. Nasıl ve kimler kalıyor, inceleyip karar vereceğim.

10-15 arası kampçı var yok. Gelinsin görülsün ki yine kırolar kolonisinden kopup gelmiş sefiller oymağı olmuş burası da. Kurtuluş yok! Geldiğiniz yer neyse gittiğiniz yer de odur, gerçeğiyle yeniden burkuluyorsunuz. Avamlar için değişmez kural şu ki kişi kendinden kurtulamaz. Nereye gitse oraya götürür. Bir şey ne ise odur. Bir şey hem o şey hem o şeyden başka bir şey olamaz.

Hayvanlar arasında dahi iletişim olurken insanın olduğu yerde hayda hayda iletişim olur. Komşuluk tabanlı iletişime geçmek demek ister istemez kimsin, nerden gelir nereye gidersin muhabbetine dayanıyor.

Yazar mazarım demeyegör! Adın bile sorulmadan hemen gösteriş amaçlı taşınan ama okuya okuya (!) bitirilemeyen sembolik bir kitap çıkartılıyor. Entelektüel düzeyde yakınlaşmanın bir aracı olarak da kullanılabilmektedir kitaplar. Bu kadarına eyvallah! Fakaaat içerikten yoksun başlıyor şekilsiz bir tirat: Bu kitap var yaaa şahane! Yazar öyle bir yazmış öyle bi yazmış kiii… Eee, gerisi yok! Mecburiyetleri varmış gibi boş boş gösteri amaçlı konuştukça boğuyorlar beni. Boş tirada karşılık ben de diyorum ki evet, eziyetler içerisinde eğile büküle yazmıştır yazan.

Hayatlarında bir yazar kılıklıyı görmemişler ya etinizle, kanınızla, ezcümle tüm insani acziyetinizle sizi görünce a aaa bu da bizim gibi bir âdemmiş, hiç de bilinmez/erişilmez olan bir Yaşar Kemal, Sartre vd. gibi değilmiş şaşkınlığına uğruyorlar. Uzaylı olmadığınızı kavradıkça göz yumduğunuz erişebilirliğin verdiği iç rahatlıkla sanıyorlar ki farkında olamadıkları birikimsizlikleri ve haddini bilmezlikleri yazma yeteneğine tahvil olunacak. Ürküntülerinden sıyrıldıkça laklakı hazlarını arttırıyorlar. Güdük kalan benlerini yüceltecekler ya başlıyorlar münasebetsizce zırvalamaya. Yazı yazmaktan ne varmış, kendileri de yazarmış, kafalarının içinde öyle şeyler varmış ki üü üff… Hele hele hadsizce seni gördüm cesaretim arttı demezler mi? E durmayıp yazınız ki sayımız bir artarsa mutlu olurum, diye sıkıştırdıkça tısss… Demek ki bunlara karşı hep Ajda olarak kalmalıymış.

Yazacağım ama yayınevlerinde torpilim yok, gibi anlamsız zırvalarını kıraat etmekle kalmayıp yazarlığın torpille olabileceğini zannedecek kadar boş beleş konuşan acizlere denk gelmek çok can sıkıcı. Yazarlık üzerine zırvalarını akıtıyorlar akıtıyorlar da gel gör ki en popüler yayın organlarından, yazarlardan, güya kendi ideolojilerindeki en ünlü genel yayın yönetmenlerinden bile haberleri yok yok… Ev adreslerini dahi doğru dürüst yazamayacak adamların cahil cesaretlerine hayranım!

Politik hayata dair ne öğren(eme)mişlerse öğrenciliklerinde öğren(emey)ip öylece kalmışlar. Ya o zamandan yanlış öğrenmişler ya da kafalarındaki her şeyler karman çorman olduğuna göre haddini bilmezliğe sizliğe terfi etmişler.

Bu tipler, sistematik-analitik olan her ne deseniz, hele hele mizahi değinmeleri, ya yanlış ya da hiç anlamıyorlar. O kadar aşağılık kompleksine kapılmışlar ki mizahi yaklaşacak olsanız kendileriyle dalga geçildiğini düşünüp ya saldırganlaşıyorlar ya da boş dolu bilgiç gözükmek için illa itiraz ediyorlar. Oysaki mizah, tezatlığı sever. Gel gör ki bunlar yenildim duygusuyla kompleks tabanlı ilkel çatışmaları seviyorlar.

Bu tipler, eski kulağı kesiklerden (politik) gözükmeye özellikle heves tutuyorlar. Devrin imajdan ibaret olduğunu bilenlerin şahıdır bunlar. Sözde kendilerini dopdolu algılatacaklar.

Sakın ha boşboğaz atalet içinde duran hâllerine bakıp da, zihni uyaran olmak için devrimci olan kişi değişime ilk kendi çevresinden başlamalı, demeyiniz. Maddeciliğin temeli nedir onu da bilmezler.

Ya ne yapacaklardır? Yarım kalmış benlerini illa yüceltecekler ya kalıplaşmış bilgiç sözlerden geri durmayacaklardır.

Bu kısıtlı genel değerlendirmelerden sonra bu yazı bir yazarın kitap yazma serüveninin toplumsal topoğrafyası (coğrafi terimdir) olacağı için şimdi lokal tecrübelerle bezenecektir elbette.

