Venezuela… “ZAFER YA DA PROPAGANDA” İŞTE BÜTÜN MESELE BU!

Venezuela's acting President Nicolas Maduro holds up a painting of Hugo Chavez during a campaign rally in Catia La Mar, on April 9, 2013. Maduro, the hand-picked successor of Chavez, is running for president against opposition candidate Henrique Capriles on April 14. (Photo by Ariana Cubillos/Associated Press)

Venezuela’daki süreç bize gerçek zaferlerin hakiki kahramanlar tarafından gerçekleştirilebileceğini kanıtladı. Propagandalar üzerine inşa edilen sahte zaferlerin halkın içinden çıkan gerçek kahramanları değil korkak ve çıkarcı kişileri güç sahibi yapacağı görüldü. Bu tip kadrolara dayanan bir iktidarın halka vereceği bir şey olamayacağını da.

ÖZGÜR UYANIK

  • Karakter meselesi

Her ülkenin artık karakteri haline gelmiş genel bir havası var. Son bir asırdır Venezuela’nın karakteri Amerikan müdahaleleriyle ordunun belirleyici rolü, yönetimlerin beceriksizliğiyle halkın hiç bitmeyen hoşnutsuzluğu içinde harmanlanmış. Birbirini izleyen aşırı beslenme ya da açlık dönemlerinin sonuncunda spekülasyona ve skandallara meraklı bir toplum, hiç durmaksızın süren isyanlar ve kitlesel katliamlarla şekillenmiş ilginç bir karakter ortaya çıkmış.

Bu ülke, bayrağının renklerini de aldığı tropikal bir papağan olan Guacamayo’ya (“Ara”olarak da bilinir) benzer. Olağanüstü güzel renklere sahip, heybetli, kanatlarını açıp uçarken insanı hayran bırakan bu kuş kavgacı, gürültücü ve bir yuva bile yapma becerisinden yoksundur.

Her toplum kendine göre az ya da çok becerilere ve güzelliklere sahiptir kuşkusuz. Örneğin biz de niye Almanlar, Japonlar ya da Ruslardan daha becerikli değiliz diye hayıflanmıyoruz. Ama hiç olmazsa kendi ekmeğimizi, barajımızı, hastanemizi yapacak kapasiteye sahibiz. Ekmekle barajı nasıl bir kefeye koyduğuma şaşabilirsiniz. Ben de ilk kez Venezuela’ya gittiğimde Bolivarcı yönetimin en rağbet edilen kursunun ekmek yapımı üzerine olduğunu gördüğümde şaşırmıştım. Ne yazık ki buradaki halk hamur yapmayı dahi bilmiyordu. Tanıdıkça Venezuelalıların bölgenin üretim tecrübesinden en yoksun ve en dağınık ulusu olduğunu anlayacaktım. Üretimden o kadar uzaklaşmışlardı ki çoğunun artık bu yönde bir çaba geliştirmek bile akıllarına gelmiyordu.  Bunu en çok Kolombiya sınırında fark etmiştim. Venezuela’daki hareketsizlik yerini birkaç yüz metre ilerdeki Kolombiya tarafında hummalı bir faaliyete bırakıyordu. Venezuela tarafında meyveler ağaçlarda çürürken Kolombiya’da bu bir geçim kaynağına dönüşüyordu. Venezuelalılar sadece ülkelerine düşük gümrükle giren ucuza edindikleri yabancı malların kaçakçılığını yapıyorlardı. Birçok kamulaştırmanın sonu da aynı biçimde oldu. Örneğin bir demir çelik fabrikası kamulaştırılınca işçiler depodaki demiri satıp işi bırakmışlardı. Kazanları soğuyan fabrika da kullanılmaz hale gelmişti.

Latin Amerika’da rüşvet geleneksel ve yaygın bir olgudur. Venezuela’da ise neredeyse bir kaidedir. Herhangi bir işi rüşvetsiz gerçekleştirmek hemen hemen imkansızdır. Örneğin şehirlerarası bir yolculuk sırasında otobüs her eyalet girişinde askerler tarafından durdurulur ve haraç alınır. Zorla değil: zira otobüsteki herkes bir şey kaçırdığından aranmaktansa askere biraz haraç vermek işine gelir.

