BİR KEDİNİN PORTRESİ… Luna adında bir tekir

ABD’ye yerleşen bakıcısı onu bana bıraktığında iki yaşındaydı. Geldiği gün itibariyle evin düzenini bozdu. Onunla kurulan yeni düzen çok daha eğlenceli oldu. Kazak dolabımda uyumayı seviyor. Suyu musluktan içiyor ve ikimiz de kuşları çok seviyoruz.

NEŞE MESUTOĞLU

İki kedim var. Pala ve Luna. Pala ilk kedimiz. Siyah ve beyaz renklerde olan Smokin kedisi. İki yıl boyunca son derece mutluydu. Sonra bir gün kapı çalındı. Başka bir kediyi bırakıp gittiler.

Luna bir tekir. Şu an 7 yaşında ve beş yıldır bizimle. Esasen başlangıçta sadece bir misafirdi. Sahibi ABD’ye yerleşme kararı almıştı. İki yaşını geçmişti ve solunum yollarından hasta olduğu için ona hiçbir yer bulunamamıştı. Her hâlükârda sokağa bırakılacaktı. Sadece yeni yer bulana kadar ona vakit kazandırmak istemiştim. Ama geldiği gün onu heyecanla bekledim. Neden heyecanlandığıma kendim de şaşırmıştım, yeni ve güzel bir başlangıç olacağını hissetmiştim belki de. Evin düzenini bozacağı anlaşılan bu durum istenmedi ve bu kararım nedeniyle eleştirilere maruz kaldım. Evde istenmedi. Acil olarak ona bir yer bulmam beklendi.

Suyu musluktan içiyor. Musluğun otomatik çalıştığını sandığı için bazen sabahın üçünde dördünde başında beklediği oluyor.

Annesiz büyüdüğü için temizlik yapmayı bilmiyordu. Hastalığının da etkisiyle kötü kokuyordu. Açıkçası hiç iyi görünmüyordu. Sahibi birkaç günlük bebekken onu bir çöpte bulmuştu. Mucize eseri hayata tutunmuştu. O müthiş yaşama sevinciyle eve gelir gelmez salonun başköşesindeki koltuğun tepesine tünedi. Luna gelince Pala dolabın üstüne çıktı ve oradan ona hırlamaya başladı. Halen durum bu. Pala bir şeylerin üzerine çıkıp, o yaklaştığı zaman hırlamaya devam ediyor.

Evde curcuna hiç bitmiyor

O ilk gün Luna, hemen Pala’nın yakınına gitti. Ona bir şeyler anlatmaya başladı. Uzun süre hiç susmadı. Aşağıdan Pala’ya bakarak belki 15 dakika boyunca hiç miyavlamadan özel bir dilde konuştu. Adeta onu ikna etmeye çalışıyordu. Ama Pala hiç taviz vermedi ve hırlamayı bırakmadı. Sonra Luna sustu ve birden kendini yere attı. Önce başı sonra, vücudu yere yığıldı. Yanına gidip kucağıma aldım. Sebze gibiydi, enerjisi bitmişti. Evinden kovulmuş, yeni yerinde arkadaşlığı reddedilmiş ve tüm ümidini kaybetmişti. Kendine gelene kadar kucağımdan indirmedim. Bu duygu dolu canla birbirimizi o an tanıdık ve bir bağ kurduk. Yalnız kalmayacağını anlamış olmalı. O günden sonra Pala’ya kızması için gerçek nedenler verdi. Onu kovalamaktan hala hiç vazgeçmiyor ve evde curcuna hiç kesilmiyor.

Sonraki iki ay Luna’nın misafir olduğunu düşünmeye devam ettim. Bir iki yer buldum ama iyi bakacaklarına kani olmadığım için götüremedim. Çünkü iyi bir bakımdan geçmesi gerekiyordu.

Solunum yollarındaki problem için 10 gün boyunca veterinere gittik, her gün iğne oldu. Luna bu süreçte dokuz gün boyunca iş birliği yaptı. Gayet uysal bir şekilde kutusuna girdi. Veterinere giderken yolda hiç sesini çıkarmadı. Ancak onuncu günden itibaren başlayarak bugüne kadar o kutuya girmesi gerektiğinde büyük bir kovalamaca yaşıyoruz.

Hapşırık silahı

O tedavi faydalı olsa da hastalığını bitirmedi. Sonra ağızdan başka bir antibiyotik tedavisi uyguladık. Hemen her kış bu tedaviyi yineledik. Bugün artık hapşırıkları yok denecek kadar az. Pala’yı izleyerek temizlik yapmayı öğrendiği için – ki başlangıçta oldukça amatörceydi- şimdi mis gibi kokuyor. Sabahları erken kalkmadığımız günlerde bir silah olarak kullandığı hapşırıklarından kurtulduğumuza çok mutluyum ama burnundan baloncuk çıktığı zamanları özlüyorum. Hoşlanmadığımızı anladığı hapşırıkları onun için bir koz olmuştu. Uyurken kaldırmak için tam yüzümüzün dibine yaklaşıyor ve hapşırıyordu. Sabahın beşinde, altısında çığlık çığlığa yüz yıkamaya koşmak hiç de zevkli olmuyordu. Neyse ki bir ara Pala’ya da bulaştırdığı bu hastalıktan kurtuldu ve o alışkanlığını unuttu.

