Bilgiler ışığında, çok büyük bir tartışma konusu olmakla ve tarihin yeniden yazılması gerektirecek değin önem içermekle birlikte, Doğu Avrupa’nın ve bugün yaşayan Musevilerin çoğunluğunun bu sava göre, Sami soyundan olmayıp Hazarlardan geldikleri söylenebilir
AV. CEM BAYINDIR
Bundan 1300 yıl önce Doğu Avrupa’nın Kafkaslarla Volga Irmağı arasındaki bölgede Türkler “Hazar İmparatorluğu” adında büyük bir devlet kurmuşlardı.
Göktürk İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra Türklerin kurduğu ve başkenti “İtil” olan Hazar İmparatorluğu (Kağanlığı) adındaki bu devlet 7.yy’dan 11.yy.’a değin belki de o dönem Avrupa’nın en önemli ve güçlü devleti olarak varlık göstermiş ve kuruluşundan bir süre sonra da Yahudiliği benimsemiştir.
Cumhurbaşkanlığı forsundaki yedinci yıldız ve bayrak Hazar Kağanlığı’nı simgeler.
Dilbilimcilere göre, “Hazar” kelimesi Türk kökenli “gez“, “gazar“, “kezer“, “gezer” kökünden olup göçebe, dolaşan anlamına gelmektedir. Hazarlar kendilerine Sabar, yaşadıkları bölgeye de “Sabariya” demişlerdir. Bu bölge bugünkü Sibirya’dır.
Hazarlar, Karadeniz’le Hazar Denizi arasında, önemli bir geçit niteliğinde yeri yurt seçmiş, Doğu Roma’yı, yüzyıllar boyunca kuzey steplerinden gelen barbarların, Bulgarların, Macarların, Peçeneklerin, Vikinglerin, Rusların ve Arapların saldırılarından koruyan bir güçtü.
Özellikle, Emevilerin, ardından da Abbasilerin (Arapların), Avrupa’ya doğru ilerlemesini, üstelik de en görkemli çağlarında durdurmuş ve onları yenmiş, Doğu Roma ve Doğu Avrupa’nın Müslümanlarca fethedilmesini engellemişlerdir.
Hazar yurdu, Arapların doğal ilerleme yolu üzerinde bulunmaktaydı. Araplar ise girdikleri tüm savaşları kazanmış, topraklar ele geçirmiş ve Kafkas Dağları’na varmışlardı. Bu engel aşıldığında Doğu Avrupa artık Arapların eline geçebilecekti.
O dönem girdiği tüm savaşları kazanan Müslümanların karşılarına Kafkas Dağlarında son derece düzenli ve güçlü bir ordu çıkacak ve Hazarlarla yüz yıl sürecek bu savaşlarda Araplar başarı sağlayamayacak ve durdurulacaklardır. Gerçekten de bölgede Hazarlar değil de bir başka ordu bulunsa Doğu Avrupa, Araplar tarafından ele geçirilecek ve dünya ve dinler tarihi bugünkünden çok daha ayrı yazılmış olacaktı.
İşte bu tarihlerde (730-740 gibi) Hazar Hanı (hakan), sarayı ve tüm komutanlar yani devleti yönetenler Musevi dinini benimsemiş ve bu din Hazarların resmi dini olmuştur.
Soy olarak Samilerle hiç ilgisi olmayan bir toplumun bu dini seçip benimsemesinin nedeni ne olabilirdi? Batı’dan gelen Hıristiyanlığı kabul ettirme ve doğudan gelen Müslümanlığa karşı, bu iki siyasal baskıdan ve benzeşmeden (asimile) kurtulmak için atılmış bir adım mıdır, bilemiyoruz.
Arthur Koestler’e göre, bu olay tüm tarihçileri şaşırtsa da bunu bir rastlantı olarak değerlendirmemek ve Hazar hanının uyguladığı bağımsız siyasal yolun bir belirtisi olarak nitelendirmek gerekir.
Özetle, Bulan, Ubaca, Hizkiyah, I. Menaşeh, Hanuka, İshak, Sabulon, II. Menaşeh, Nişi, I. Harun, Menahem, Benyamin, II. Harun, Yusuf adlarında Türk hanların yönettiği ve tam 500 yıl sürecek bir imparatorluk kuran Hazarların, imparatorlukları yıkıldıktan sonra da başka toplumların içinde yani XII. ve XIII. yy. ve sonrasında da sürdürdükleri Musevi inancını neden seçtikleri bugün bile çözülememiştir.
Hazarların sonraları, Ortaçağın son dönemlerinde Kırım, Ukrayna, Macaristan, Rusya, Polonya, Prusya ve Litvanya’ya yerleştiğine ilişkin kayıtlar var. Bu bilgiler ışığında, çok büyük bir tartışma konusu olmakla ve tarihin yeniden yazılması gerektirecek değin önem içermekle birlikte, Doğu Avrupa’da ve dolayısıyla dünya üzerinde bugün yaşayan Musevilerin çoğunluğunun bu sava göre, Sami soyundan olmayıp Hazarlardan geldikleri söylenebilir.
Ne yazık ki günümüze bu devletten birkaç mektup ve yazıdan başka bir şey kalmamıştır.
Türkçe konuşan Karaitler (Karaylar, Karataylar, Musevi inancı olan bir topluluk) genellikle Kırım’da, Polonya’da ve buralara yakın çevrelerde yaşamakta olup, Hazarlarla mutlak ilişkili topluluklardır.
