Niyazi Akıncıoğlu’dan Ziya Osman Saba’ya… HER ŞAİRİN İMGELEMİNDE BAŞKA BİR İSTANBUL

Niyazi Akıncıoğlu, bir taşralının şaşkınlığı içindedir İstanbul karşısında. Cahit Külebi de taşradan gelmiş bir gencin duygularıyla yaklaşır İstanbul’a. Şiirlerinin götürdüğü noktada bulduğumuz Orhan Veli, gerçek bir İstanbul tutkunudur. Oktay Rifat İstanbul sevgisini nükteli bir dille yansıtırken Melih Cevdet zil zurna bir sarhoşun gözünden yaklaşır şehre. İstanbul’a baktığında şehrin tüm geçmişini gören bir şairdir Ziya Osman Saba ise.

CAFER YILDIRIM

Niyazi Akıncıoğlu, şair-kişi olarak İstanbul’u ilk kez gören ve gördüklerine anlam veremeyen, anlayamayan bir algı içindedir. 

“ekmeği dilim dilim
ve suyu miskal miskal,
                  aslanın ağzında.”

Bir taşralının şaşkınlığıdır yaşanan. Bu şaşkınlık taşranın büyük şehre ait sınırlı bakışı ve önyargılarıyla birleşir:

“öğleden sonra
ve hemen sonra
subyân âlemleri yapılır
                          sinemalarında
ve tiyatrolarında,
düzgünlü kokonaların
göbek çalkalaması,
gerdan kırması seyredilir.
Açıkçası,
eller cepte zevkedilir.”

Akıncıoğlu’nun İstanbul betiminde kimi ayrıntı niteliğindeki gerçeklikler öznel bir ahlak yorumuyla şehir kimliğine taşınmıştır. Böylece gerçeklik bozulmuştur. Sonuçta, önyargı tarafından önü kesilmiş olan tanıklık, toplumcu amacına denk düşmeyen bir şehir anlatımı kurmuştur.

Niyazi Akıncıoğlu ve Cahit Külebi

Cahit Külebi de taşradan gelmiş bir gencin duygularıyla yaklaşır İstanbul’a. “Ayrı bir âlem”e gelmiştir. “Suyu, toprağı, havası ayrı, mevsimleri çabucak geçen.” Nihayetinde özgürlüğünü arar, geçmişini özler. İstanbul, Külebi’de geçmişe duyulan özlemin karşıtı bir yaşantı ve mekânın karşılığıdır. Çünkü herkes onu aldatmıştır, çünkü içindeki şarkıyı bitirmiştir yaşadıkları: 

“Anladım bu şehir başkadır
Herkes beni aldattı gitti,
Anladım bu şehir başkadır
Herkes beni aldattı gitti.
Yine kamyonlar kavun taşır,
Fakat içimde şarkı bitti.”

(İstanbul şiirinden) 

Külebi’nin İstanbul yaklaşımı Akıncıoğlu’nunkinden özde farklı değildir. Yaşanan olumsuzlukların büyük şehir kaynaklı olduğuna dair bir önyargıya dayanmaktadır bu yaklaşım. Fark, Külebi’in yakınmasını şiir kişisiyle, bireyle sınırlandırmış; topluma dönük kapsamlı ahlak yargılarına temel teşkil edecek bir malzemeye dönüştürmemiş olmasıdır.

Gerçek bir İstanbul tutkunu

Orhan Veli’nin İstanbul denince akla ilk gelen şairlerden olması kuşkusuz nedensiz değildir. Bu durum onun sadece, İstanbul’la ilgili şiirler yazmasıyla açıklanamaz. Daha çok yarattığı özgün ve yeni İstanbul imgesiyle ilgilidir. Şiirlerinin götürdüğü noktada bulduğumuz Orhan Veli, gerçek bir İstanbul tutkunudur. O yaşadığı şehre duyarlıkla eğilmiş, tanıklığını duyarlığının süzgecinden geçirmiş ve yaşadığı ortam ile mekân arasında bireysel köprülerini kutsamış bir şairdir. Orhan Veli’nin İstanbul’a yaklaşımında mutçul ve coşkulu bir yöneliş söz konusudur. Şair yaşadığı ortamla kişisel mutluluğunu o derece bütünleştirmiştir ki onun her İstanbul övgüsünde, ayrıca kendine ilişkin bir şevk, coşku, umut ve gelecek sevdası vardır. Bu şevk her zaman ve her durum için geçerlidir. Gündelik yaşamın şair için sürekli bir sevinç, esin, dirilik ve umut kaynağı olması bu yaşamın İstanbul mekânına ait olmasıyla da ilgilidir. “İstanbul’u Dinliyorum Şiiri” şairin yaşadığı mekânın olduğu kadar bu mekânın kaynaklık ettiği yaşama sevincinin de anlatımıdır:

