Veysel ÇOLAK: Alanlar boşsa ben gelirim bir olur!

“Her insan “beslenme, barınma, örtünme” diye sıraladığım bu gereksinilenlerin yanına, dördüncü sıraya, “kültür”ü koymalıdır. Yoksa birey olamaz. Yoksa hayatı anlayamaz; emeğin sömürülüşünü, sınıfsal açmazları, eşitsizlikleri, özgürlüğün, eşitliğin ne olduğunu, emperyalist savaşları anlayamaz.”

1972’de Aydın’da doğdu. Kayseri Erciyes Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Elektronik Bölümü’nden sonra Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Bir süre şantiye mühendisi ve şantiye şefi olarak çalıştı. Şiir ve düzyazıları çeşitli dergilerde yayımlandı. İlk şiir kitabı Balkon Yalnızları’nı, Yokuş Çıkan Su, Bir Kadın Masalı, Kuşların Akşamı, Gölge Günah ve Kedi adlı şiir kitapları ile Ülkü Tamer şiirini inceleyen Göle Giden Panter izledi. 2012’de Yokuş Çıkan Su ile Homeros Edebiyat Ödülleri/Metin Eloğlu Şiir Ödülü’ne değer bulundu. 2013’te şiir incelemesi dalında Homeros Edebiyat Ödülleri’nde ikincilik, Behzat Ay Yazın Ödüllerinde ise birincilik ödüllerinin sahibi oldu. Aslıhan Tüylüoğlu, edebiyat çalışmalarını uzun süredir yaşadığı İzmir’de sürdürüyor.

Veysel Çolak üretken bir şair. Yayımlanan kitaplarına bakınca gece gündüz çalıştığı anlaşılıyor. Elliden fazla kitabı var. Son bir yıl içerisinde şiir sanatına ilişkin Şiir Diyalektik Değilse (2019), Türk Şiirinde Marksist Eğilim/1970’li Yıllar (2019), Som Şiiri Aramak (2020), Yazdığını Yaşamak (2020) adlı deneme, araştırma/inceleme kitapları yayımlandı. Ayrıca, Buna Aşk Demeli/Toplu Şiirler-I (2020), Yara İçinde Yara/Toplu Şiirler-II (2020) adlarıyla bugüne kadar yayımlanan yirmi şiir kitabının toplu basımı yapıldı. Birkaç gün önce Şimdi İsyan Şimdi Ateş (2020) adlı yeni şiir kitabı da okuyucuyla buluştu. Hayatın militanı olmak isteyen bireylerin duyguları, düşünceleri var yazdıklarında.  Başkalarından bir şey beklemek işe yaramamış olacak ki her şeyi kendinden bekliyor. Bu nedenle “yapan, eden, eyleyen, kılan” olmak için elinden geleni yapıyor. Böyle olmasının uyaran/eleştiren/acıtan bir yanı var. O uyarıyı alarak bu söyleşiyi yapma gereği duydum.

Hayatın militanı olmak isteyen bireylerin duyguları, düşünceleri var yazdıklarında. 

Durmadan halkı yüceltmek, onlarda bir bilinç oluşturamadı. Halkla yüzleşmek gerekiyor artık. 1980’den beri bu yüzleşmenin yazılarını, şiirlerini yazıyorum.

Aslıhan Tüylüoğlu: 1980’den önce halk için attığınız çığlıklar hâlâ duyuluyor ama o yıllardaki kitlesel bütünlük yok şimdilerde. Herkes dağılmış sanki. Omuzdaşlık bitmiş gibi. Siz de yazılarınızda halktan söz etmiyorsunuz artık. Neler oluyor?

Veysel Çolak: 1980’den önce halk kavramıyla proletaryayı (işçi sınıfı), kır yoksullarını (mülksüz köylüleri), toplumsal sınıf bilinci olmayan lümpen proletaryayı,  beyaz yakalıları kastediyorduk.  Sınıfsal bilincin oluşması için çok uğraştık. Çok kurban verdik.  O sınıfsal bilinç yeterince oluşmadı, oluşmayınca da değiştirici, dönüştürücü fizikî bir güce dönüşmedi.  Korona 19 virüsüne karşı muskayla korunacağına inananların sayısı toplumun yarısından fazla. “Fakirlik Allah’a yakın olmaktır.” yalanına inananlar da onlar değil mi? Ne yazık ki bunların belirleyici olduğu politik bir işleyiş var. Özürlü bir demokrasi. Böyle olunca hak, hukuk, adalet yoksunu olmanın ötesine geçilemiyor. Anlayacağınız gibi, halkla aram iyi değil. Benim gibiler onlar için canını ortaya koyarken, onlar anlamsız bir hayatın kölesi olmayı sürdürüyor. Popülist, uvriyerist (kuyrukçu) olmanın getirdiği bir açmaz bu. Durmadan halkı yüceltmek, onlarda bir bilinç oluşturamadı. Halkla yüzleşmek gerekiyor artık. 1980’den beri bu yüzleşmenin yazılarını, şiirlerini yazıyorum.

