İstanbul’u mahvedenler saldırdı

Kent yağmasını sorguladığı için saldırıya uğrayan mimar Osman Güdü ile kentleşme ve imar rantını, kentleri mahvetmede AKP’nin katkısını konuştuk: Yerel yönetimlerin kentleşme, mimari ve rant ekonomisi konusundaki tutumları nedir? İstanbul’a nasıl ihanet edildi?

BEYAZIT KAHRAMAN

Özellikle büyük kentlerimiz kırsal kesimlerden sürekli olarak göç alıyor. Bu olgu kentlerimizi ve kentlilerimizi nasıl etkiliyor? Kentlerimizde neler oluyor son 18 yıldır? AKP iktidarı kentlerimizin değerli arazilerine ve ülkemizin doğal güzelliklerine hangi gözle bakıyor, neyi amaçlıyor? İstanbul’a nasıl ihanet edildi? Yerel yönetimlerin kentleşme, mimari ve rant ekonomisi konusundaki tutumları nedir? Program yaptığı TV kanallarında bu konuları ve daha fazlasını büyük bir yüreklilikle sorgulayıp dile getirme çabasında olan mimar Osman Güdü geçen hafta fiziksel saldırıya uğradı. Bu konuları kendisiyle konuşma gereğini duydum.

Mimar Osman Güdü, İstanbul Kartal’daki bürosunun önünde saldırıya uğramıştı

-İstanbul’a ihanet edildiği TV kanalları ve gazeteler yoluyla tüm Türkiye’ye itiraf edildi. Bu itirafa gelinceye değin nasıl bir süreç yaşandı?

-İstanbul’a ihanet aslında AKP’nin yerel yönetimlerde imar rantını keşfetmesiyle başladı. Bu ihanete imar afları ve kentsel dönüşüm ile ivme kazanan yapılaşma da etken oldu. Tüm bu gidişi destekleyen yasal düzenlemeler de bu ihanetin önünü açtı.

Mimar Osman Güdü. TV programları rant çevrelerini rahatsız etti

YAPANIN YANINA KÂR KALDI

-Ve sürüyor. Böyle bir rant ve talan ekonomisi daha önce hiçbir siyasal iktidar döneminde yaşanmamıştı. AKP iktidarının bakışının ve uygulamalarının önceki yönetimlere göre farkı nedir?

-AKP iktidarı uzun zamandır meclis çoğunluğunu bu kadar güçlü elinde bulunduramayan birtakım yönetimlerden sonra iktidara gelince her konuda, istediği her şeyi kanun yoluyla uygulamaya yönelik düzenlemeleri yaptı. Ayrıca anayasanın da değişimi sağlanarak ülkede oluşturulan yepyeni bir tek adam iktidarına geçildi. Bu düzen, iktidarın elini çok güçlendirdi. İstediği yasayı istediği şekilde çıkarabileceği, her türlü düzenlemeyi yapabileceği bir güç elde etti. Böylece, talana tüm gücüyle devam etti.

-Kent mimarisi, şehir ve bölge planlama açısından yaşadığımız olumsuzluklar neler sizce?

-Kentlerin planlı ve yaşanabilir olması tamamen o ülkenin planlı ve programlı yapılanması ve o planların disiplinli bir şekilde uygulanmasıyla olur. Sanayileşmeyle başlayan kentlere göç, beraberinde büyük konut açığını da getirdi. Kent varoşlarına yerleşen ve Anadolu’nun her bölgesinden büyük kentlere gelenler kendi olanakları içinde hazine, vakıf ve sahipsiz arazilerde gecekondu olarak tanımladığımız yapılaşmaya başladı. Bu öyle büyük bir hızla yayıldı ki planlama süreçleri bu gidişe yetişemedi. Ayrıca kaçak yapılmış ve mimarlık mühendislik hizmeti almamış olan bu yapılar devlet tarafından çıkarılan imar aflarıyla cazip hale de getirildi. Bu sistem kendi parseli içinde imar planlı alanlara da sıçradı. Planlara aykırı, ruhsatına aykırı yapılar yapmak yapanın yanında hep kâr kaldığı için plan uygulamaları ve onları denetleme olanağı da olmadı. Günümüzde, depreme karşı zayıf olan binlerce yapı stoku bu anlayışın ürünüdür.

-Restorasyon alanında gördüğünüz yanlışlıklar ya da olumsuzluklar var mı?

– Türkiye’de restorasyon konusu çok ciddi bir sorun olarak ele alınmalıdır. Zira bu konuda uygulayıcılar ve gerçek anlamda yetişmiş restorasyon uzmanları oldukça azdır. Konu bir rant meselesi haline de getirilince ne yazık ki telafisi mümkün olmayan sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Hiçbir uzmanlık vasfı olmayan yandaş kişi ve kuruluşlara verilen ihalelerle ortaya çıkan sonuçlar korkunçtur. Ayrıca iktidarın koruma kurullarına doğrudan müdahale etmesi, istediği atamaları yapıp istediği kararları da çıkarabilmesi sayesinde bugün bir daha asla eski orijinalliğine dönülmeyecek korkunç restorasyonlar yapılmıştır.

KENTLİ OLMAK EĞİTİM VE KÜLTÜRLE SAĞLANIR

-İnsanlarımız bunların farkında mı? İnsanlarımız kent kültürü ve kentlileşme bilinci kazanabildiler mi? Toplumumuz bu olumsuz gidişe tepki gösteriyor mu?