  • Liderlik meselesi

Sevgili Kumandanımız Chávez sağlığında çok kolay kamulaştırma ve halka destek paketi açıklardı. Mesela bir gün ben başkentte Bolivar Meydanında otururken gelmiş ve eliyle şöyle tüm mahalleyi gösterip buraları kamulaştırıyorum demişti. Çok sempatik bir adamdı. Savaş bile ilan etse espri yapmadan duramazdı. O yüzden her söylediği gibi bu da şaka hissi uyandırmıştı bende.

Venezuela’da başkanın süper yetkileri vardır. Çoğu zaman oligarşiden kurtulma yolu da buydu. Bir oligarktan kurtulmak için çoğunluğu dağ-taş olan verimsiz arazilerine 2 milyar dolar para dökmek zorunda kalmıştı.

Kumandan iyi bir vatansever, samimi bir sosyalist ve fırsat kollayan bir devrimciydi: Hem birkaç kere yakından görme, konuşma imkanına sahip oldum hem de hakkında uzun gözlemlerim oldu. Ayrıca yakınlarda kaybettiğimiz ve bir aralar danışmanı olan Marta Harnecker’le de Chávez üzerine sohbet etme imkanı buldum. Marta, Şili’de Allende döneminde devrimcilik yapmış, Pinochet darbesiyle ülkesini terk etmek zorunda kalmış ve sonra Küba’ya yerleşip 30 yıl da orada yaşamıştı. İktidara gelen Chávez tarafından bizzat Venezuela’ya davet edilmişti. Yani yakın tarihin üç önemli sosyalist deneyini bizzat yaşamış ve mücadelesinin bir parçası olmuştu.

Chávez’in tüm stratejisi petrol üzerine kuruluydu. Petrolün millileştirilmesiyle elde edilecek kaynağın Venezuela’yı çok hızlı dönüştüreceği ve bu zenginlik üzerine bir sosyalizm inşa edeceği konusunda hiçbir şüphesi yoktu.

Birincisi, bu sandığı kadar kolay gerçekleşmedi ve etkileri uzun sürdü. Anayasal süreç uzadı, ayaklanma ve darbe oldu, petrol rafinerileri yakıldı, petrol endüstrisi çöktü vs. İkincisi, yeniden organizasyon için gerekli olan ulusal kaynak bir tarafa, günlük ihtiyaçlar için bile devletin harcamaları -petrolün varili 140 dolarken bile (Maduro döneminde bu rakam asla 30 doları geçmedi)- elde edilen gelire yaklaşamadı.

Üçüncüsü, devletleştirme politikaları pratikte iflasla sonuçlandı. Kamulaştırma için verilen büyük paralardan sonra işletmelerin sürdürülebilmesi için gerekli sermaye ve nitelikli eleman olmadığından binlerce işletmeden birkaçı elde kaldı.

Dördüncüsü, maliye politikası hiçbir zaman belli bir plan dahilinde uygulanmadığı için mali istikrar asla sağlanamadı. Bu nedenle ulusal para birimi çöktü, hiperenflasyon kronikleşti.

Beşincisi, frenlemek için devletten egemen elitlere büyük gelir aktarımı yapıldı. Dövizin sabit kura bağlanmasından tek yarar sağlayanlar finans sektörü oldu. Zira ithalat yetkisi olan büyük şirketlerin hepsi bunların elindeydi. Devletten aldıkları ucuz dövizle büyük bir karaborsa inşa ettiler. Ülkede hiçbir alanda denetleme yapılamadığı için o kadar azıttılar ki artık sahte ithalat belgeleriyle döviz elde etmeye başladılar. Bu iş Maduro’nun son dönemine kadar sürdü. Zira artık devletin kasasında bu kesimlere aktarılacak tek kuruş kalmamıştı.

Altıncısı, halka yapılan destekler (Misiones Sociales) yerine ulaşana kadar kuşa dönüyordu. Chávez çıkıp 100 milyon dolarlık bir paket açıkladığında bu halka ulaşana dek dörtte birine iniyordu. İş öyle ayyuka çıktı ki ta Uruguay’da firma kuran eski solcular bile bundan nemalandılar. Skandallar hiç bitmedi.

Maddeler daha çok uzatılabilir. Toparlarsam Bolivarcıların iktidarda olduğu Venezuela’da son 20 yılda tutarlı bir siyasal idare, adalet sistemi ve ekonomi asla kurulamadı. Sonuçta hedeflerden o kadar uzaklaşıldı ki artık toparlamanın bir imkanı kalmadı. Sosyal ve siyasal sistem işlemediği için emperyalizmin ve soysuz muhalefetin saldırılarına karşı direnme dışında Bolivarcı yönetimin haklılığına inanabileceğimiz pek bir şey yok.