Kültürel besinden payını alamayan bireyler ve toplumlar değişemez ve gelişemez… Yakın geçmişte televizyonlarda yayımlandı. Gereksinmeler üzerine yapılan bir sormacada kitap 283. sırada yer alıyor.

Aslıhan Tüylüoğlu: Sanki kültüre,  kültürel birikime vurgu yapıyorsunuz daha çok; ama işaretlediğiniz açmazlar sadece kültürel olmasa gerek. Ne dersiniz?

Veysel Çolak: Kültürün dönüştürücü gücüne vurgu yapıyorum elbette. Bakın, bir insanın varlığını sürdürebilmesi için üç temel gereksinmesi vardır: Beslenme, barınma (mağara, baraka, ev…) örtünme (giyinme). Bireysel ve toplumsal hayat, bu gereksinmelerin karşılanmasına bağlı bir işleyiş gösterir. İlkel Toplumdan Kapitalist Topluma kadar insanlık tarihi incelendiğinde mülkiyet ilişkilerinin, toplumsal sınıfların ortaya çıkışının, sınıfsal çatışmaların, emeğin sömürülüşünün, dinlerin belirleyiciliğinin, emperyalizm, emperyalist savaşların ve faşizmin “beslenme, barınma, örtünme” ile doğrudan ilişkili olduğu kolayca gözükür.  Bu durumda tarih boylunca olan biteni anlamak için kültürel besine gereksinme vardır. Yani her insan “beslenme, barınma, örtünme” diye sıraladığım bu gereksinilenlerin yanına, dördüncü sıraya, “kültür”ü koymalıdır. Yoksa birey olamaz. Yoksa hayatı anlayamaz; emeğin sömürülüşünü, sınıfsal açmazları, eşitsizlikleri, özgürlüğün, eşitliğin ne olduğunu, emperyalist savaşları… anlayamaz. Özetleyerek söylersem: Kültürel besinden payını alamayan bireyler ve toplumlar değişemez ve gelişemez. Yakın geçmişte televizyonlarda yayımlandı. Gereksinmeler (ihtiyaçlar) üzerine yapılan bir sormacada (ankette) kitap 283. sırada yer alıyor.

Türkiye’de toplumsal sınıflar üzerine bazı makaleler, değinme yazıları var; ama derli toplu bir araştırma kitabı yok hâlâ. Köpükten kitaplar basılıyor daha çok, onları da köpükten okuyucular okuyor.

Aslıhan Tüylüoğlu: Anlaşılan o ki çok dertlisiniz.  Kitabın ihtiyaçlar listesinde 283. sırada olması, gerçekten ürkütücü bir durum. Öte yandan, satılıyor olmalı ki, çok kitap basılıyor Türkiye’de. Siz ise kültürlenme bağlamında bir açmazdan söz ediyorsunuz. Nedir aksayan taraf?

Veysel Çolak: Doğru, her türden kitapların tümü düşünüldüğünde çok kitap basıldığı söylenebilir. Buna karşılık basılan nitelikli kitapların 200 okuyucusu olabiliyor ancak. Şiir kitapları 300, bilemedin 500 basılıyor en çok. 100 adet basıldığını da biliyorum çoğunun. Hiç basılmadığını da… Estetik, etik, ideolojik hiçbir ölçütü olmayan ve reklamlara aptalca inanların okuyucudan sayılması da, benim için bir anlam ifade etmiyor. Türkiye’de edebiyat sosyolojisi ile ilgili bir kitap yazılmadı daha. Şiir, roman, hikâye üzerine yazılmış doğru düzgün kaç kitap var? Türkiye’de toplumsal sınıflar üzerine bazı makaleler, değinme yazıları var; ama derli toplu bir araştırma kitabı yok hâlâ. Köpükten kitaplar basılıyor daha çok, onları da köpükten okuyucular okuyor. Olan bu. Şu da var:  İyi bir pazar olduğu için Türkiye’de çocuklar için çok kitap basılıyor. Çoğu özürlü kitaplar. Çocuğun yaşına uygun bir dil kurulamamış, psikolog denetiminden geçmemiş, gerçekliklerden uzak, bırakın geliştirmeyi çocuğun resim yeteneğini (varsa) köreltecek resimlerle süslenmiş, sözüm ona çocuk kitapları. Çocuklar için yazılmış şiir kitaplarını özellikle izliyorum. Bu kitapları okuyan çocuk şiirden nefret eder. Gelecekte de şiir okuyucusu çıkmaz onlardan. Şiir yazmak isteyen de… Çocuklar için yazmak büyük sorumluluk.

