27 Mayıs Devrimi’ne yazılan şiirlerin bugün de sımsıcak ve taptaze oluşlarında şairlerin duyarlılıklarının içtenliği, hayatın içinde yer alışlarının boyutları kadar, bugün yaşadıklarımıza karşılık gelmelerinin de etkisi var.
MECİT ÜNAL
“Üç anayasa
Ortasında büyüdün” diyordu Cemal Süreya, “Kısa Türkiye Tarihi” şiirinin ikinci bölümünde;
“Biri akasya
Biri gül
Biri Zakkum”.
“Akasya”da betimlenen 1924 Anayasası’ydı.
“Zakkum” birçok maddesi değiştirilmiş olmasına karşın hala yürürlükte olan 1982 Anayasası.
“Gül” ise 27 Mayıs’ın getirdiği 1961 Anayasası’dır.
60 yaşındaki 61 Anayasası mülga olalı neredeyse 40 yıla yaklaştı. Onun bıraktığı boşluğun hacmi her geçen gün büyümekte olsa da artık özlenen, istenen ve gereken 1961 Anayasası’nın da ilerisinde, bugün henüz hangisi olacağını bilmediğimiz bir başka ağacın ya da çiçeğin; narın, incirin, zeytinin veya çınarın; çiğdemin, karanfilin, nergisin belki de Ceyhun Atuf Kansu’nun şiirindeki gibi ulusal bir imecede imgeselleşecek bambaşka bir anayasadır.
555 K: “5’inci ayın 5’inci günü saat 5’te Kızılay’da”
Savaşlar ve devrimler gibi büyük toplumsal altüst oluşların sanat ve edebiyata, özellikle de şiire yansımaması, onu etkilememesi düşünülemez. 27 Mayıs Devrimi de şiire yansıyan, hatta şiirimize yeni bir açılım kazandıran altüst oluşlardan biridir. 27 Mayıs’tan sonra toplumumuzun önünü tıkayan birçok şey gibi şiirin de önü açılmış, İkinci Yeni’nin kapalı, içedönük şiir anlayışının yerini, başta Nâzım Hikmet’in şiirleri olmak üzere yasaklı pek çok ilerici-devrimci şairin şiirinin yayımlanma olanaklarına kavuşmasıyla, 60’lı yılların devrimci şiirine bırakmıştır.
Bu yansımayı Cemal Süreya’nın nedense kitaplarına almadığı müthiş şiiri “555 K”dan da izleyebiliyoruz.
O günlerde, Ankara’da yedeksubaylığını yapmakta olan Cemal Süreya’nın şiiri, bu devrimcileşmenin öncüllerinden biridir.
“555 K”, Bursa’da ipek çeken kızların “bir karasevda halinde” söyledikleri ezgiyle başlar:
“Görmeğe alıştığımız nice yazlar
Kimleri alıp götürdüler ama kimleri
Karanfil bıyıklı genç teğmenleri
Ak saçlı profesörleri, öğrencileri
Adları şuramıza işlemektedir
Ah dayanmaz dayanmaz bakmaya gözler
Bir karasevda halinde söylemektedir
Şimdi Bursa’da ipek çeken kızlar”…
“555 K”, 28 Nisan 1960 günü İstanbul’da Beyazıt Meydanı’ndaki bir gösteride üniversite öğrencisi Turan Emeksiz’in polis kurşunuyla öldürülmesi üzerine Ankara’da gerçekleştirilen protesto gösterisinin parolasıdır: “5’inci ayın 5’inci günü saat 5’te Kızılay’da”. Cemal Süreya, bu eylemi “999. Gün/Üstü Kalsın”da ayrıntılarıyla anlatır.
Cemal Süreya, 27 Mayıs öncesi günlerin havasını anlatan “555 K”yı eylemden kısa bir süre sonra yazmış ve Papirüs dergisinin Ağustos sayısında yayımlamıştır.
“Bir başka günlerdi” diyor, “Birbirini tanımayan iki kişi sokakta karşılaşsa, oracıkta durum değerlendirmesi yapıyor; general, yedek teğmene içini döküyordu. Karşı gösteriler yapan ayrı bir gençlik de yoktu. Özellikle Ankara’da, herkes bir bütün halinde birleşmiş gibiydi.
Küçük bir olayın toplumsal planda kökü varsa, birden nasıl büyüyebileceğini gördüm o gün.” (999. Gün/Üstü Kalsın, Broy Yayınları, 782. gün).