  • Emperyalist istila meselesi

Eğer Latin Amerika ABD’nin arka bahçesiyse, bu şüphesiz Venezuela’dan başlar. Kıtanın belki de en önemli politologu Atilio Boron’a bir defasında bunu sormuştum: “ABD’nin küresel hegemonyasının zayıfladığını tespit ediyoruz. Öyleyse arka bahçede işler değişebilir mi?”. O hiç düşünmeksizin, kesin biçimde “yanki” dedi “buraları asla terk etmez”.

Gerçekten de ABD’nin Latin Amerika’daki etkisi dünyanın hiçbir bölgesiyle karşılaştırılamayacak düzeydedir. Sistem içinde bırakalım siyaseti, orduyu, polis teşkilatını, kapıcı sendikasına kadar ABD denetiminde olmayan yapı yoktur. Bu durumun düzelebilmesi için Küba gibi çok sert ve uzun süreli bir kopuş gereklidir. (Ki buna rağmen her dönem Küba’da birçok üst düzey yöneticinin ABD ile gizli ilişkileri tespit edilmiştir. Bunun için ABD’ye kaçan istihbarat başkanları, ordu komutanlarına bakmak yeterlidir)

ABD’nin bir Latin Amerika ülkesinde darbe planlaması ya da o ülkede istikrarsızlık yaratma girişimleri herkes için hayatın gündelik akışının bir parçasıdır. Çünkü ABD iki asırdır bunu yapmaktadır. İstila, işgal, darbe vb emperyalist girişimlerin dökümünü yapsak burada sayfalar tutar. Dolayısıyla aslında Latin Amerika’da ABD baskısı altında olmayan hiçbir yönetim ve ülke yoktur.

Merkez karargahı Florida’daki La Tampa üssünde olan ABD Güney Ordusuna birkaç saat uçuş mesafesinde olan Venezuela başkenti Karakas’ın bu tehditten uzak olması mümkün değildi. Ayrıca herhangi bir bağımsızlıkçı, anti emperyalist, Küba ile birlikte hareket eden bir akımın ABD’nin şiddetini üzerine çekmemesi düşünülemez. Uzatmayalım, Venezuela’daki yönetimin alternatif bir sosyalizm gerçekleştirme beceri ve imkanı ne kadar düşük olursa olsun ABD’nin her türlü düşmanlığına maruz kalmıştır. Bu konuda ABD’nin bir utanması çekinmesi de bulunmamaktadır. Şimdi Guaido’yu Venezuela’ya başkan atanmasını Trump’un arsızlığına bağlıyorlar ama her darbeden on dakika sonra cuntayı meşru yönetim olarak tanıyan ABD’dir. Sanki Obama Venezuela’daki yönetimi yıkmak için paramiliterlerden, öğrenci örgütlerine kadar Bolivarcılara karşı olan herkesi desteklemedi. Bizzat Obama döneminde Paraguay’da, Honduras’ta, Brezilya’da darbe olmadı mı?

Fakat ABD çapında bir gücün gerçekten istila ve savaş için düğmeye basması bir şey, istikrarsızlık yaratmak için başıbozuk grupları desteklemesi başka bir şeydir.

Bildiğimiz bazı gerçekler var: Öncelikle Venezuela çapında bir ülkeye yapılacak bir istila ve işgal hareketinin maliyeti çok yüksek olur. ABD belki bu bedeli ödemekten kaçınmaz ama Venezuela’nın Irak’a dönüşmesinin sonucunda Kolombiya ve Brezilya gibi bölgedeki ittifakları içinde sonsuz karışıklar çıkar, savaş tüm bölgeye yayılır.

Buna rağmen, Trump’un görevden alınan Ulusal Güvenlik danışmanı John Bolton askeri seçeneği hep ilk koz olarak masada tutuyordu. Hatta Kolombiya’ya 20 bin asker gönderileceğini bir dosyanın üzerine yazıp basının önüne çıkmıştı. Kısa sürede bu gösterisi alay konusu oldu ama bu Kolombiya’dan binlerce paramiliterin Venezuela’ya yönelik istikrar bozucu faaliyette bulunduğu gerçeğini değiştirmedi.

