Ve zamanla çocukların çehreleri değişti. O parlak bakışların yerine donuk gözler geldi. O hayal ırmakları yerine kurak çöller peydahlandı. Artık gelecek umutları tükenmiş, içinde sınava hazırlık test kitaplarını taşıdığı çantanın yüküne, ülkenin “bahtı karasından” yorgunluklar eklenmişti
EMİNE SUPÇİN
Gençlerle sohbet etmeyi oldum olası çok sevdim. Çünkü onlar hayal ırmakları gibidirler. Dünyayı değiştirebileceklerine inanırlar ki insanlık tarihine baktığında hakikaten bazıları da değiştirir.
Ardı sıra kendi gençlik yıllarımı düşünürüm. Hayal ırmağı olmak bakımından, bizim zamanımızda da tüm yollar açılası, tüm karanlıklar aydınlatılası dururdu. Üstelik o yıllarda bizim öğretmenlerimiz, “Sizler geleceksiniz, sizler ülkeyi aydınlatacaksınız,” derlerdi ve biz inanırdık o gücün elimizde olduğuna. Gençlik öyle bir şeydi işte. Ateşli birer ideal savaşçısı, elinde meşale ile Türk bayrağının dalgalandığı her yere bir kıvılcım götürme inancı ile okuduk.
Peki ya günümüz gençliği?
Çevremde üniversite sınavına hazırlanan gençler var. Kimi komşunun kızı, kimi ahbabımın oğlu. Fırsat buldukça onlarla konuşuyor, onların o gençlik pınarından yudumlamayı arzuluyorum. Dedim ya, hayal ırmaklarının akışına, o ırmaklardan taşan suyun beslediği topraklarda yetişen umut çiçeklerini koklamaya bayılıyorum.
Bayılıyordum…
Düne kadar bayılıyordum, desem daha anlamlı olacak. Durun size süreci anlatayım. Önceleri yani bundan bir 20-25 yıl önce aynı yaştaki gençlerle sohbetlerimizde, hayallerinin renkleri capcanlıydı. Dünyayı küresel olarak ele alıyor, okuyor, düşünüyor ve kendine bir yol çiziyordu. Kendini gelişmiş dünyanın insanından farklı görmüyor, dünyanın neresine giderse gitsin orada bir yer edinebileceğine inanıyor ve eğitiminin evrenselliğine güveniyordu. Yani benim dönemimden çok da farklı değildi gidişat. O parlak inanç hep vardı.
Derken ülkenin siyasi renginin değişmesiyle, toplumda tuhaf bir grileşme başladı. Ayan beyan ortada olan 17-25 Aralık rezaletleri, sınav sorulanının çalınabilirliği, mülakatlarda aslolanın liyakattan uzaklaşıp partizanlığa dönüşleri, çareyi ülkeyi terk etmekte gören (özellikle tıp çevreleri) aydın kesim ve bittabi ki daha binlerce çöküşe götüren insanlık utancı olabilecek rezaletlerle gençlerin umutları renklerini yitirmeye başladı.
Evet evet, onlar da ülkeyi terk edebilir, dışarıda umut arayabilirlerdi belki ama bu ülkede alacakları üniversite eğitimine güvenleri yoktu ki. Çünkü ülkenin yüz akı olan üniversitelerin başına kasaptan bozma, kabzımaldan hallice tipler rektör diye dikiliyor, ağır ve hurafeye dayalı din baskısı her yerde hissediliyordu.
Ve zamanla çocukların çehreleri değişti. O parlak bakışların yerine donuk gözler geldi. O hayal ırmakları yerine kurak çöller peydahlandı. Artık gelecek umutları tükenmiş, içinde sınava hazırlık test kitaplarını taşıdığı çantanın yüküne, ülkenin “bahtı karasından” yorgunluklar eklenmişti.
Daha dün sohbet etmeye çalıştım biriyle. Yılgın, bitik, tükenmiş bir ruh hali içindeydi. Ne olacaktı ki kazansa bile? Ne değişecekti? Ne yapabilecekti? Ne öğrenebilecekti? Kanalizasyon çukuruna düşmüştü, üstelik oradan çıkmak çabası yerine orada olmayı kabullenmişti.
Hayal pınarları şurada dursun, gençlik pınarları kurumuştu gencin.
Derhal köklü bir iyileşmeye, umuda, değişime ihtiyaç var, derhal!
Çocuklar çöpe gidiyor… Ve lastik çizmeden umut yaratmış biz yaştakilerin çok canı yanıyor. Bizden sonra canı yanacak kimse de kalmayacak. Ve çocuklar çöpte olmanın kader olduğuna inanacaklar. Vazgeçtim memleketten, insanımıza yazık oluyor.
paylaşmanız için