42 yıl oldu… Korkuyorlardı onlara karşı koymamızdan tek bir sözcükle bile

Kalem de yasaktı kardeşim, kağıt da. Ancak geceleri çıkarabiliyorduk bir parça kağıtla kırık bir kurşun kalemi. Bundandır iyi anlaşılmıyorsa sözcüklerimiz. Okunaklı değilse, silinmişse, yarımsa ve birbirine karışıyorsa sesimiz.

MECİT ÜNAL

 

MILES DAVIS/MARCUS MILLER, MUSIK FROM SIESTA
Lost in Madrid part II/Wind, Lost in Madrid part IV
–gidenin ayrılık notu.

(Kalem de yasaktı kardeşim, kağıt da. Korkuyorlardı onlara karşı koymamızdan tek bir sözcükle bile. Tek bir sözcükle bile karşı konulabilir çünkü, bir kez yazılmış olan öylece kalır.

Ancak geceleri çıkarabiliyorduk bir parça kağıtla kırık bir kurşun kalemi.

Bundandır iyi anlaşılmıyorsa sözcüklerimiz. Okunaklı değilse, silinmişse, yarımsa ve birbirine karışıyorsa sesimiz.)

 

TANIŞMA

burda tutuyorlar bizi
bu yüksek tavanlı oda
bu kirli sarı ışık, bu kapı
bu demir bu duvar –yoruyor kalbimi
bunlar da pencereler
yıldızlara çıkıyorum
kesip her gece parmaklıkları

saksılarımız şurda duruyor
bir gömleğin kolağzına gizlenmişti fesleğenin tohumu
camgöbeği de güllere karışıp geldi geçen açık görüşte
her gün birimiz suluyoruz
sıraya koyduk
bunlar da çamaşır ipleri
eski çoraplardan büküyoruz

burası yatağım
dün gece kırları taşıdım sizin için
bulutlardan yastık yaptım yaslanasınız
istediğiniz kadar alın götürün
sizin için topladım bu deniz taşlarını
bu vapur düdüklerini de alın
bu martı seslerini de –cepleriniz var mı

biz şimdilik resimlerle yetiniyoruz
gazetelerden kesip yapıştırıyoruz şuralara buralara
arada kartpostal gönderiyor arkadaşlar
yüzlerini gönderiyorlar düşlerini umutlarını
                                     –bir mendil gibi özenle katlayarak
göz önünde bir yerlere asıyorum hepsini
gittiğim her yere götürüyorum –yüreğim gibi
yolların düş gezdiricisi diyorlar burda bana
yılların umutlar gezdiricisi

bunlar kitaplarım
bunlar da defterler –öğrendiklerimi yazıyorum,
                             bir türlü bitmiyor öğrenilecekler
o mu, ben bilmiyorum çalmasını ozanımızın sazı
yüreğimizin tellerine dokunuyor arada
söz verdi –hele şu iş bir bitsin
hürriyet meydanı’nda çalacak hepimize
sonra da hep birlikte
kıyılara ineceğiz, biz de söz verdik ona
uzak ülkelerden konukları gelecek de

senin adın yaprak olmalı –gözlerin ne kadar yeşil
seninki deniz –bir mavi ancak bu kadar derin
sen de çiğdem olmalısın –yoksa karıştırdım mı
vakit doldu, akşam oldu hadi gidin aramasın anneniz
bileğinizdeki mürekkep yüreğinize geçmesin
biz bir süre daha buradayız
sonra gene gelirsiniz çocuklar
size ay tutmayı öğretirim o zaman

 

bu mu…
yeşermiş dallarıyla
bir koltuk değneğinden başka
ne olabilir?

(REQIEM/Zamandışı-Sessizlik Saati’nden)