Bugün geldiği noktada dünya ekonomik sistemi


Yaşadığımız sosyo ekonomik durumu açık bir biçimde kavramak için 1830-1870 klasik ekonomi ve 1870-1929 yılları arasında yaşanan neoklasik iktisat düzenleri ile sonrasında izlenen Keynesyen sosyal barışçı liberal dönemi açık bir biçimde kavramak gerekiyor. Zira yaşadığımız ve Friedmancı neoliberal dönem bu dönemlerde yaşanan ekonomik olguların reaksiyoner bir sonucudur.

METİN CENGİZ

( DEVRİM DÜŞÜ, YİĞİTLİK VE DEVRİMCİ SİYASET
NESNEL DURUM 2)
Klasik iktisadi düzen ismi Marx tarafından Ricardo’num görüşleri eleştirilirken verilmiştir. En çok adı geçen ve tanınan teorisyenleri Adam Smith ve Ricardo olup bu dönemde izlenen ekonomik politikalar piyasanın görünmez bir el tarafından düzenlendiği görüşüyle tanımlanır.
Dönemin izlenen ve bu iki ve diğer klasik iktisatçılar tarafından savunulan ilkeler şöyleydi.
                1-Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler (laissez faire, laissez passer). Yani ekonomiye müdahale edilmemelidir.
                2-Devlet ekonomiye hiçbir biçimde müdahale etmemelidir.
                3-Arz ve talep yasaları her şeyi düzenler.
                4-Arzı ise fiyat mekanizmaları belirler.

Klasik iktisadi bakış ekonomik olgu ve olaylara toplumsal olaylar gibi bakar, sosyolojik bir bakıştır denebilir. Ancak içine girilen 1870 dünya ekonomik krizi ekonomide değişikliklere yol açınca iktisadi sisteme bakış da değişmiştir. Başlayan ekonomik sistem neo klasik sistem olarak adlandırılmıştır. Klasik kapitalist sistem 12. Yüzyıldan bu yana feodal sistem içinde, ticaret ve şehir yaşamının yoğunlaşması, paranın gelişmesi, ekim alanlarının genişlemesi, merkantilizmin yaygınlaşması, dünyevi yaşam biçiminin kilisenin etkinliğini kırması, aristokrasinin yönetemez duruma düşmesi ve eski yönetici sınıfın/aristokrasinin gücünü kaybetmesi gibi 600 yıl süren gelişmelerin sonucunda ortaya çıkmış ve hâkim siyasi ekonomik rejim olmuştur. Toplumsal yapıların çözülme ve değişim sürecidir. Bu yılların (1780-1870 yıllarının) devrimler çağı olarak adlandırıldığını anımsayalım. Bu uzun sürecin kapitalist 1870 kapitalist krizlerle sonuçlandığını biliyoruz.

LİBERTERYEN EKOL

Kapitalizmin bu ilk evresi teorik açıdan liberalizmin ilk aşaması olarak kabul edilir ve ‘klasik liberalizm’ olarak adlandırılır. Piyasanın kendi kendini düzenleyeceği görüşü hakimdir ve bırakınız yapsınlarcı piyasa ekonomisi anlayışı belirleyicidir. Politik boyutta sınırlı bir hükümet, hukuğun üstünlüğü ve güçler ayrılığı, dinsel hoşgörü gibi temel ilkelere dayanır. Klasik ekonomi (1830-1870) politikalarına eleştiriler arasında Marksizm farklı bir yer ediniyordu. Marksizm klasik iktisadı kendi silahıyla vuruyor ve emek değer teorisini sömürünün temeli olarak gösteriyordu.
Klasik teoriye karşı ileri sürülen neoklasik teorilerin (Menger, Javons…) politikası ise piyasa ekonomisinin savunucusu Adam Smith ve Ricardo’yu hedef tahtasına koymuştu. Bireycilik, özgürlük ve eşit haklar bu dönemde izlenen liberalizmin temel argümanlarıdır. Hedef politikası serbest piyasa rejimini korumaktır. Bu politika liberteryen ekol olarak da bilinir.