Cemal Süreya, 27 Mayıs’a ve onun getirdiği özgürlüklere başka şiirlerinde de yer vermiştir. O şiirlerden biri, yazının başında değindiğim “Kısa Türkiye Tarihi” şiirinin ikinci bölümüdür.
Kahrın karanlığı içinde katmer katmer açan, hürriyet ve aydınlık getiren gül.
27 Mayıs’ı “gül” ile imleyen salt Cemal Süreya değil. Necati Cumalı’da “1960 Devrim şehitlerinin anısına” ithaf ettiği “Bir Gül Açıyorsa” başlıklı şiirinde benzer imgeyi kullanır.
“Bir gül açıyorsa şimdi Türkiye’de
Aşkla ümitle açıyor
Adsız unutulmuş her bahçede
Bir gül tomurcuklanıyorsa
Sabaha karşı gecede
Açmak için tomurcuklanıyor
Aşkla ümitle
Sevinçle yaşamak için tomurcuklanıyor”.
Necati Cumalı, şiirde, akan kanın, dökülen yaşın hem de çeşit çeşit binlerce güle dönüşünü anlatır. …
Cumalı’nın gül imgesini yoğun kullanması mevsimle de ilgili. Mayıs, gül mevsimidir. Şairin, zamanında bin bir çeşit gül üretmiş bir toplumun şiir geleneğinin temel motiflerinden biri olan bu imgeyi, o mevsimde gerçekleşen bir devrim için kullanmaması düşünülemez. Cemal Süreya’nın 27 Mayıs Anayasası’nı gül imgesine bürümesi de yine mevsimle ilgili. Nâzım Hikmet ise, Beyazıt Meydanı’ndaki Ölü” şiirinde karanfil imgesini kullanır. Şiirlerde kullanılan tüm bu açan çiçek imgeleri, kötüden iyiye, karanlıktan aydınlığa, baskı ve zulümden özgürlüğe geçişi anlatmaktadır. Necati Cumalı’nın şiirindeki güller de, kanın ve gözyaşının aktığı yerde, kahrın karanlığı içinde katmer katmer açmakta, ışık, aydınlık ve hürriyet getirmektedir.
“Altayları yarıp geçen kurt”, yeni bir çağın başlangıcı…
Fazıl Hüsnü Dağlarca ise 27 Mayıs’ı “kurt” motifiyle güçlendirerek Ergenekon’dan çıkışla özdeşleştiriyor:
“Ordular günaydın
Yine Altayları yarıp geçmiş kurdumuz.
Yeryüzünde, Tanrının kutsal düzlüğünde
Yüzbinlerce yüzbinlerce yüzbinlerce şehidin
istediği yerden,
Dalgalanır bayrak yurdumuz.”
Dağlarca’nın, şiirin odağına yerleştirdiği ordu imgesi, bu motifle iç içe ve hiçbir dolambaca gerek görmüyor. “Ordular, gücü topluluğun,” diyor Fazıl Hüsnü, “Ordular toprağımızın çiçeği”. Kazandırdığı anlam bu kadarla da kalmıyor; “Ordular yapar geleceği” diyor bilge bir görüşle, “Ordular, ulusların usudur”.
Fazıl Hüsnü’nün sözünü ettiği ordu(lar), padişahların, diktatörlerin değil, milletin ordusudur. Milletle birleşmiş bir ordu! Ancak bir devrimle kurulan, milli ordu! Şiiri günaydın’la başlatması da bu yüzden. Komşunun komşuya, öğretmenin öğrenciye, ustanın çırağa günaydın demesi gibi geniş, ferah ve neşeli bir gülüşle…
Askeri bir müdahale olmasına karşın, tıpkı 1908 devriminde olduğu gibi, halk tarafından şenliklerle karşılanan 27 Mayıs’a övücü şiirler yazılmasında, arkasındaki açık halk desteği yanında niteliğinin de büyük bir etkisi vardır. Bayar-Menderes diktatörlüğü zulmünün gemi azıya aldığı, her türlü karşıt görüşü bastırdığı, şairleri, yazarları, gazetecileri, üniversite hocalarını tutukladığı günlerde gençlik eylemleriyle başlayan 27 Mayıs, bir devrimdir çünkü; ordu-millet beraberliğinin ürünüdür. Aydınlardan bu denli yoğun destek görmesi ve “hürriyet”le özdeşleştirilmesi de bu nedenledir zaten. 27 Mayıs, birçok aydına göre yeni bir çağın başlangıcıdır aynı zamanda. Ergenekon’dan çıkıştır.
