Ah Adnan Ah, Yaktın İçimizi!

Acı acı bir şeyler vardı Adnan’ın hayatında. Atsa atılmayan satsa satılmayan bir vefasıza yar olmuş, meyvesi de o oranda ekşi olmuş. O vefasızlık yıkardı da Adnan’ımızı fakat bir bileni yoktu. O da içine atanlardandı

 

 

SAMİ GÜNAL

Adnan Karaduman.

Adnan’la olan dostluğuma geçmeden önce biraz öz bilgi vereyim.

Antep ahalisinden Karadumanlar sülalesi tümden müzisyendir. Beş kardeş olan Adnanlar tümden müzisyendir. Amca, baba, dede ta ki atalara kadar müzisyendirler. Şöhretlerini Türkiye’yi aşırıp uluslararası standartlara eriştirmişlerdir.

Ağabey olanı “Kanun Virtüözü Halil Karaduman” demem sanırım yeterli olacaktır. Hemen akla Zülfü Livaneli’yle ya da Mikis Theodorakis’le olan birlikteliği gelir. Ta Amerika’ya kadar 100’den fazla kanun öğrencisi yetiştirmiştir.

Adnan, arkasında keman çalmadığı sahne şöhreti kalmayan bir “keman virtüözü”dür. Ne bileyim Yıldız Tilbe, İbrahim Tatlıses mesela.

Hayır, Antep’te ayrı mahallelerin çocuklarıydık. O, çalgıcılarıyla ünlü Eblehan Mahallesi’nin çocuğuydu. (Otantik bir Antep mahallesidir. Çocukluğumun günlük güzergâhlarından biriydi.)

Adnan’la dostluğum İstanbul dönemimde başladı. Antep’te aynı mahalleli değildik ama İstanbul’da aynı mahalleli, ikimiz de Sarıyerli olduk. Yine en yakın arkadaşlarımdan olan müzisyen Cem Kaya’nın evini devrederek komşu da olduk.

Sahne ve stüdyo çalışmaları dışında hocalık yaptığı “Akustik Sanat Akademisi”nde çok sık bir araya gelirdik. Pandemi dönemindeki saklı hayatlarımızın gün içi bölümünü nerdeyse orman içindeki Akustik Sanat Merkezin’in açık hava olan ön avlusunda ünlü Karikatürist Ressam Kamil Çakmak Hoca’m gitarist-piyanist Cem ve Adnan’la gırgır şamata içerisinde birlikte geçirdik.

Tabi ikimiz, etrafımıza kızdığımızda ya da içimizden birine yüklenmek istediğimizde Antep ağzıyla ittifaka geçer diğer dostlarımızın pek de çözemediği argolara başvururduk Adnan’la.

Bileydim, sana küser miydim Adnan?

Ben bir arsızam! O kadar ki benimle dalga geçenlere bile katkıda bulunan bir öz barışıklığım var (idi). Maksat, topu yükün bu kadar yoksunluklar içerisindeyken gülmecelere katkıda bulunmak olsun.  Yakın dostlarımdan kimileri biliyor ki artık dayanaklığım kalmamış gibi bir huysuzluk içerisindeyim.

İşte bu huysuzluk içerisinde hayatımda ilk kez bir dostumun şakasını kaldıramamıştım. Sosyal medya üzerine bir şeydi. Aslında şakasının art niyetsiz nasıl bir gücendirme olduğunun farkında değildi. Sonra düzeltmek istese de başka içsel değerlendirmelerimden dolayı pek yüzüm gülmedi.

Çok dar bir çevresi olarak bildiğimiz diğer acı acı bir şeyler vardı Adnan’ın hayatında. Atsa atılmayan satsa satılmayan bir vefasıza yar olmuş, meyvesi de o oranda ekşi olmuş. O vefasızlık yıkardı da Adnan’ımızı fakat bir bileni yoktu. O da içine atanlardandı.

Diğer bilmediğimiz bir şey varmış ki ancak ölümle öğrendik. Önemsenmeyecek bedensel bir sorun yaşadığının farkındaydık ama içsel bir şey olduğunu hiç mi hiç anlayamamıştık. Oysaki amansız bir hastalığın pençesindeymiş. Kimselerle paylaşmazmış. Gelgitlerini abisi Halil Karaduman’ın hasretine yorardık. Oysaki Adnan dört cephe can savaşı altındaymış. Yara açan yar, yarın ekşittiği meyve, can dayanağı genç yaşta giden abisi ve en kötüsü kendi can içiymiş.

Kayıptı. Epeydir görüşemedik. Sosyal medyada bir duyurusuna denk geldik. Sözcükler de eksik yarım yamalak yaralı bereliydi. Alkole yorduk.

Derken iki gün önce, yani ölümünden bir gün önce. WhatsApp Durum’unda bir şey paylaştığını gördüm. Kendimi ona anımsatmamak için bakmadım. Merakımı yenemediğimden Cem’i arayıp hele bir bak bu paylaşım falan yapmazdı, ne iştir diyecekken araya ne girdiyse unuttum.

Ve biraz önce yine bestekâr müzisyen olan Cemal Karakuş arkadaşımızın sayfasında öğrendim acı haberi.

Doğrulatmak için hemen Kamil Hoca ve Cem’i aradım. Cem, evet bildirmek içimden gelmedi, dedi.

Adnan ağam, camiada arkasında eşlik etiğin koca ikonlardan birisinin nağmesi misali “Eski dost düşman olmaz!”

Güle güle gülmelerimizi çoğaltan benim Adnan ağam!