Okumasın daha iyi!

EMİNE SUPÇİN

Araç tamirhanelerini bilenler bilir fakat yolu hiç o tarafa düşmemiş olanlar için şunu söylemeliyim: Genelde erkek egemen çalışma ortamlarıdır. Orada kimse sizi takım elbise kravatla karşılamaz. Hatta elinde yüzünde yağ lekesi yoksa şaşırmalısınız. Ustası da aynıdır, çırağı da. Çırağın tek farkı azarlanabilir olmasıdır. Ustasının gözünün içine bakıyorsa o iyi bir çıraktır. Parça almaya gönderildiği yerden beş saatte geliyorsa beş para etmez ve fazla da dayanmaz zaten dükkanda. Olmuyor bundan denip gönderilir.

Cem Karaca bu dünyadan göçüp gitti ama bıraktığı Tamirci Çırağı şarkısı da şarkının teması da aynen duruyor tamirhanelerde.  Çıraklar ve onların üstüne bulaşan bir parça gres yağı, bir parça fren yağı, azıcık benzin, birazcık mazot üstüne ek olarak “Anasını sattığımın dünyası” başlığı altında toplanabilecek gün yüzü görmemiş pek çok küfür…

Antin kuntin arabalara olan merakım yüzünden benim de yolum arada düşer tamirhanelere. (Benzetme kardeşime ait.) Geçenlerde yan aynası kırıldı ve komple değiştirtmek pahalıya mâl olacağı için servise vermek yerine, işin ustasına gittim. Söktü aynayı, tamirhanenin bir köşesine iliştirilmiş bir masa, bir makam koltuğu ve bir de misafir koltuğu olan bölgeye geçti.

“Buyurun oturun,” dedikten sonra “Çay alır mısınız?” teklifinde bulundu.

“Ben ısmarlayacaksam olur,” dedim.

“Ismarlayamazsınız çünkü biz çayımızı kendimiz demliyoruz,” deyip gülümsedi ve çalışanların hepsinden ve ortamın da kendisinden çok daha temiz bir şekilde duvardaki panoya inci gibi dizilmiş aletlerden birini alıp aynanın başına geçerek çırağına seslendi.

“Oğlum çay koy bize.”

Genişçe bir alan. İçeride iki sıra halinde arka arkasına sıralanmış dört araç var. Kiminin tamiri bitmiş, kiminin gövdesi açık, ameliyatı devam ediyor. Tamirci konuşkan biri çıktı. Benim de düşüktür çenem ve severim farklı dünyaların insanları tanımayı. Bir yandan ellerinin tüm mahareti ile aynayı söküyor, bir yandan da servislerle tamirhanelerin farkını anlatıyordu. Öyle. Farklıdır iki mekan. Servisler her zaman daha tedbirlidir mesela. Bir parçası azıcık hasar görmüşse, parçayı komple değiştirmeyi önerir. Zira o parçayı da kendileri satmaktadır zaten.

Oradan buradan derken konu önce usta-çırak ilişkisine ardından çoluk çocuğa kadar geldi. Bir yandan konuşuyor bir yandan elindeki işi yapıyordu.

“Kullandığı aleti temizleyip yerine koymayan çıraktan usta olmaz,” diyerek girdi söze. “Geçenlerde gençten bir çocuk geldi. Yüksekokul mezunuymuş. Ne tornavida tutmayı biliyor ne de bir cıvata sökmeyi. Bazı şeyler okulda öğrenilmiyor.”

“Haklısınız,” dedim. “Hele bizim ülkemizde atölye çalışmaları, laboratuvar ortamları pek yetersiz.”

“Okulda çocuklara aletlerin resimlerini gösteriyorlarmış. Olmadı video izliyorlarmış. Öyle olur mu allah aşkına? Çocuk tutacak tornavidayı, eline alacak, sökecek takacak. Bir de yaşken eğilecek ağaç. Kazık kadar olmuş herifin eline hangi aleti verirsen ver, sonradan öğrenemiyor. Küçük yaştan öğreteceksin.” Ardından kendi ustasını ve çıraklık dönemini anlattı. Öğrenmek isteyen insanın tavrı ile öğrenmeye meyli olmayanın (yani iç motivasyon) farklarını dile getirdi. Biri sarmaşık gibi olur her yeri merak eder hızla sararmış ortamı, diğeri mezarlık çamı gibi dururmuş öylece. Kaybetmezsek bulduk dedim kendi kendime. O benzetmeler filan nasıl cuk oturuyordu öyle.

Adam kaporta ustası değil, eğitim uzmanı çıktı, iyi mi?

“Sizin var mı çoluk çocuk?” dedim. Bakalım o nasıl bir yol çiziyor çocuklarına diye merak ettiğim için açtım konuyu.

“Bir oğlum bir kızım var. Oğlanı kuaför yapacağım. Çıraklık eğitime gidiyor,” dedi. Ve aklıma gelen şüpheyi bertaraf etmek için hemen ardından devam etti.

“LGS sınavında iyi de puan aldı. Girerdi iyi bir liseye ama okumasını istemiyorum.”

“Neden öyle dediniz? Neden okumasın diyorsunuz? Bence yazık etmişsiniz,” diyecek oldum ki hemen açıklamasını yaptı.

“Günümüzde okuyana yazık oluyor.”

“Demeyin öyle. Olur mu hiç?”

“Olmaz mı hiç! Adam onca yıl okul okuyor, makine mühendisi oluyor diyelim, ömrü hayatında makine görmemiş. Onca yıl okuyor, diyelim işletme mezunu, işletme nedir bilmiyor. Gelmiş 22-24 yaşına. O saatten sonra ne yapacak o çocuk? Adı işsiz…”

Yutkundum…

Çocuklar okutulmasın diyen bir insanın karşısında, bin yıldır okumanın önemini meşale edinmiş biri olarak bir süre sessiz kaldım. O kendince sebepleri gereği inandığı konuda konuşmaya devam ediyordu.

“Düzeltilecek çok şey var eğitim sistemimizde, şu durumda siz haklısınız,” diye gevelerken ben, o aynayı bitirdi ve taktı yerine.

Kırık plastik parçalarını bile ustalıkla kaynatmış ve yepyeni alınmış gibi monte etmişti arabaya. İşte ustalık dediğin buydu. Bizim eğitim sistemimizin de sağlam bir tamire ihtiyacı var. Üstelik zor değil, üstelik mahir ustalarımız da var. İş ki tamir etmek isteyelim.