Analara, babalara, öğretmenlere, herkese çok görev düşüyor bu konuda. İzmir Kitap Fuarında çocuğuna kitap seçmeye çalışan bir kadına denk gelmiştim. Benim çekinerek önerdiğim birkaç kitapla ilgilendi, ama daha çok kendi seçtiklerini aldı. 10’dan fazla kitap aldı. Bu benim hoşuma gitmedi tabii. Para ödeyeceği sırada “Bir kitap da kendinize alın bari, evde sizin kitap okuduğunuzu görmeyen çocuk niye kitap okumayı sevsin ki?” dedim.  Sonra kaçtım oradan. Öyle yapıyorlar, çocuklarına bolca kitap alıyorlar ama kendilerine hiç.

Faşistler şairleri öldürdü ama şiiri öldüremediler. Koronavirüs de insanları öldürebilir ama şiiri kesinlikle öldüremez. Bunu bilmek onarıyor beni. İyi geliyor bana.

Aslıhan Tüylüoğlu: Kitap fuarı deyince aklıma geldi. Siz Tüyap 25. İzmir Kitap Fuarının onur konuğu seçildiniz. Eğer korana belası çıkmasaydı 25. İzmir Kitap Fuarı 11-18 Nisan 2020 tarihinde gerçekleşecekti. Siz imza günlerinde okuyucularla buluşacak, sizin şiiriniz, sanatınız üzerine etkinlikler, şiir dinletileri düzenlenecekti. Ama korona virüs nedeniyle 30 Mayıs -7 Haziran 2020 tarihlerine ertelendi Fuar. Sonra aynı nedenle, bir kez daha 28 Kasım – 6 Aralık 2020 tarihlerine ertelendi. Umarım bu kez gerçekleşir. Onur konuğu oluşunuza, korona virüsüne ilişkin duygularınızı, düşüncelerinizi öğrenebilir miyim?

Veysel Çolak: Ne diyebilirim? Bir şaka yapayım bari: Korona da bana karşı! Olsun.  Çelişkilerin birliğine inanırım ben. Her şey çelişkilerin, özellikle uzlaşmaz (antagonist) çelişkilerin sürtüşmesinden doğar. Bu hayatın asıl öznesi biz isek karşıtlarımız da olacaktır elbette. Marks öyle diyor. Bu bilimsel yaklaşımı önemsiyorum. Şiirimi de, yaşamımı da bunun üzerine kurdum.

Saptadığınız gibi. 25. İzmir Kitap Fuarı iki kez ertelendi. Yine dediğiniz gibi umarım, üçüncü kez belirlenen 28 Kasım – 6 Aralık 2020 tarihlerinde gerçekleşir. Evet, 25. İzmir Kitap Fuarının ‘Onur Konuğu’ seçildim. Bu onuru mülk edinmiyorum. Çünkü bu onur, ilk Türk şairinden günümüze Türkçeyi ipek dokur gibi dokuyan, bana şiiri / şiir sanatını sevdiren, şiir yazabilmek için gerekli şiir bilgilerini kazandıran ustalara aittir. Bu onuru önce onların, sonra kendi adıma önemsedim/önemsiyorum. Özgen Kılıçarslan Danyal ile Aslıhan Tüylüoğlu‘nun birlikte hazırladığı bir anı kitabı basılacak benimle ilgili. Bu güzel. “Bir İnsan, Bir Şair, Bir Şiir Militanı” olacak kitabın adı. Bu da güzel. Şimdi baskı aşamasında.

Şunu da söylemiş olayım: Faşistler şairleri öldürdü ama şiiri öldüremediler. Korona virüs de insanları öldürebilir ama şiiri kesinlikle öldüremez. Bunu bilmek onarıyor beni. İyi geliyor bana.

Aslıhan Tüylüoğlu: Şiir sanatını en eski kaynaklarından başlayıp bugüne kadar incelemeyenlerin geleneği anlamadığını düşünüyorsunuz.  Gelenekle hesaplaşmadan, yüzleşmeden yazılan şiirlerin ölü doğum olduğu kanısındasınız. Size göre öncesi olmadığı için sonrası da olmayacaktır bu şiirlerin. Yaşamasız şiirler. Sorun’un daha anlaşılır olması için neler söylersiniz?

Veysel Çolak: Günümüzde durmadan şiir yazanların, daha doğrusu yazdığını sananların kendilerinden önce önemli şiirler yazmış şairleri özümleme dertleri yok. Türk şiirine büyük emek vermiş o şairler hiç olmamış gibi davranabiliyorlar. Kendi çağdaşlarını da okumuyorlar. Kendilerini okumak yeterli oluyor onlar için. Şiirlerini dergilerde yayımlayıp bir yüzleşmenin önünü de açtıkları söylenemez. Birkaç kuruş bulup şiirlerini hemen kitaplaştırıyorlar. Böylesine gelenek dışı olmanın yeni bir şiir getirdiği de söylenemez. (Sürecek)