Koestler’in savı gerçekse, yeryüzüne yayılmış Musevilerin pek çoğunun Doğu Avrupa yani Hazar kökenli oldukları ve atalarının Tur-u Sina’dan değil, Kafkas Dağları’ndan geldiği; Ürdün dolaylarından değil, Volga dolaylarından koptuğu ortaya çıkar ki, bilindiği gibi Kafkaslar, Ari ırkının beşiği olarak kabul edildiğinden, bu insanlar İbrahim’e, İshak’a, Yakup’a yakın olmaktan çok, Hunlara, Uygurlara, Macarlara yakındırlar.
Atilla ile Avrupa sahnesine görünen Hunların varlığı yalnızca seksen yıl sürdüğü halde, Hazar devleti dört yüz-beş yüz yıl gücünü korumayı bilmiş, 13. yy’de ise tarihten silinmiştir.
Oğuz boyuna bağlı Hazarlar genellikle çadırlarda yaşamış bir ulus olsa da sanat ve giyimde gelişmiş kentler kurmuş, zenginleşmiş, Hıristiyanlar ve Arapların baskısından kaçan herkes için güvenli bir sığınak olmuşlardır.
Rus tarihçileri, bu insanların, ileri uygarlık düzeyinde kişiler olduğunu, güçlü bir hukuk sisteminin ve dinsel hoşgörünün ve çevresine göre çok çağdaş bir yaşamın ve bugünkü anlamıyla laikliğe çok yakın bir anlayışın egemenliğini kanıtlayan tarihsel bulgular ele geçirmiştir.
Hazar ülkesinde hakanlar en çok 40 yıl görev yapabilir. Vezirlik görevi yapan hakan beylerin görev alanları bölgelere ayrılır. Kadınlar erkekler gibi özgür yaşar ve kapalı değildirler. Mahkemelerde, 2 Musevi, 2 Hıristiyan, 2 Müslüman ve 1 Şamandan oluşan 7 yargıç görev yapar.
İmparatorluk gücünün doruğuna vardığında otuz ulusu egemenliğine almış, Kafkaslardan Aral Denizi’ne, Ural Dağları’ndan Kiev kentine, Ukrayna steplerine kadar olan alanda yaşayan toplumları kendine bağlamıştır. Hazar egemenliği altında yaşayan bu toplumlar arasında Bulgarlar, Oğuzlar, Macarlar, Got ve Yunan ve Slavlar bulunur.
Bölgede Hazarlarla boy ölçüşecek hiçbir güç yoktu. Yüzlerce yıl, Doğu Avrupa’nın güney kesiminde rakipsiz egemenliklerini sürdürmüş, bu süre içinde Asya’dan kopup gelen göçebe kavimlerin Avrupa’ya girmesini engellemişlerdir.
Ünlü Arap gezgini İbni Fadlan’ın bu Türklerin sakal bırakmadıklarını, ama uzun saç ve bıyıklarının olduğunu ve bazılarının çenelerinin altında küçük bir sakal bulunduğunu, savaşçı ve sert kişilikli olduklarını; dillerinin de bilindiği kadarıyla Kıpçakça ya da Çuvaş lehçesi yani “Türkçe” olduğunu yazdığını görüyoruz. Bu dil bugün Özerk Çuvaş Cumhuriyeti’nde (Volga ile Sura arasında) hâlâ konuşulmaktadır. Günümüzde Çuvaşların, Hazar diline benzeyen bir dil kullanan Bulgarların torunları olduğuna inanılmaktadır.
Kesin olarak söyleyebileceğimiz tek şey, Hazarların “Türki” bir ulus olduğu ve V. yy. dolaylarında Asya steplerinden koparak Batıya yöneldikleridir. Büyük Selçuklu Devletinin kurucusu Selçuk Bey‘in babası da bir Hazar komutanıdır.
Hazar Denizi’nin adı da bu devletten gelmektedir.
Bu sav kanıtlanırsa, Marx’tan, Einstein’e, Asimov’dan, Freud’dan Spielberg’e, Bob Dylan‘dan Kafka‘ya, Claude Levi-Strauss‘dan Spinoza‘ya, Rosa Luxemburg‘dan Trotsky‘e birçok Avrupalı Musevi kökenli kişinin atalarının Hazarlar olduğu sonucuna varılacaktır.
Rusçadaki “Kazak”, Macarcada “Hussar” kavramlarının savaşçı, atlı kişiler için kullanılması, Almanların “Ketzer” sözcüğünü imansız, yani “Yahudi” anlamında kullanmasından, Hazarların birçok Ortaçağ toplumunu ve dünya tarihini derinden etkilediği sonucunu çıkarabiliriz.
Her şeye karşın Hazar İmparatorluğu bir din devleti değildir. Bu yüzden dinsel niteliğinden çok, derinlemesine incelenmesi gerekli önemli bir Türk devleti olarak değerlendirmemiz daha uygun olacaktır.
KAYNAKÇA:
- Arthur Koestler-13. Kabile
- http://www.ayorum.com/haber_oku.asp?haber=5013
- İbni Fadlan Seyahatnamesi
- Doğan Avcıoğlu -Türklerin Tarihi
- Hazar Kağanlığı, Altay Tayfun Özcan
- Yusuf Akçura-Yeni Türk Devletinin Öncüleri 1928 yazıları
PAYLAŞMANIZ İÇİN