  • Propaganda meselesi

Dünyanın en zengin petrol rezervlerine sahip Venezuela artık ihtiyacı olan benzini dahi üretemiyor. Bunun nedeni benzinin üretilmesi için gerekli kimyasalları ABD ambargosu sebebiyle tedarik edememesi. Yakın zamana kadar bu ambargoyu Rus petrol şirketi Rosneft’e ham petrol verip karşılığında benzin alarak aşabiliyordu. Fakat Rosneft, ABD’nin yaptırım kararından zarar görmemek için Venezuela’yı terk etti. Son bir aydır benzin karaborsaya düşerek asgari ücret seviyesine yani 3-4 dolara çıktı. Geçen hafta İran Venezuela’ya gemi ile 1 milyon varil benzin gönderdi. (ABD bu sevkiyata sesini çıkarmadı ve karşılığında İran’ın elinde esir bulunan donanma askeri Michael White’ı geri aldı.)

Maduro yönetimi İran tankerlerinin gelişini emperyalist ablukayı kıran bir zafer propagandasına dönüştürdü. Venezuela sularına giren tankerlere eşlik eden iki F-16 ve bir Sukhoi jeti canlı yayında ABD’ye karşı askeri bir gövde gösterisi gibi sunuldu. Ancak gösterilenin aksine Venezuela hava kuvvetleri uzunca bir süredir operatif yeteneğini yitirmiş durumda. Bu F-16’ların radar ve füze atış sistemleri çalışmıyor. Sukhoi ise onlardan daha kötü durumda. Hava kuvvetlerinin bakım ve ikmalini sağlayacak teknik personeli ve yedek parçası yok. Ordu liyakate dayanmayan atamalar ve artan maliyetler nedeniyle teknolojik yeterliliğini yitirdi.  

İran’ın gönderdiği benzinin bir ay yetmesi bekleniyor. Ayrıca hükümetin benzini sübvanse edecek kaynağı bulunmadığından, altın karşılığı alınan bu benzine Venezuela tarihinde görülmemiş bir zam yapmak zorunda kaldı. Buna göre bir depo benzin asgari ücretin dörtte birine dolacak.

Benzin sıradan vatandaşın işe gidebilmesi, malların taşınması, çarkların dönmesi, gıda üretimi yani her şey için lazım. Benzin krizi başta gıda sorunuyla mücadele eden Venezuela halkının durumunu daha da kötü bir hale getirecek.

Chávez zamanında günde 3 milyon varil olan petrol üretimi bugün 6 bin varile düşmüş durumda. Petrol Venezuela’nın güvenip sığındığı tek dağdı. Şimdi o dağın gölgesinin bile Venezuelalılara hayrı yok.

  • Zafer meselesi

“Che” kuşaklar boyu dilden dile taşınan “Zafere Kadar Daima. Kazanacağız!” yeminini bize miras bırakmıştı. Kumandan Chávez ise “Che’nin şiarına “Yaşayacağız ve Kazanacağız” sözünü eklemişti. Aslında bu kıtada hak mücadelesinin kazanma kararlılığı kültüründeki umut ve neşeden beslenir. Bu büyük insani özellikler ise kuşkusuz yerli ve kara derili halkın yüzlerce yıllık direnişinin sonucudur. Gençler, yoksullar ve devrimciler Chávez’in onca darbe ve zorluklara rağmen neşeyle mücadeleyi sürdürmesine aşık olmuşlardı. Kumandanın her koşulda bir çıkış yolu bulacağına duyulan inanç tamdı.

Şimdi ise artık Venezuela’da gerçekten zaferi yüreğinde hisseden kimse kalmadı. Bunu açlık ve hastalıkla boğuşan sıradan Venezuelalıya bakarak söylemiyorum. Bizzat Bolivarcı yönetimin temsilcilerinden çıkardığım gözlemlerim var. Bazılarının ani bir çöküşte ülkeyi terk etmek için gerekli hazırlıklar yaptığına tanığım. Devrimi sırtlayan, Chávez’e darbe yapıldığında sokağa çıkıp halkı mücadeleye katan birçok öncünün mevcut yapıdan bir beklentisi kalmadığını biliyorum. Venezuela’daki süreç bize gerçek zaferlerin hakiki kahramanlar tarafından gerçekleştirilebileceğini kanıtladı. Propagandalar üzerine inşa edilen sahte zaferlerin halkın içinden çıkan gerçek kahramanları değil korkak ve çıkarcı kişileri güç sahibi yapacağı görüldü. Bu tip kadrolara dayanan bir iktidarın halka vereceği bir şey olamayacağını da.