Yaşam sevinci

Ne diyorduk? Hayatta tutan sebep? Herkesin bir yaşam sevinci var mıdır yoksa hepimiz ölüm korkusunu yaşam sevinci zanneden zombiler miyiz? Çok şey konuşup hiçbir şey söylememek gibi mi yaşıyoruz. Yani sabah evden işe götüren sebep mecburiyet ise, işten eve dönerken ayakları sektiren bir neden var mı?

 

EMİNE SUPÇİN

Yazmak, beyninizin içinde sahnelenen ve bazen hiçbir etkiye tepki vermeyen ya da verdirmeyen ve hatta yazarın bizzat kendisine karşı kılıç kuşanabilen bir serüvenler dizisidir. Bazen yazım konularını yazar belirler (ya da belirlediğini sanır) bazen de konu kendiliğinden gelip yazarın omzuna vurur; “Hu hu, ben geldiiiim…”

Bin kahramanlı masal diyarında yeri gelir bin solucan deliğinden geçer; geçmiş ve geleceğin kokusunu, tadını, dokunuşunu hissedersin, yeri gelir süper kahramanlarınla sıradan insanların okey masasında yancı olur, ısmarlarlarsa bir çaylarını içersin.

Uzatırsam hu hu diyen omzumu delecek. (Tamam tamam, dur yazıyorum işte, aşağıdaki paragraf senin.)

Takılarının şıngırtısı ve şen sesinin pırıltısı ile yatağımdan kaldıran, ardı sıra yüzümü yıkarken aynadan ille de üç kere mi yıkaman gerekiyor, haydi acele et, geç bilgisayarın karşısına, başla yazmaya diye köpeğimi uyutmayan konumuz, yaşam sevinci.

Tanımı kendisine bırakıyorum. Yazmak için parmaklarımı elbette kullanabilir. Deli misin? Tutkuyum ben. Olmazsa olmaz dedirtirim. Sabah ev havalansın diye açtığın pencereden giren temiz havayım. İlkbaharda badem çiçeği, sonbaharda yağmur tanesi, kışın kar beyazı, yazın dağ havasıyım. Yaşamın vazgeçilmezi benim adım. Kahvenin köpüğü, karpuzun göbeği, soğanın cücüğüyüm.  Bunaldığında nefes, daraldığında bahar bahçe, acıktığında lokma, susadığında kayalardan fışkıran abu-hayat. Daha ne diyeyim?

Tanımdan çok tasvire kaçtı bizim konu. Akşamdan kalma mı ne? Laf aramızda parmaklarımı zor kurtardım. Ama dediği bir şey çok önemli: Olmazsa olmaz.

Peki, “olmazsa olmaz” nedir?

Hayata meydan okutacak kadar güçlü duyguya sebep olan ne? Evet evet hayat meydan okunacak bir olgudur çünkü. Bir savaş alanıdır ve düşman kimileyin bizzat kendi cinsin insandır, kimileyin doğa. İnsanlığın makus talihidir kendi cinsi ve doğa arasında sekip duran yaşam savaşı.

Buyurun buradan yakın! Yaşam sevinci ile yaşam savaşı kavramları karşılaştı meydanda. Yiğitler çıktı meydane, hepsi birbirinden merdane. (Ne diyorum acaba ben? Vallahi ben yapmıyorum, kendine yaşam sevinci diyen şu şıllık yaptırıyor. Şıllık bir tatlı ismidir, aman ha!) 

Ne diyorduk? Hayatta tutan sebep? Herkesin bir yaşam sevinci var mıdır yoksa hepimiz ölüm korkusunu yaşam sevinci zanneden zombiler miyiz?

Çok şey konuşup hiçbir şey söylememek gibi mi yaşıyoruz. Yani sabah evden işe götüren sebep mecburiyet ise, işten eve dönerken ayakları sektiren bir neden var mı? Varsa işte, işte o yaşam sevinci. Peki yoksa? (Tam buraya Müslüm Babanın hayattan bezmiş şarkılarından biri cuk otururdu vallahi.)

Yaşam sevinçlerinin en klası, en bi’tanesi ve en muhteşemi olsa olsa iki insanın birbirine duyduğu aynı ayar, aynı karat, aynı renk aşkı olabilirdi. Birbirine yaşam sevinci olmaktan mutluluk duyan bir çift. (Varsa öyle birileri, hemen sessizce uzayalım yanlarından. Çünkü biz ancak fazlalık olabiliriz onlara.)

Aşkın dışındaki yaşam sevinçlerine uzanalım haydi. Nedir onlar? Tutkuyla yaptığınız işiniz, hobiniz, ilgi alanlarınız mesela. Değil mi? Bunların içinde en iyisi severek yapılan iş. “Ben akşama kadar eğleniyorum, üstüne para veriyorlar” dedirten bir işte çalışmak, ne büyük mutluluktur. (Laf aramızda benim mesleğim de bunlardan.)

Hepsi bireyseldi farkındaysanız. Toplumsal yaşam sevinci var mıdır, olur mu bilemedim. Çünkü bizler ancak bariz dış tehditlerde ya da bildiğin savaşta bir araya gelebilen bir milletiz, millettik. Ona da yaşam sevinci denmez, yaşamda kalma mücadelesi denir. Sahi toplumsal yaşam sevinci olabilir mi?

Toplumsal yaşam sevinci denince aklıma özgürlükleri desteklenen, yasama-yürütme-yargının birbirinden bağımsız, cumhuriyeti tam da olması gerektiği gibi yaşayan, kadın-erkek eşitliği tesis edilmiş, laik bakış açısı yerleşmiş, refah içinde ve yarınından kaygısı olmayan bir halk geliyor. Kuzey ülkelerinde var sanırım. Ha elbette tüm toplum sokaklarda dans ediyordur demiyorum ama genel ölçekte yaşamından memnun olan insanlar topluluğu mümkün.

Peki biz? Türkiye? Bizim yaşam sevincimizi çalmışlar da haberimiz mi yok? Yoksa zaten hiç olmamış mıydı? O yüzden mi ancak dünya ölçeğinde yapılan yarışmalarda birincilik alan sporcularımız, takımlarımızla gurur duyuyoruz. Nobel ödülü alan bilim insanlarımızla, aşıyı bulan çiftin Türk olmasıyla mı seviniyoruz? Gurur duymak yaşam sevinci midir yoksa yaşam sevincine destek mi?

Destek demişken… Hani şu acil destek hatları var ya, onlara bir tane daha eklense ve adı Yaşam Sevinci Destek Hattı olsa mesela. Nasıl olurdu? Arar mıydık? Arayanlar ne için arardı?

-Yaşam sevinci destek hattı buyurun?

-La gardaş, aldığım krediyi ödeyemedim, banka ümüğüme çöktü, hanım hasta, çocuklar okula gidemiyor, ev sahibi kira diye tutturuyor, işimden gücümden oldum, Hayattan soğudum, bana bir el uzatın ne olur…

-Iıııı…

Sizin var mı yaşam sevinciniz ya da yaşam sevinci destek hattına ihtiyacınız?

 

 

Modern Zamanlar, Charlie Chaplin

 

YAZIYI BEĞENDİYSENİZ LÜTFEN PAYLAŞIR MISINIZ