ULUSLARARASI SERMAYE VE ULUSAL ÇEKİŞMELER

Amerika ve diğer dünya ülkelerinde 1870’te görülen kriz ile büyük dünya krizi (1929) arasında ise neoklasik iktisat teorileri izlendi. Neoklasisizm kapitalizmin 1870’lerdeki büyük krizini aşmak üzere izlenen marijinalist devrimle başlamıştır. Kapitalist sistemde yaşanan büyük krizden kurtulma çabaları sonucu geliştirilen teori, hızlı ve sınır tanımayan kapitalist ekonomide oligopolik (piyasadaki arzın büyük kısmının 3-5 kişi tarafından karşılanması politikası) ve tekelci yapılanmayı ortaya çıkarmıştı. Üretimdeki teknik ve yönetim ilişkileri sarsıcı bir şekilde değişiyordu. Şirketlerde hiyerarşi ve bürokrasinin egemenliği başlamıştı. Sınıfsal çatışmalar en yüksek boyutuna ulaşmıştı. Uluslararası sermaye alanında ulusal çekişmeler vahşi bir siyasetle yürütülüyordu ve çılgınlık boyutunu almıştı (vahşi kapitalizm dönemi). Yürütülen altın standardı (paranın altın cinsinden sabitlenmesi) deflasyonu (para darlığı) körüklüyordu. Kapitalizmin bu evresi sosyalizmin alternatif bir toplumsal rejim olarak güç kazanmasına ve Rusya ile komşu ülkelerde sosyalist devrimlere yol açmıştır. Yine Almanya’da bu krizin ancak dünyaya kan ve kitle katliamları getiren Hitler rejimiyle aşılabildiğini belirtelim.

1929 Krizi Sonrası Liberalizm ve Neoliberalizm

Keynes’in teorisyeni olduğu bu bakış açısını Samuelson şöyle açıklıyordu: bütün iktisadi problemlerin temelinde basit bir prensip vardır: belirli kısıtlamalar altında maksimizasyon yapmak. Yani iktisadi hayatta elde edilecek kâr maksimize (olası en yüksek oran) edilmek isteniyordu. Yarar maksimizasyonu şablonlaştı böylece. Malların ve üretim faktörlerinin tam ikamesi getirildi. İktisadi birimler atomize edildi yani bireyselleştirildi. Emek değer öznelleşti. Artık piyasanın ekonomiyi düzenlediği Adam Smith politikasının pabucu dama atılmıştı. Devletin ekonomiye müdahalesi politikalarının evrenselliği savunuluyordu. Bir malın fiyatını klasik iktisatçılar gibi o malın üretimindeki toplumsal olarak gerekli olan birim emek ile ölçmek yerine maksimum fayda ile ölçme devri başladı. Ancak bu politika kapitalizmin girdiği devrevi ekonomik krizlere çözüm olamıyordu. Krizler kapitalizmin işleyişinden dolayı onun bir karakteri olarak zuhur ediyordu. Nihayet 1970’te dünya çapında bir kriz daha yaşandı.

1929 krizi ile sosyal liberal görüşler tırmanışa geçti ve refah devleti görüşleri gelişti. 1. Ve 2. Dünya savaşları ve bu süreçte yaşanan politik olaylar (Alman, İtalyan ve İspanya faşizmi, Sovyet Devrimi, toplumsal hareketler, öğrenci olayları, feminist ve çevreci hareketlerin gelişmesi) liberal çevrelerde özgürlüğün korunması gerektiği doğrultusunda derin bir kaygı ve buna bağlı olarak özgürlük düşüncelerini geliştirdi. Örneğin Roosevelt paradan yararlanmak gerektiğini, işçiye iş, aç olana yiyecek verilmesi gerektiği biçimindeki ekonomik görüşleri savundu, finans reformu yaparak sıkı para sistemini getirdi, borçlandırma rejimini kabul etmedi, eşit bütçe politikası izledi vb. Marchall planıyla finansın kontrolü ve Amerika’daki sanayi ve ticareti kontrolü sağlandı. Aynı amaçla sınır ötesi yardımlar başlatıldı. Nixon bu sosyal devlet anlayışının sürdürücüsü oldu. Keynesçi rehaf devleti anlayışında sosyalizmin ve işçi ve emekçi sınıfların direnişinin etkisi sosyal uzlaşı olarak kabul edilir. Ancak bu sosyal uzlaşı ve refah devleti dönemi uzun sürmedi, yoğun yüksek enflasyon, ekonomik büyümedeki durgunluk, petrol krizi, sosyal harcamaların bütçeleri zorlaması 1970 krizinin patlamasına yol açtı.  Bu gelişmelere reaksiyon olarak neoliberalizm ekolü ortaya çıktı ve kapitalist dünyaya yön veren bu reaksiyoner tavır oldu. Kapitalizmin içine girilen özelliklerini tanımak açısından dönemi Nobel ödüllü Friedman ile birlikte okumakta yarar var. Daha 1940’larda Şikago ekolünden Hayek’in neoliberal ekolü kurduğu bilgisini de not edelim.