– Kentlerimizde yaşayan nüfus sayısı son yıllarda olağanüstü artarak Türkiye’de kırsal alanda yaşayan nüfus toplam nüfusun yüzde 32’sine kadar gerilemiştir. İşsizlik tarım ve hayvancılığın bitirilmesi köyleri boşaltmış, yeni çıkarılan büyükşehir yasasıyla köy yerleşik alanları da kentin mahalleleri olarak ele alınmıştır. Kentli olmak ve kent değerleri içinde yaşayabilmek uzun soluklu bir sosyal eğitim ve kültürle sağlanır. Teknolojik gelişmeler, ulaşım, bu alanda tüm sınırları alt üst etmiştir. Yaşadığı kırsal alanda yaşamını idame ettiremeyen köylü büyük kentlere göç etmiş, bu kentlerin varoşlarında kendi kimliği ve kentli olma arasında sıkışıp kalmıştır. Eğitim ve sosyal olanaklardan da uzak kalan bu kitle ne kentli olmuş ne de köyündeki kendi kültürüyle yaşayabilen biri olmuştur. Bu durum, kentlerin kültürel ve sosyal yapısı üzerinde çok büyük deformasyonlara yol açmış, kentlerin kültürleri deforme olmuş, egemen kültüre yenik düşmüştür.

-Sizin TV programlarınızın insanlarımızın bu konularda bilinçlenmesine bir katkısı olduğunu gözlemleyebiliyor musunuz?

TV programlarında genellikle sorduğunuz soruların paralelindeki konuları işliyorum. Program sonunda çok olumlu geri dönüşler alıyorum. Ayrıca bu programlar sayesinde gündeme getirilmeyen birçok konu da işlenmiş oluyor.

“Bu ülke hepimizin. Ona sahip çıkmak bizim görevimiz.”

 -Hiçbir konu siyasetten bağımsız değil. Siz tv programlarınızda kentleşme, mimari ve rant ekonomisi yanında toplumsal konulara da değiniyorsunuz. Birkaç gün önce uğradığınız fiziksel saldırı size neler düşündürdü?

– Programlarımda ülke ve dünya gerçeklerini işliyorum. Bunu yaparken konusunda uzman konuklarımla ve belgeleriyle ekranlardan özgürce ifade ediyorum. Bu gerçekleri dile getirmek, bazı rant çevrelerini çok rahatsız ediyor kuşkusuz. Zira bu tür programları bu anlamda işleyen başka hiçbir TV programı da yok ne yazık ki. Bazı gerçekler o kadar etkili bir tepki yaratıyor ki, kamu alanlarının talanları, imar rantları, çevreye ve doğaya karşı kentlere karşı işlenen suçlar, halkın gündelik yaşamına dokunmadığı için halk bu gerçekleri ne yazık ki bilmiyor. Onların diliyle konuyu aktarmak tabii ki farklı düşünen ciddi bir taraftar sağlıyor. Bu da, bu rant ve talanla beslenenlerin işine gelmiyor.

GERÇEKLER SAKLANAMAZ

-Yalnızca size değil, sizden önce birkaç politikacıya ve basın mensubuna da çeşitli fiziksel saldırılarda ve linç girişimlerinde bulunuldu. Şiddet, baskı, şantaj, tehdit, komplo, kışkırtma vb. uygulamalar ivme kazandı. Bunları neye bağlıyorsunuz?

– Bu tür davranışlarla özgür basın susturulamaz. Ben tam 17 yıldır bu programları yapıyorum. Birçok yakın dostum bile programlardaki konular ve işlenme biçimi nedeniyle bir gün bir saldırıya maruz kalabileceğimi ifade etmişti. Saldırıları yapanların kollanması ve cezasız bırakılması ister istemez bazı odakları çözüm için bu davranışlara itiyor. Demokratik ülkelerde bu tür olaylar yok denecek kadar azdır. Zira yasalar ve onları disiplinli bir şekilde uygulayan hükümetler vardır. Basın hürriyeti vardır. Bu yıldırma saldırıları zaman zaman bazı kısa vadeli etkili olabilir. (Bazı gazetecilerin alan değiştirmesine yol açabilir.) Ancak gerçekler saklanamaz. Hiçbir yerde baskı, tehdit, şantaj, komplo ve şiddet yöntemleriyle iktidarda kalınamaz, kurulu sömürü sistemi yaşatılamaz.

-Bunun bir sonu var elbette. Peki, bu soygun ve talan düzeninin önüne geçmek için insanlarımıza düşen görevler nelerdir?

– Son yıllarda toplumsal bir çöküş yaşıyoruz. 1980 darbesiyle aydınların alandan çektirilmesi; soygun, talan ve din tacirlerinin ortaya çıkmasını sağladı. Her alanda örgütlü bir şekilde yer alan bu güçler ülke yönetimini de ele geçirdiler. Ülke kaynaklarını kendi yandaşlarıyla soyan ve hatta yabancılara da peşkeş çekenler Türkiye’yi yanlış politikalarla bugün çözümsüz bir hale getirdiler. Din tüccarlığı yoluyla Atatürk devrimlerinin tüm kazanımlarını yok ettiler. Hâlâ mirasını yedikleri bu yatırımların tamamını yok edecek uygulamalarla Türkiye’nin geleceğini de tehlikeye atacak bir duruma getirdiler. Her alanda son 20 yılda gelinen nokta çok acı ve korkunç bir boyuttadır. Bu ülke hepimizin ve geleceğimizin. Ona sahip çıkmak, onu gelecek kuşaklara Atatürk Cumhuriyeti olarak emanet etmek de bizim görevimiz. Bu anlamda, her ülke vatandaşına bu gerçekleri aktarıp ülkesine sahip çıkacak gençler yetiştirmeliyiz.

 

BEĞENDİYSENİZ PAYLAŞIR MISINIZ LÜTFEN