Fazıl Hüsnü’ye “ordular günaydın” dedirten bir yanıyla da budur; geceden sabaha, karanlıktan aydınlığa çıkış…
Turan Emeksiz’e Nâzım Hikmet’in şiirden yaptığı mezar taşı
27 Mayıs için yazılmış şiirlerin en bilinenleri, Turan Emeksiz’e yazılan ağıt-şiirlerden Nâzım Hikmet’in “Beyazıt Meydanı’ndaki Ölü” başlıklı şiiri ile Enver Gökçe’nin “Turan Emeksiz” adlı şiirleridir. Nâzım Hikmet’in “Hürriyet Kavgası” adlı şiirinde ise, Turan Emeksiz, kitapları, türküleri ve bayraklarıyla gelenlerle birlikte Şahmeran’ın mağarasını yıkan adsız bir şehittir.
“Beyazıt Meydanı’ndaki Ölü” şiiri, sürgündeki şairin radyo ve gazetelerden izlediği olayları o kadar uzaktan bakmakla bile nasıl bu denli yerli yerine oturtabildiğinin, 27 Mayıs’a nasıl baktığının ipuçlarını vermektedir. Soyut bir “şair duyarlığı”yla açıklayamayacağımız bu durum, ömrünün uzun yıllarını bu uğurda hapiste ve sürgünde geçirmiş Nâzım Hikmet’in bilimsel sosyalist dünya görüşünün bir sonucudur. “Beyazıt Meydanı’ndaki Ölü” şiiri, gündüzleri güneşle, geceleri yıldızların altında yatan, rüyası başlamadan biten on dokuz yaşındaki delikanlıya, Nâzım Hikmet’in şiirden yaptığı bir mezar taşıdır:
“Bir ölü yatacak
Toprağa şıp şıp damlayacak kanı
Silâhlı milletim hürriyet türküleriyle gelip
Zaptedene kadar
Büyük meydanı.”
İşte bu nedenle “Hürriyet Kavgası” şiirinde “daha gün o gün değil” demektedir koca şair, “derlenip dürülmesin bayraklar…”
“Yine kitapları/Türküleriyle geldiler/Dalga dalga aydınlık oldular/Yürüdüler karanlığın üstüne/Meydanları zaptettiler yine” sözleriyle başlayan marş havasındaki “Hürriyet Kavgası” şiiri, bir yandan da, aslında, çok önemli bir uyarıda bulunmaktadır. Karanlığın üstüne yürünmüş, meydanlar zaptedilmiştir ama, henüz her şey bitmiş değildir, çakallar hala ulumaktadır…
12 Mart ve 12 Eylül, şairin öngörüsünü doğrulamış, uyarısını haklı çıkarmıştır. Timur Selçuk’un marş biçiminde bestelediği şiirin asıl vurgusu bu yüzden sonda, faşizme karşı yürütülen hürriyet kavgasınadır.
Timur Selçuk’un bestesi, şiire dal budak kazandırmıştır.
Enver Gökçe’nin Turan Emeksiz uğurlaması
Enver Gökçe, “Turan Emeksiz” adlı şiirine, “Bir yürüyüş eylediler sabahtan/Ilgıt ılgıt kan gider loy loy!” dizeleriyle başlar. Şiir, bir halk türküsünün verdiği esinle devam şöyle eder:
“Dayan dizlerim dayan!
Ağla gözlerim ağla
Namlu puşt olmuş, at ayağı puşt.
Yine düşman elindeydi vatan
Bir oğul çıktı Malatya’dan
Anası Yılmaz çağırırdı
Haram süt emmemişti anadan.
Ve Beyazıt derler bir büyük alan
Düşman sarmıştı sağı solu
Düşman çok, cephane yoktu
Yetişmemişti daha Cemal Paşa kolu
Amandı el aman!”
Halk şiirinden motiflerle destansı bir anlatım kuran Enver Gökçe, Turan Emeksiz’i yine bir halk ezgisinin sözleriyle uğurlamaktadır:
“Başı daralınca Yılmaz’ın
Baktı atacak taşı yoktu
Baktı eli durmuş, ayağı durmuştu
Vurulmuştu.