VE EMPERYALİZM ‘SOSYAL DEVLET’İ ÇÖPE ATAR
Krizlere yol açan enflasyon hakkında ödül konuşmasında “enflasyon her zaman ve her yerde parasal bir olgu olmuştur.” sözleriyle parasal genişleme ile enflasyon ilişkisinin normal olduğunu sert bir tavırla belirtmesi devresel krizlerle başı belada olan neoliberalizmin yürüttüğü politikalar için ferahlatıcıydı. Emperyalizm için refah devleti, sosyal liberal devlet gibi tanımları çöpe atma zamanıydı. Amerika’daki devlet okullarında verilen parasız yemek için ettiği “bedava öğle yemeği diye bir şey yoktur” sözü onun monetarist para politikalarını özetler (enflasyonu para politikalarına bağlamak, para arzının hükümetlerce gereksiz yere arttırılması). 1930’lu yıllardan 1970’lere değin izlenen, Keynes’in (enflasyonda ipleri elinde tutmak için paranın -para dalgalanmalarının- önemli olmadığı şeklindeki) müdahaleci devlet anlayışı sözünde anlamını bulan iktisat teorilerine karşı yeni para politikalarıyla neoliberalizm yeni paradigma olarak egemen hale geldi.

Devletlerin büyümesi ile görülen yüksek vergi yükü, kronikleşmiş bütçe açıkları, enflasyon ve enflasyonla mücadele zaten yeni önlemleri gerektiriyordu. Vahşi kapitalizm geri dönüyordu: devletin piyasayı terketmesi, piyasayı serbest rekabetin düzenlemesi yani klasik iktisadi tezin savunduğu piyasanın özel teşebbüse bırakılması gerektiği tez emperyalizmin yeni amentüsü haline geliyordu. Devlet artık istihdam yaratmayacak, yaratılan zenginliği yeniden dağıtmayacaktı. Devlet gece bekçiliği görevinden azlediliyordu. Bu da işçi sınıfının ve emekçi kitlelerin uzun bir süreçte ve zorlu mücadelelerle elde ettiği demokratik hak ve özgürlüklere karşı bir rövanş savaşı demekti ve bu maç kapitalistlerce kazanıldı.
Devletler 1980’li yıllardan itibaren, bizde ise Turgut Özal ile başlayan özelleştirme furyaları ile özellikle son dönemlerde yoğun biçimde görüldüğü gibi, ellerindeki bütün zenginlikleri özel teşebbüse daha fazla kâr sloganıyla devretmeye başladı. Bu amaçla kâr birikiminin önünde bütün engellerin kaldırılması temel devlet politikası haline geldi. Sosyal devlet harcamaları ise minimum düzeye indirildi. Ülkemizde Turgut Özal’ın ve 1980 darbesinin tam gerçekleştiremediği bu politikalar AKP döneminde dinin toplum üstündeki sihirli gücü de kullanılarak başarıyla yürütüldü, yürütülmektedir.
Uygulanan bu deregülasyon ile vergi oranları düşürülmüş, zenginin ödediği vergi yoksulun ödediği vergiyle eşitlenmiş, üreticinin ürününü dünyanın istediği yerinde satması kolaylaştırılmış, işçi/emek ve ürün fiyatı dahil bütün fiyatların belirlenmesi piyasaya bırakılmıştır. Bütün bu önlemlerin küçük üreticiyi, memuru (büro işçisi), işçiyi ilgilendirmediği açık. Alınan önlemlerin yani deregülasyonun (kısıtlamaları kaldırmak) amacı tekelleşmeyi hızlandırmak, devletleri kartellerin aracı haline getirmektir. Bugün devlet-kartel ilişkisinde devlet emir eri konumundadır. Devlete bağlı kurumların görevleri bu ilişki tarafından belirlenir.

DEVRİMLER ÇAĞI BİTTİ Mİ
Böylece hükümetlerin kamu harcamaları kısıtlanmış, kamu işletmeleri özelleştirilmiş (bizde adeta peşkeş çekilmiş), özel sektörün toplumdaki rolü arttırılmıştır. Bunlara teknolojik rantı, sosyalist ülkelerin çökertilerek piyasa arzının tatmin edilmesini, ücretleri azaltarak çeşmenin kurnasının özel sektöre akıtılmasını eklersek neoliberalizm daha iyi anlaşılır. Elbette bütün bunlara devrim çağının 1980’de bittiği, sınıf mücadelesi teorilerinin raftan kaldırılması gerektiği biçiminde yürütülen yoğun bir anti sosyalizm kampanyasını da eklemek gerekiyor. Nitekim bu kampanyalar sosyalist çevrelerde karşılık bulmuş, Marksist görüşlerde sapmalar doğal görülmeye başlanmıştır. Kısaca aynı süreç içinde topyekûn açılan sosyalizmi ve yanlış uygulamalarını karalama kampanyası, neoliberalizmin uzun yıllarda zorlu mücadelelerle elde edilmiş demokratik hak ve özgürlüklere karşı zaferiyle sonuçlandı. Kapitalizmin çalışan emekçi kitleler yararına yarattığı görece refah olgusunun bu zaferdeki payı unutulmamalı!

Kaynaklar:

-Demokrasiyi Kurmak/ Avrupa Solunun Tarihi-1850-2000, Geoff Eley, Doruk Yayınları
-Une petite histoire de neoliberalisme, Christopher Pitchon

-Liberalizm, Atilla Yayla, Liberte Yay. 2015