
Bir haber çıktı. Eşi ve kendisi ayrı evlerde yaşıyorlarmış ve birbirlerine bir sırt çantası ile gidip geliyorlarmış. Haber ne kadar doğru bilmiyorum ama duyduğum an “İşte bu!” dedim. İşte bu!
EMİNE SUPÇİN
Gerim gerim gerildiğimiz şu günlerde “Biraz sevişelim,” demek istiyorum. 🙂
İlk kitabım Hiç’te “Biliyorum size tuhaf gelecek ama evliliklerdeki heyecanı korumanın bir yolu da ayrı yataklarda yatmaktır,” demiştim ve elbette sözümün hala arkasındayım. Açıklamamı ise tamamen doğanın kanunlarından yola çıkarak yapıyordum: Birbirinden farklı iki cismin çekim süresi, birbirlerindeki elektron dengesi eşitleninceye kadardır. Yani elektrostatik çekim kuvveti. Tensel çekicilik, iki beden arasındaki dengelenmemiş elektron yükünden ibaret. Artı eksi yükler konusunu anımsayacaksınız. İşte o negatif-pozitif yükler birbirine çekilmeyi getirir, birbirine dokunma arzusu yaratır ve dokunmalar arttıkça vücut kimyası gereği elektron alışverişi de dengeye ulaşarak nötrlenme meydana gelir. Artık çekicilik biter. Sevişsin ya da sevişmesin, her gece aynı yatakta sürekli birbirine sürtünen vücutlar bir süre sonra halk arasındaki o deyimsel devinime ulaşır. Neydi o deyim? İlkin cancana, sonra yanyana, derken götgöte, nihayet git öte. Bu! (Sözcüğü sansürlemedim çünkü içindeki çocuksu masumiyeti kaybetmesin istedim.)
Aradaki cinsel çekimin yok olmaması, sevişmenin o kendine has ikinin tekliğine götüren asilliğine gölge düşmemesi için yataklar ayrı olmalı demiştim. (Şu ülkemizin sevişme kabızlığına da değineceğim bir ara.) Fakat özünde içimden geçen, evlerin de ayrı olmasıydı. Elbette “çocuk” denen o muhteşem varlığın gerçekliği bunu dememe engel olmuştu. Öyle ya, her evlenen çocuksuz yaşayacak değil. O benim kafamın çatlaklığı sadece ve sadece beni ilgilendiriyor. Eğer çocuk düşünülmüyorsa bırak yatakların ayrı olmasını, evler ayrı olsa yeğdir bana göre. (Biraz daha abartıp, şehirler de ayrı olsun dermişim. Hay bin çatlak! 🙂 ) Çünkü ölünce bir tabutu kaplayacak kadar minik bir bedene sahip olsak da yaşarken dünyalara sığmayacak hayal ve düşün dünyasıyla geziniyoruz.
Asalak bir tip değilseniz; birinin omzuna ihtiyacınız yoksa, kendi ayaklarınız üzerinde durabilen ve kelimenin tam anlamıyla birey olabilmişseniz kendinize ait bir dünyanız vardır. O dünyanın tüm börtü böceği, ağacı çiçeği ile ilgilenebilmeniz (yani kendinizi besleyebilmeniz) için kendinize ait bir alan ve zamana ihtiyaç duyarsınız. Buna bireyin özgürlük alanı desek yanlış olmaz kanısındayım. Neredeyse ilkel kabile mantığı ile yaşadığımız için olsa gerek, bırak bireysel özgürlük alanlarını, toplumsal özgürlüğümüz bile yok.
Nereden icap etti bu anlatım? Geldi bahar, gevşedi yaylar mı? 🙂 Tabi ki hayır. Hani öyle olsa, onu da yazardım. Fakat bizim buralardan kış gitmedi ki, gevşesin yaylarımız. Hala tir tir titriyoruz.
Uzatmayayım, konunun suçlusu Fazıl Say. Dünyaca ünlü, dokunduğu her notaya hayat veren müzisyenimiz. Bir haber çıktı. Eşi ve kendisi ayrı evlerde yaşıyorlarmış ve birbirlerine bir sırt çantası ile gidip geliyorlarmış. Haber ne kadar doğru bilmiyorum ama duyduğum an “İşte bu!” dedim. İşte bu! Kendi özgürlük alanlarına sonuna kadar saygılı, bir araya geldiklerinde fikir-sanat-edim alanında paylaştıklarına değer veren, bir araya geldiklerinde ruhsal-bedensel-düşünsel noktalarda tamamen birbirine odaklanan iki yetişkin ve yetkin insan. Eşofmanlarını çekip elinde kumanda ile uyuyakalan ve bu görüntüsü ile mide bulantısı yaratmayan iki insan. Tebrik ediyorum onları.
Ve neymiş? Fazıl Say ve eşi yeni bir tartışma konusu olmuş? Neden? Çünkü ilkel kabile üyelerinin kafası basmamış bu yaşam tarzına. Basmaz elbette. Onlar ki, aynı evin içinde, aynı yatakta sürekli dip dibe, sürekli vıcık vıcık, boğucu, kusturucu ilişkiler yumağında yaşıyorlar. Yedi göbek sülale, birbirinin sürekli içinde, kısır tartışma ve kıskançlıklarda iğdiş edilmiş akrabalık bağları, ikiyüzlü, sıradan ve sırnaşık ilişkiler yumağı içindeler. Ha, elbette küçük bir azınlığı istisna kabul etmekte yarar var. Aktardıklarımdan, aynı yatakta yatan herkesin ilişkisi berbattır gibi bir anlam çıkmamalı. Değildir. Birbirine saygıda kusur etmeyen, ilişkiyi aşağılamayan (Ne demek istiyorum? Onu da anlatacağım bir ara) tam tersine birbirine değer katan ve özellikle birbirlerinin ilgi ve isteklerine karşı duyarlı olan çiftler, değil aynı yatakta, vücutları sürekli iple bağlı olsa bile aralarındaki çekimi kaybetmezler.
Dikkat ettiniz mi? İşin doğasında, doğallığa ve varlığa saygı var. Mesele aşk değil, aşka saygı. Mesele sevişmek değil, sevişmeye saygı. İlişkileri pornografiye düşürmemek mesele. Hem de tüm ilişkileri.
Sevişme kabızlığı meselesini ve ilişkiyi aşağılama konusunu başka bir yazılarda ele alalım artık. 🙂
Bahar geldi; sevişmek vacip, sevişmeye saygı farz olsun.
PAYLAŞMANIZ İÇİN