Çıkardı yüreğini kan içinde
Çarptı kötünün kafasına
Hay bu nasıl devran?
28
Nisandı
Yavri
Hey!
Ham
Meyvayı
Kopardılar
Dalından”.
Tekalif-i Milliye’den 27 Mayıs’a üç “ulusal imece”
27 Mayıs’a şiir yazanlardan bir başka şair de Ceyhun Atuf Kansu.
Kansu 27 Mayıs’ı “imece” kavramında imgeleştiriyor. “Ulusal İmece” başlıklı şiirinde 1921’den 1961’e 40 yıllık süreçte üç imeceden söz ediyor.
Birinci imece, 1921’in Tekalif-i Milliye imecesidir; Sakarya Meydan Muharebesi’yle düşmanın Anadolu’nun bağrından sökülüp atılmasının yolunu açmıştır. İkinci imece, 1941’in eğitim imecesi; yani Eğitmen Kursları ve Köy Enstitüleri. Üçüncü imece ise 27 Mayıs’la başlayan 1961 Anayasası’nda anlam kazanan özgürlük ve adalet imecesidir; şairin deyimiyle “son imece”.
Gerçekten de son imecedir bu.
Şiirin tamamı şöyle:
“Ulusal İmece
Ne varsa güzel hepsi de imece
Biri yirmi iki gün yirmi iki gece
Bağımsızlık imecesi bozkırlar ortasında
Bin dokuz yüz yirmi birde.
Askerlere çarık diker Kırşehir kavafları
Çankırı çarşısında demirciler kılık döver
Verir uzun yayla köylüsü
Atlarını Sakarya’da süvarilere.
Bir de eğitim imecesi
Bin dokuz yüz kırk birin acı kışı
Kepirtepe Pazarören Yıldızeli
Isınan yazılar köy çocuklarının elinde.
Alıp gelmişler en güzel geleceği
Erzurum Isparta’ya katmış el emeğini
Bir istasyonda durdun mu pırıl pırıl
Yanar Hasanoğlan’da elektrik ışıkları.
Sonra gençliğin imecesi
Kan karışmış ekine
Beyazıt Meydanı’nda
Özgürlük imecesi.
El ele en namuslu direnmede
Yıkmaya zulmün dağını
Karşı durup dayatmışlar
Bre Döndü, bre Musa üniversite köyünde.
Ne kalmışsa, ne kalacaksa gelir halkla
Bin dokuz yüz yirmi bir imecesi
Bin dokuz yüz kırk bir imecesi
Yirmi yıl geçende bir uğurlu yaz başı:
Bin dokuz yüz altmış bir: Anayasa
Halkımın çıplak ayaklarıyla basa basa
Toplumsal adalet toprağına varmışız
En güzel düzene evet diyerek!
Geldi hasat vakti, birleşmemiz gerek,
Başladı son imece,
Aydın, işçi, ırgat, harmanı savurmak,
Kardeş Ağustosunda, halkın toplumsal adalet imecesi”.
27 Mayıs Devrimi, Turan emeksiz’in kanının döküldüğü Beyazıt Meydanı’nı Hürriyet Meydanı yaptı
27 Mayıs devriminin verdiği esinle yazılan bu şiirlerin bugün de sımsıcak ve taptaze oluşlarında, şairlerin yeteneklilikleri ve hayatın içinde yer alışları kadar, bu şiirlerin, bugün yaşadığımız şeylere karşılık gelmelerinin de etkisi ve önemi vardır.
27 Mayıs Devrimi, Beyazıt Meydanı’nı Hürriyet Meydanı yaptı. “Hürriyet Şehitleri” Turan Emeksiz ile Ali İhsan Kalmaz’ın adını, okullara, sokaklara, caddelere, İstanbul’da Şehir Hatlarında çalışan vapurlara verdi. İstanbul Üniversitesi’nin yemekhanesi uzun yıllar “Turan Emeksiz” adıyla bilindi. Sonra bu isimler yavaş yavaş ve birer birer geri alındı. 12 Eylül cuntası, 27 Mayıs’ı bayram olmaktan çıkardı. Bizi yıllarca İstanbul’un bir yakasından öbür yakasına taşıyan “Turan Emeksiz” ile “Ali İhsan Kalmaz” adlı hürriyet vapurları da kaldırıldı seferden. Geçen zaman içinde eğer “jilet” yapılmadıysalar, halen çekildikleri iskelede çürümekteler.