“Serin serin Kapalı Çarşı;
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa;
Güvercin dolu avlular.
Çekiç sesleri geliyor doklardan,
Güzelim bahar rüzgârında ter kokuları;
İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı.”

Şairin İstanbul sevgisinin sokağa, sıradan insana yönelik duyarlığıyla birleştiği noktada bu insanların dünyasına ait, İstanbul’a ait yeni betimlemelerle buluşuruz:

“İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir yosma geçiyor kaldırımdan;
Küfürler, şarkılar, türküler, lâf atmalar.
Bir şey düşüyor elinden yere;
Bir gül olmalı;”

 “Galata” şiiri de de Orhan Veli’nin yaşam sevincinin ana kaynaklarından birinin yaşadığı mekân olduğunu gösteren bir örnektir. Fakat o bu mekânı insanıyla birlikte kucaklar ve insanla birlikte anlamlandırır: 

“Dikilir köprü üzerine,
Keyifle seyrederim hepinizi.
Ama hepiniz, hepiniz…
Hepiniz geçim derdinde.”

İnsanla anlamlandırılmış bir mekân anlatımı

Orhan Veli’nin İstanbul’la ilgili bütün şiirlerinde (Kapalı Çarşı, Galata) kendisi için yaşam enerjisi sağlayan sıradan insanların sokağa ait yaşamlarına, gündelik duruş ve tutumlarına gözlemci bir ustalık ve kuşatıcı bir duyarlıkla eğildiğini görürüz:

“Ablamı tanımazsın,
Hürriyette gelin olacaktı, yaşasaydı;
Bu teller onun telleri,
             Bu duvak onun duvağı işte.”

Orhan Veli’nin anlatımında İstanbul büyük tarihlerin, şanlı insanların, seçkin yaşantıların kavranamaz uzaklığından çıkıp balıkçıların, esnafların, hamalların, şairlerin günlük yaşamı içindeki somutluğuna kavuşur. İnsanla bütünleştirilmiş, insanla anlamlandırılmış bir mekân anlatımı kuran Orhan Veli, edebiyatın İstanbul’a bakışına yeni bir boyut eklemiştir.

Orhan Veli’nin “İstanbul Türküsü” adlı şiiri doğrudan İstanbul’la ilgili değildir. Bu şiirde şair-kişi içinde bulunduğu ruh halini yansıtırken söylediği bir türkü üzerinden İstanbul’un bazı özelliklerini de yansıtır. İstanbul oldukça renkli ve hareketli, bir film kadar şaşırtıcı bir şehirdir. Şair-kişi ise bütünüyle bu atmosferin dışında kendi kederleriyle baş başadır:

“İstanbulun orta yeri sinema;
Garipliğim, mahzunluğum duyurmayın anama;
El konuşur, sevişirmiş; bana ne?
Sevdalı’m,
Boynuna vebalim!”

Orhan Veli’nin bu şiirinde İstanbul, şair-kişinin yaşadığı mekân-şehir konumundadır.

Neşeli hayatın bir bahanesi, İstanbul’un süsü

Garip’in diğer üyesi Oktay Rifat’ın “İstanbul Türküsü” adlı şiirinde şair-kişinin İstanbul sevgisini nükteli bir dille yansıttığını görürüz. Bu şiirde aşkla güzelleşen İstanbul, aynı zamanda aşksız da insanın hayatını şen şakrak geçirdiği bir şehirdir. Hatta İstanbul’da aşk, neşeli hayatın bir bahanesidir. Şiirin yorumunu biraz daha ilerletirsek aşk, İstanbul’un sadece bir süsüdür diyebiliriz. Çünkü İstanbul’un rahat ve keyifli hayatı içinde aşk her zaman rastlanabilecek bir sıradanlıktır.