İlginç huyları var

  • Luna’nın arka patilerinden biri, soldaki, sararmış durumda. Annesiz büyümenin getirdiği içgüdüsel bir özlemle her gün bu ayağını emiyor. Başta bundan utanıyordu. Kapı arkasında saklanarak yapıyordu ya da yalnız kaldığı zamanları seçiyordu. Bugün hala bu huyundan vazgeçmiyor. Ona bakan varsa duruyor ama artık eskisi kadar utangaçlık hissetmiyor.
  • Kazak dolabımda uyumayı seviyor. Ama önce orada kendine rahat bir yer açmak için kıyafetlerimi tek tek aşağı atıyor.
  • Arabayla yolculuk iki saate yaklaştığı zaman midesi rahatsızlanıyor ve istifra ediyor. Muhakkak yolda durup bir temizlik yapmak gerekiyor.
  • Yemek seçmiyor. Ev kedisi olarak hiç açlık çekmediği için olsa gerek, önceliği hiçbir zaman yemekler olmadı. Yalnız bazen mutfakta uzun süre beklediği zaman fark ediyorum ki ortalık tereyağı kokuyor. Tereyağını seviyor. Fındık kadar bir parça onu doyurmaya yetiyor.
  • Suyu musluktan içiyor. Musluğun otomatik çalıştığını sandığı için bazen sabahın üçünde dördünde başında beklediği oluyor. Sensörlü kedi musluğu aldık ama kullanmıyor. Çok zorda kalırsa bardaktan içiyor fakat önce bir pati atıyor içine. O patiyi yalayıp bir kontrol ediyor. Pek memnun kalmıyor bu durumdan.
  • Onunla bir ortak noktamız var. İkimiz de kuşları çok seviyoruz. Bir defasında bir elektrik teline dizilmiş kuşların verdiği konseri dalmış dinliyordum. Şahane bir senfoniydi. Birden bir iç geçirme sesi duydum. Bir baktım Luna, yanıma oturmuş kuşları seyrediyor. Muhtemelen ne kadar lezzetli olduklarını düşünüyordu.
  • Maalesef iyi bir avcı. Eve ilk defa bir yılan yavrusu getirdiğinde aklım uçtu. Neyse ki Selami Usta yakınlardaydı gelip yılanı bir küreğe koydu ve uzağa götürdü. Sonra alıştım. Yeni bir yılan yavrusu getirdiğinde hemen uzun saplı süpürgeyle bir faraşa koyup dışarı atıyordum. Bir defa da bir ibibik kuşunu elinden kurtardım. Avına müdahale edildiğinde müthiş kırılıyor ve uzun süre küsüyor. Onun için artık öğrendi, yakaladıklarını getirmiyor. Eve yalanarak geldiği günler durum anlaşılıyor.
  • Plastik yemeyi seviyor. Crocs ve Birkenstock terlikleri favorisi. Ortalıkta bulursa kırtlamaya başlıyor. Bu markalar dışında farklı plastikleri de yiyor tabii. Silgiyi kalem kutusundan çıkarıp kaçırmak, üzerinde ısırık izleri bırakmak da ilgi alanı içinde yer alıyor. Uzun süre sesi çıkmadıysa onu bir plastik parçasını yerken bulmak mümkün.
  • Her gün muhakkak şefkat kucaklaşmamız var. Omuzuma kafasını koyuyor, mutluluk işaretini veriyor yani gidene kadar mırlıyor.
  • Damağında siyah bir iz var. Bu izi taşıyan kedilere “Müezza” denirmiş. Hz. Muhammed’in kedisi Müezza’nın soyundan geldiklerine ve şans getirdiklerine inanılırmış. Şansı bilmem ama neşe getirdiği kesin.

O bir şifacı…

Pek çok kişinin kedisi için hissettiğinin aksine benim için Luna evin çocuğu değil. Onun sahibi olduğumu da düşünmüyorum. O bir arkadaş ve hatta yardımcı.

Bir defa da bir ibibik kuşunu elinden kurtardım. Avına müdahale edildiğinde müthiş kırılıyor ve uzun süre küsüyor.

Hayatı hafifletiyor. Aurasına girdiğimiz an günlük sıkıntılar ve stres dışarıda kalıyor. Onunla yaşam eğlenceli ve rahatlatıcı. Halsiz olduğumda, canım yandığında, moralim bozuk olduğunda koşarak geliyor, yanımda oturarak bana destek veriyor. Eve geldiğimde kapıda karşılıyor. Şefkati ve oyunculuğuyla evimize pozitif bir enerji getiriyor.

Luna her zaman mutlu bir ruh hali taşıyor. Sevecen, her şeyin hakkını veren renkli bir kişiliği var. Her an araştırmacı, her an bir şeylerin peşinde. Fevkalade bir sataşmacı olarak hep bir yaramazlık konusu buluyor, anda kalmamızı sağlıyor ve hemen her gün bir kahkaha armağan ediyor.

PAYLAŞMAK İÇİN TIKLAYINIZ:)