Yukarıda çizdiğim tipolojilerden birine de ben  denk geldim. Aldık mı başımıza belayı?

Üretim yaptığım sebeple benim için tatilin çok keyifli geçtiğini, mutlu olduğumu belirttiğimde ruhu sıkılan bir adam…

Günlük faaliyetlerime bakarak sıkıntı kapmaya başlayan bir adam…

Ya hoca, ne geziyorsun, ne insanlarla iletişim kuruyorsun, ne gözlem yapıyorsun… Gel benim kafamın içi gözlem dolu, yok sana anlatayım, yok vıdı vıdı vıdı… Gördüğüm kadarıyla olsa olsa boş teneke tınısı anlatacak ki her konuştuğumda yaa boş ver hocaa, demekten öte bir görüş beyan ettiği yok.

Tatil mi yapıyor muşum, kitap mı yazmaya gelmiş mişim? Neden bilgisayarı alıp güneşin altında yazmıyor muşum da ne her gün 15 lira dolmuş parası verip kütüphaneye gidiyormuş muşum da…

Üzerimde tahakküm kurma haddini bilmezliğine kalkışınca insaf gayrı, dedim. Yaşam anlayışım neyse oyum be adam, yazarlık kimliğimi senin denetimine mi bırakacağım?

Öyle bir gereksizlik zımparası olmuş ki bu sözde eski kulağı kesik kadar tırsmış, absürtleşmiş, dağlar kadar lümpenleşmiş bir kimlik görmemiştim. Aylardır altında sandalye gölge kovalamayı bırakıp on metre yürüyüp de ayağını kuma bassa, denize soksa rahatlayacak. Hani politik hayvandın ya değişim yaşamın esasıydı falan amentüsü var ya bak işte böylece değişimi gerçekleştirmiş olursun.

Hoocaaa, devrim çevrede olmaz, kafanın içinde olur kafadaaa, diyerek işaret parmağıyla kafasını oyuyor da oyuyor. Be adam, bi şey yapsana, ben de onu diyorum ya! Çevreye müdahale eylemin zaten kafanın içidir. Müdahale etmek sonuçtur. Kafanın içi sebeptir. Sonucu sebebin tetiklediğini de bil(e)miyor.

Baktım ki yaşam enerjimi somuruyor şundan uzak durayım, dedim. Dedim ama tavır alan kibirli bir yazar gibi de gözükmek istemiyorum. Çünkü gerçekliği o komplekse tahvil edecek bir ruh hâli var. Artık gözlerimi kaçırıp üç günde bir uzaktan selam vermeye başladım. Kendime hep kızıyorum: Empati ve hümanizmanın fazlası zarardır. Mahsustan gönül almaca son bir kez yanına varayım, dedim. Demek ki uzak duruşum içini doldurmuş ki sıradan bayağı bir şaka lafım üzerine saldırıya geçmesin mi? Çünkü sadece yendim-yenildim çizgisinde yaşamı algılayan ama hep yenilmiş bir adam.

Dost olduğum, okumaya ailece düşkün bir lokantacı ısrarla kitabımı istemişti. Elimde yok. Numunelik vardı, çaylarını içtim diye boş beleş yaşayan bir adama imzaladığıma pişman oldum, bir hır (!) çıkartıp elinden alabilirsem imzayı beyaz kâğıtla kapatıp sana vereceğim, demiştim.

İşte bu son selamlaşmada saldırganlığıyla fırsatı verince ki o an benden önce davranıp al git kitabını, dedikten sonra -bilgiç ya- zaten hepsi alıntı, demesin mi?

Alıntılamalar çok olağan, çok gerekli bir şeydir yazımlarda ama benimkinde alıntı ya numunelik kadar ya da hiç yok. Adam cahilin teki. Acaba yaşanmış hayatların hikâyelerine mi alıntı diyordu? Anlattım ya kompleks sarmalına dolanmış aşağılanmış benini yüceltme ihtiyacıyla illaki bilgiç gözükmek kaygısıyla olur olmaz konuşması lazım.

Şimdiye kadar yazılarımı yayınlayan sekiz yayın organı editörünü, genel yayın yönetmenlerini, sahiplerini kınıyorum. Sizi gidi yazı cahilleri, bana neden göz yumdunuz? Sanki bu yazı gurusundan daha mı akıllısınız?

Bu kof pehlivan tipoloji örneğinin diğer gözlemlediğim korkularına değinmeyeceğim. Değmez. Beni ilgilendiren yönü toplumda oldukça yoğun bir kesimin temsilcisi olma yeteneğiyle bir kültür adamına bakış sakatlığıdır.

Dedim bu adamdan tam uzaklaşma vakti geldi ulan! O günden sonra göz teması dahi kurmadım. Fakat bir hafiye gibi beni izliyor. Etrafındaki çöre çöpe bana nasıl çıkışıp kovduğu üzerine kahramanlık türküleri anlatıyor olduğu bilgisini aldım. E çadır yeri bir avuç.

Balicilerin, esrarcıların, tacizcilerin, hırsızların, suça batmışların arasında, kısacası kriminal ormanında bu yaşadıklarım, kitaplarımın kitap olma hikâyesini hediye etti bana.

Şu şansa bak! Noktayı koyduğum, eklenmesi bitmiş kitabımın giriş yazısı bu yazı olacak artık.

 

paylaşmanız için