“Kasımpaşa kıyıları tersane
Bir kız sevdim alimallah bir tane
Her dem sevdalıya kız bahane
Top çiçeğim deste gülüm
Canım İstanbullum
Aman aman bahane

 Gittim baktım şıkır şıkır Balıkpazarı
Üç tek attım sarhoş oldum ayak üzeri
Üç doluya üç tanecik badem şekeri
Top çiçeğim deste gülüm
Canım İstanbullum
Aman aman badem şekeri”

Oktay Rifat’ın “Hayatımı Düşündüm” ve “Hatırlama” şiirlerindeki İstanbul algısı doğup büyüdüğü bir mekânla kurulmuş duygu ilişkisine dayanır: 

“Binsem bir vapura açılsam
Beşiktaş mı olur Ortaköy mü olur
Kadıköy baştanbaşa çocukluğum
Kuzguncuk’u içim götürmüyor” 

(Hayatımı Düşündüm şiirinden) 

“Her dakikasını ayrı hatırlarım
Erenköy’de geçen zamanımın
Rüyama girer bir arada
İstanbul bahar ve Türkan’ım”
(Hatırlama şiirinden)

Orhan Veli Kanık, Oktay Rifat, Melih Cevdet Anday ve Şinasi Baray.

Gündelik sevinçler veren, güzellikleriyle gönendiren, yollarında şarkılar söylenilen, sevgililer edinilen bir şehir kimliğini içerir bu algı.

Zil zurna bir sarhoşun gözünden İstanbul

Garip şiirinin bir diğer mensubu Melih Cevdet Anday, “Boğaziçi’nde Ayın On Dördü” adlı şiirinde zil zurna bir sarhoşun gözünden yaklaşır İstanbul’a. Alaysı bir dille yapılan betimlemede İstanbul’un yoksul ve zengin semtleri arasındaki çelişkiler yansıtılır:

“Bir yanda pırıl pırıl Göksu testileri
Ayışığında dipdiri, büyümekte kolları, elleri…
Bir yanda ağlar, alabanalar
Yavaş yavaş uyanan fakir balıkçı köyleri
Bir yanda yalılar, sahilsaraylar
Kimi yanmış, kimi çökmüş, kimi…
Kiminin Hürriyet’te beli bükülmüş
Kiminin Hürriyet’te atılmış temeli.
Bir yanda betonarme kübik yalılar
Betonarme kübik yalıların salonlarında
Mor kadife yastık üstüne çiğ beyaz
Yağlı boya hülyalı bir mehtap.
İki sahil boyunca yalılar
Eski yalılar, yeni yalılar”

Şehre baktığında bütün geçmişini gören şair

Çağdaşı Orhan Veli, Oktay Rifat ve  Melih Cevdet gibi Ziya Osman Saba da İstanbul’a şiirinde yer vermeden geçmeyen şairlerdendir.

Ziya Osman Saba

Onun İstanbul’u da günlük yaşamın somutluğu içindedir. Sevgisine derinlik kazandıran boyut geçmişiyle ilgilidir. İstanbul’a baktığında bütün geçmişini gören bir şairdir Saba:

“Seni görüyorum yine İstanbul,
Gözlerimle kucaklar gibi uzakta.
Minare minare, ev ev,
Yol, meydan.

(…)

Bir yanda, serin sabahlarla beraber,
Doğduğum kıyılar: Beşiktaş’ım.
Baktıkça hep semt semt, yer yer,
Beş yaşım, on beş yaşım, ah yirmi yaşım!”

(İstanbul şiirinden)

Saba’nın duygu atlası, İstanbul anılarıyla ilmek ilmek dokunmuştur. Bu nedenle onun İstanbul sevgisi anılarıyla yoğrulmuş bir mekânın yaşamında taşıdığı anlama denk düşen derin, dingin, sürekli ve bütünlüklü bir sevgidir.

“Garip İstanbul’umun Türküsü” şiirinde bu sevgi fukara, yaşlı, boynu bükük, mahzun, gün görmemiş insanlara yönelik bir duyarlıkla zenginleşir ve insanilik düzeyinde toplumsallaşır:

“Garip İstanbul’umun türküsü…
Gelseler bir araya beşi onu,
Hepsinin bükük boynu,
Hepsinin mahzun yüzü.”