Şiirsiz toplum eksik, şiirsiz insan yalnızdır… Aslıhan Tüylüoğlu Veysel Çolak ile Eskimiyen için görüştü.

“Hiçbir sanat yapıtı, şiir tarihsel olandan, yaşanılan çağdan ve mekândan yalıtılamaz. Yani istense de istenmese de her şiirin yerel, ulusal, evrensel renkleri olur/olmalı. Yazılan şiirlerin çoğunda bu yok. Gerçeklikler tamamen yok sayılıyor. Savaş, sömürü, sınıf kavgaları, açlık, faşizm, emperyalizm, antidemokratik uygulamalar, cinayetler, hapishaneler…; bunların hiçbiri yokmuş gibi, böyle bir yaklaşımla şiirler yazılıyor.”

… yazarlık, şairlik ustalardan, o ustaların yazdıklarından öğrenilir. Bu da her yapıtın getirdiği bilgileri, deneyimleri edinmekle olanaklıdır. Yetenek, ancak bu çalışmalar sonucu eğitilebilir. Yeni şeyler yazmanın yolu açılır. Anlaşılmayan bu.

Aslıhan Tüylüoğlu: Yani…

Veysel Çolak: Önemli şairler o güzel şiirlerini sadece estetik, psikolojik, ideolojik nedenlerle yazmış olabilir. Ama bana kalırsa o şiirlerin yazılma nedeni biraz da şudur: Bir gün genç bir şair gelsin, bu şiirleri özümlesin, bu şiirdeki şiir bilgileri geliştirsin, diyalektik olarak aşsın (inkâr etsin), yepyeni şiirler yazsın. Karşı çıktığın şeyi çok iyi bileceksin. Karşı çıktığında da ortaya koyduğun şiirin yepyeni bir halka olmasını da sağlamalısın.

Aslıhan Tüylüoğlu: Daha bir anlaşılır olması için açar mısınız?

Veysel Çolak: Dostoyevski, “Hepimiz Gogol’un paltosundan çıktık.” der. Yani Gogol’un deneyimlerinden öğrendikleriyle dünyanın en büyük romancısı olduğunu söylemiş olur bir bakıma. Ezra Paund’un T. S. Eliot’ı, G. Flaubert’in G. D. Maupassant’ı, A. Puşkin’in N. Gogol’u, Yahya Kemal’in Ahmet Hamdi Tanpınar’ı, Nâzım Hikmet’in Orhan Kemal’i hazırlayıp yetiştirmesi gibi. Yani yazarlık, şairlik ustalardan, o ustaların yazdıklarından öğrenilir. Bu da her yapıtın getirdiği bilgileri, deneyimleri edinmekle olanaklıdır. Yetenek, ancak bu çalışmalar sonucu eğitilebilir. Yeni şeyler yazmanın yolu açılır. Anlaşılmayan bu.

Yabana atılmayacak ideolojik ve estetik farklılıklar, hatta karşıtlıklar olmasına karşın ‘Güzel!’ yargısında buluşuluyor olması üzerine derinliğine düşünülmeli. O zaman ideolojik ve estetik ayrışma gerçekleşebilir, postmodern buluşmaların önüne geçilebilir. Bir şiir liberal anlayışla değerlendirilemez.

Aslıhan Tüylüoğlu: “Her şair şiir varlığını kendinden önceki büyük şairlerin şiir varlığına borçludur.” Sanırım bu yargınızın açıklamasını yapıyorsunuz bir bakıma.Veysel Çolak: Evet. Böyle bir yargıda bulunduğunuzda sizin gelenekçi olduğunuz, körü körüne geleneği savunduğunuz düşünülüyor nedense. Bu, diyalektiğin işleyişini bilmemekle ilgili bir sorun. Her şair, ister istemez, gelenekle iç içedir ve onunla yüzleşmek zorundadır. Gelenek hiç yokmuş gibi davranamazsınız. Karşı çıktığınız gelenek kültürel bir birikim olarak sizi kuşatmış durumdadır. Geleneği yaratanlar, karşı çıkacağınız kültürel öğeler (şiirler) koymuştur ortaya, önünüze. Bu da gelenekle olan zorunlu ilişkiyi başlatır. Araştırır, inceler ve bunun sonucu yadsırsınız (inkâr edersiniz); yani geçersiz kılarsınız, yani olumsuzlarsınız önünüze konulmuş şiirleri. Sonra bir başkası gelir sizin yaptığınızı yadsır. Yadsıma (inkâr), yadsımanın yadsıması (inkârın inkârı)… yani bu süreçler kesintisiz olarak yaşanır. Bu diyalektik işleyiş zorunludur şiir için. Böyle olduğu için şairden yazdığı şiirin diyalektiğe uygun olması beklenir. Rahatça şunu söyleyebilirim: Şiir yazmak isteyenlerin öncelikle diyalektiği, diyalektiğin işleyişini öğrenmesi gerekir.

