Benim Yine de Yasım Var!

Finlandiyalı sosyal demokrat bir parlamenter arkadaşım vardı. Türkler niçin bu kadar “Atatürk Atatürk” diyorlar, diye sorardı. Çok garipsiyordu. İşin bu kısmına kafası bir türlü basmazdı. Literatüre uygun  yanıtlar pek tatmin etmezdi, daha ikna edici bir yanıt bulmuştum: Ona, sizin halk kış günlerinde 22 saat geceyi yaşarken “güneş güneş” diye sayıklamıyor mu, dediğimde…

 

 

SAMİ GÜNAL

Tarih: 10 Kasım 1938

Yer: İstanbul Üniversitesi

O gün Atatürk’ün ölüm haberi gelir.

Üniversitede öğretim üyeliği yapan Alman Profesör şaşırır!

Derse girmeli mi, girmemeli mi?

İdare katına gidip ne yapması gerektiğini sorduğunda Rektör der ki,

“Almanya’da büyük bir adam öldüğünde ne yaparlarsa, onu yapın.”

Alman profesör çaresizliğini acıyla haykırır:

“Bizde bu kadar büyük bir adam ölmedi ki!”

10 Kasım 1938’in öncesi:

1. Dünya Savaşı ertesi 1918 sonlarına doğru Anadolu’nun dört bir yanında yabancı ordu işgalleri başlar. Ne mutlu ki daha sosyal medya çağına girilmemiştir. Akıl bile edilememişti. Ya edilseydi? Edilseydi Mustafa Kemal olmayacaktı (!)*. Peki, sosyal medyanın olmadığı o çağda bu işgal karşılıksız mı kalacaktı?

Ne münasebet! Doğa boşluğu kaldırmaz. Sosyal medya yerine Kuvayı Milliye örgütlenmesi icat edildi. Bugün hiçbir sonuç doğurmayan sosyal medya avuntularına karşı Kuvayı Milliye öncülüğünde 3 yıl süren antiemperyalist bir savaş başlatıldı.

Bu Kurtuluş sürecinin en önemli mihenk taşlarından birisi olan 30 Ağustos, Türklerin son 200 yıldır toprak kaybetmek suretiyle yenilerek gerilemelerinden sonra Mustafa Kemal öncülüğünde emperyalist işgalcilere karşı ilk kez yaptıkları bir savaş oldu. Topyekûn bir saldırı savaşıdır. Mazlum milletlere cesaret veren bir zaferle sonuçlanmıştır.

İngiliz sömürge yönetimi altında yaşayan Gandi, 30 Ağustos Zafer’inin haberini aldığında şu açıklamayı yapar:

“Bu zafer, mazlum ve tutsak uluslara ilk kez bağımsızlık düşüncesini kavrattı.”

Bu iki hikâyenin anlamı şudur ki Türk Kurtuluş Savaşı enternasyonal niteliği olan bir kurtuluş (devrim) savaşıdır. Aynı şeklide onun öncü lideri olan Atatürk de enternasyonaldir.

1919’da başlayıp 1938’e kadar süren bu hareket, ihtilal tabanlı bir devrim hareketidir. Teokratik bir imparatorluk içerisinde gerileyen bir tebaanın uluslaşmaya dönüşüm devrimidir. Gerçek adıyla Anadolu Devrimi’dir.

(Bu sürece 1919-40, 1919-50 diyenler de vardır. Örneğin sosyalist anayasacı Bülent Tanör Hoca’mız 40’a kadar dayandırır. Naçizane bir kalem erbabı olarak 1938-50 arası, 38 öncesiyle bir tutulmamalı, derim. 50 sonrasının zaten Atatürk’le bağlantısı yoktur.)

Sosyalistleri anmışken gerekli bir değinmede bulunmak yararlı olacaktır. Dönekliğe düşmemiş gerçek sosyalistler kurtuluş tabanlı ve kuruluş tavanlı olarak modellenen Türk Devrimi’ne karşı -yer yer olmak kaydıyla- eleştirel baksalar da (Bana göre bu bakış ütopik ve romantiktir. O zamanın ruhundan ve gerçekliğinden uzaktır.) yine de bunun bir antiemperyalist kurtuluş savaşı ve liderinin, hatta olmazsa olmazının Mustafa Kemal Atatürk olduğunu kabul ederler. Anadolucu sosyalistler, Türkiye özelinde Kemalist olunmadan sosyalist olunmayacağına inanırlar.

(Bendeniz, bilimsel gruplara bakar. Eklemlenmiş kantin solcularını ciddiye almaz. Lay lay lom dostluk muhabbeti kurar ama tartışmaya girmez. Artı, uluslaşma diyorsam Anadolu içerisinde yaşayan tüm halkları alıyorum. Kurtuluş Savaşı’mız, konjonktürel moda akımların zehirlenmesi içerisindeki kızların-oğlanların aklıyla analiz edilecek kadar yüzeysel değildir. Kurtuluş Savaşı bilimdir.)

