Unutmak Öldürmektir!

O gelince bu işler bir geç kalmışlık duygusuyla telaş içinde yapılıyor. Arada beklemekten sıkıldı mı diye ona bakıyorum. Sakin ve acelesiz görünüyor. Sorun yok diyorum o zaman içimden.

ASLIHAN TÜYLÜOĞLU

Unutmak Öldürmektir![1]

Bellek…

Farkına bile varmadığımız bu yetenek nasıl önemli. İnsanlar acımasızca harcıyor ve hoyratça kullanıyor onu; değerini bilmiyor. Oysa o olmadan bir yaşantımız, bir kişiliğimiz, bir varlığımız bile yok. Hatırlayamadığımız zaman bizim için her şey yok olur. Bu yokluk bizi de içine alır ve sonunda varlığımızı da unutmuş oluruz.

DÜKKÂNI ONUNLA AÇAMAYA ALIŞTIK

Bir ay kadar, her sabah yaşlı bir müşteri ile açıyoruz dükkânı. Bedensel olarak iyi görünüyor. Erken geldiği için dükkânda bir süre bekliyor. Biz daha çay demlememiş, yeşillikleri yıkamamış hatta bazen paspas bile yapamamış oluyoruz.  O gelince bu işler bir geç kalmışlık duygusuyla telaş içinde yapılıyor. Arada beklemekten sıkıldı mı diye ona bakıyorum. Sakin ve acelesiz görünüyor. Sorun yok diyorum o zaman içimden. Bazen gayet güzel konuşuyor bazen de ne istediğini bile söyleyemiyor. O zaman “Dünkünden mi istiyorsun?” diye soruyoruz. Anlamsız bir mırıltıyla kafa sallıyor. Ona meyve, elmalı pasta, portakal topu… o gün kendimiz için dükkanda ne varsa ikram ediyorum. Kocaman bir gülümseme ile kabul ediyor. Dükkânda koşturup durmamızı dikkatle izliyor her seferinde, bundan hoşlandığını düşünüyorum onun. Epeyce beklese de paketini verip gönderiyoruz.

Bir süre sonra, ustanın seslendiği gibi “dede” diye seslenmeye başladık ona. Sabah dükkânı onunla açamaya alıştık. Biraz gecikse birbirimize “Dede niye gelmedi?” diye soruyoruz, “Başına bir iş mi geldi?” diye meraklanıyoruz. Bir pazar günü usta dükkândayken gelip onu aramışlar. Oysa zar zor da olsa o gün açık olmadığımızı anlatmıştık. Yakınının söylediklerinden onun alzaymır olduğu kesinleşiyor. Anlaşılan Dede kaybolmuş, yakınları da olabileceği yerlere bakıyorlar. Sonraki günlerde onu ne kadar beklesek de göremez oluyoruz. Servise başlamak için telaşla oraya buraya koşuşumuz, marullar, domatesler, tezgâhta dönen dönerler seyircisiz kalıyor. Burkuluyoruz. Her sabah “Yine erkenden gelecek mi acaba?” diye konuşuyoruz. Hatta gözümüz yolda kalıyor. Öğlen oluyor artık beklemeyi bırakıyor, kendimizi işin yoğunluğuna kaptırıyoruz.

DEDE İYİ, SADECE BİZİ UNUTMUŞ!

Bir hafta kadar sonra bir sabah işe geldiğimde yanımızdaki berber dükkânının kapısında görüyorum onu. Bir eli kapıda, içeriye girecekmiş gibi duruyor ama içeri girmiyor bir türlü. Berbere tıraş olmaya geldiğini sonra bize geleceğini düşünüyorum o anda. Öyle mutlu oluyorum ki iyi olduğuna. “Dede merhaba!”, “Nasılsın?”, “Neden görünmüyorsun?” diye peş peşe soruyorum. Sonra donuk bakışlarından, yadırgayışından, cevap verip vermemekte tereddüt edişinden anlıyorum ki belleğini yokluyor. Ama orda ben yokum artık! Dükkâna giriyorum üzüntüyle, bizimkilere “Dede iyi, sadece bizi unutmuş!” diyorum.

[1] Başlık, Veysel Çolak’ın bir şiirinden alınmıştır, Aşkın La Sesi, Yom Yayınları, Nisan 2004 s.46