Finlandiyalı sosyal demokrat bir parlamenter arkadaşım vardı. Türkiye içi politik gelişmeleri ve onların bu gelişmelere cılız bakışlarını çok tartışırdık. Türkler günlük hayat içerisinde niçin bu kadar “Atatürk Atatürk” diyorlar, diye sorardı. Çok garipsiyordu. İşin bu kısmına kafası bir türlü basmazdı. Literatüre uygun soru yanıtları bir kenara koyacak olursak daha ikna edici bir yanıtımı buraya alacağım. Ona, sizin halk kış günlerinin en üst noktasında 22 saat geceyi yaşarken “güneş güneş” diye sayıklamıyor mu, dediğimde durulurdu. İnsanlar ihtiyaç duyduğu şeylerin adını seslendirirler.

Oralarda teokratik rejim korkusu yoktu. Toplumsal geri dönüş denklemlerinin hayalini dahi kuramazlardı. İşte aydınlanma hareketleriyle yönünü çağdaşlaşmaya dönmüş bizim insanlar kendilerini taassupluk ve mürtecilik cenderesinden kurtarmış bir adamı minnet duygusuyla beraber yeniden hâsıl olan “ihtiyaç” korkusuyla anıyorlardı.

Batılılar İslam toplumunu ve özelinde de Türkiye’yi tam olarak okuyamıyorlar. Örneğin Alevileri markajlarına alabileceklerini düşünürken hep yanıldıkları gibi.

Atatürk, yüzlerce yıllık taassup bir imparatorluk altında ümmet kümeleşmesi olarak yaşamış kullara vatandaşlık hakkı verdi. Bilinç aşıladı. Anadolu Devrimi’nin asıl temeli kulluktan vatandaşlığa geçiştir. Yurttaş olmak demek, insan ve onun haklarına sahip olmak demektir. Uluslaşma demektir. En soylu hak ise kadının, bilmem kaçıncı sınıftan eşit vatandaşlığa eriştirilmesidir.

Anadolu Devrimi’nin ideolojik hedefi eleştirel aklın öne çıkarılıp bilimsel düşüncenin hâkim kılınmasıdır. Özlediğiniz, hedeflediğiniz tüm toplumsal haklar bu felsefi yatak içerisindedir. Atatürk, bunu şu veciz tanımlamayla kayıt altına almıştır:

“Yaşamda en gerçek yol gösterici bilimdir!”

Avrupa’ya yayılmış liderler gibi de olabilirdi. Onlar askeri üniformalar içerisinde Nazist faşist diktatörlükler kurarken Atatürk tam tersine üniformalarını çıkartıyordu. Hatta çok partili hayata geçiş denemesi için muhalif partiler kurulmasına meydan veriyordu.

Entelektüel insan Atatürk!

Onca savaş ve kurtuluş, kuruluş devrimleriyle uğraşırken okuduğu kayıtlı kitap sayısı 4 bin. Kurşunlar altındaki cephe çadırlarında okuduğu kitap sayısı bilinmiyor.

Hakkında en çok kitap yazılan dünya lideri. Bir tespite göre hâlen yılda Atatürk konulu 20 kitap yayımlanmaktadır.

Ha bu arada Alman profesöre ve Gandi’ye ek olarak diğer üçüncü ve Latin dünyası ülkelerinin liderlerinin ve devrimcilerinin Atatürk için söylediği vecizeleri de sizler merak ediniz.

Dünyanın tüm kıtalarında heykeli olan tek liderdir.

10 Kasım anma günüdür. Yas duygusu içerisinde olanları toplumsal bilinç mottosu tesiriyle iğneleyenler olur. Yas tutmayın, bilinciniz dâhilinde onu fikirleriyle anın, derler.

Finlandiyalı parlamenter arkadaşımın günlük anılmayı hayretle karşılamasının karşılığı olan “ihtiyaç” kavramının daha da güncelleşmesiyle bilinç içerisinde 10 Kasım’da Atatürk’ü andım anmasına ama bu karanlıklar içerisinde “endişeli modernler”in şahı olarak benim yine de yasım var.

 

— — —

*(Bu satırların yazarı, sosyal medya denen esas itibarıyla asosyallik doğuran dijital ortam konusunda toplum dışında kaldığının farkındadır. Bu yazar örneğin 68’lerde sosyal medya tuzağı olsaydı diyelim ki Deniz Gezmişlerin de olamayacağına inanır. Bu yazar, haberleşme ve bilgi aktarımı için gerekli olduğu yerleri kabul etmek kaydıyla temelde sosyal medya icadına karşıdır. Bu, egemen kapitalist sistemin karşıtlarını uyuşturma, sokağa çıkartmama böylece hem para kazanma hem güvenliğini koruma tuzağıdır. Hele hele solcuların bunu kabullenmesi hem ateist olup hem de çocuğunu sünnet yaptırtması gibi acayip bir paradokstur. Bu parantez içi muhalefeti gerici bir yazarın hezeyanları sayabilirsiniz. S.G)

** ( Bu büst, “uzak” bir köyden. Bu büstün bir de hikayesi var. Onu da yazacağım. S.G)

paylaşmanız için