Aslıhan TüylüoğluHer ortamda “güzel, çirkin, iyi, kötü” kavramlarının sıkça kullanıldığı söylenebilir. Örneğin birinin ‘Güzel.’ dediği zaman, hangi nedenlere yaslanarak böyle bir yargıda bulunduğunu bilemiyoruz. Bu bağlamda bir değerlendirme yapar mısınız?

Veysel Çolak: Zaman zaman benim de kullandığım bu yargı cümlelerinin hiçbir işe yaramadığını, şimdilerde daha iyi anlıyorum. Nedenleri, dayanakları ortaya konmadan bir yargıda bulunmak tuhaf bir idealizme neden oluyor. Bir şiir için ‘Güzel.’ dediğinizde, karşınızdaki de aynı şiirin güzel olduğunu düşünüyorsa; sizin ‘Güzel.’ yargınızın dayanaklarıyla kendi dayanaklarının birebir örtüştüğünü sanıyor.  Çok deneyimledim bunu. Öyle olmadığını gördüm. Yabana atılmayacak ideolojik ve estetik farklılıklar, hatta karşıtlıklar olmasına karşın ‘Güzel!’ yargısında buluşuluyor olması üzerine derinliğine düşünülmeli. O zaman ideolojik ve estetik ayrışma gerçekleşebilir, postmodern buluşmaların önüne geçilebilir. Bir şiir liberal anlayışla değerlendirilemez. Herkes kesinlikle kendi ucunu seçmeli ve öncelikle ortada bir çığlık gibi duran ‘Neden?’ sorusuna yanıt vermeli. Evet, neden ‘güzel, çirkin, iyi, kötü’; nedenler belirtilmeli.

… şiir yepyeni bir gerçeklik olarak çıkar ortaya. Önce ne denli şiir olduğunu yansıtırken olup biteni parçalar, geçersiz kılar ve olması gerekeni imler. Gölgeler her zaman yanıltıcıdır. Gölge, gerçeklik değildir.

Aslıhan Tüylüoğlu: Dil, imge, ritim gibi  ‘esin’ de şiirin vaz geçilmez öğelerinden biri size göre. Türkiye’de pek tartışılmayan ‘Esin Kuramı’ üzerine çalışmalar yaptınız. Yazılar yazdınız. Bu bağlamda şiir, gerçeklik ve esin üzerine neler söylersiniz?

Veysel Çolak: Stendhal (1783- 1842) Fransız edebiyatının en önemli realist yazarı kabul edilir. Onun ‘Kızıl İle Kara’ adlı romanında geçen Saint Réal‘e ait “Bir roman bir yol boyunca gezdirilen bir aynadır.” cümlesi çok benimsenmiş, realizm üzerine yazılan her yazıda tepe tepe kullanılmıştır.  Buradan yola çıkarak şiirin de gerçekliği yansıtan bir ayna olduğunu düşünenlerin sayısı hiç de az değildir. Burada gözden kaçan şudur: Bir olgu, olay, durum, nesne göz önündeyse bunların aynadaki görüntüsünün ne önemi olabilir? Dahası şiire bir aynanın işlevini, görevini yüklemek de doğru olmasa gerek. Ne yazık ki böyle düşünenler göz önünde olan biten olgu, olay, durum ve nesneden tamamen uzaklaştılar. Yani şiirin olmazsa olmaz öğesi esinleyen etkeni yok saydılar. Şiir yazmaya zorlayan etkenin (esin kaynağının) hayatla kalmayan ilişkisi ölü şiirlerin yazılmasına neden oldu/oluyor.

Hiçbir sanat yapıtı, şiir tarihsel olandan, yaşanılan çağdan ve mekândan yalıtılamaz. Yani istense de istenmese de her şiirin yerel, ulusal, evrensel renkleri olur/olmalı. Yazılan şiirlerin çoğunda bu yok. Gerçeklikler tamamen yok sayılıyor. Savaş, sömürü, sınıf kavgaları, açlık, faşizm, emperyalizm, antidemokratik uygulamalar, cinayetler, hapishaneler…; bunların hiçbiri yokmuş gibi, böyle bir yaklaşımla şiirler yazılıyor. Yani toplumları gösteren aynaya da baktığı yok kimsenin.  Bu noktada bireyciliğe bile razı oluyor insan ama o da doğru düzgün yok. Oysa şiir yepyeni bir gerçeklik olarak çıkar ortaya. Önce ne denli şiir olduğunu yansıtırken olup biteni parçalar, geçersiz kılar ve olması gerekeni imler. Gölgeler her zaman yanıltıcıdır. Gölge, gerçeklik değildir.

Aslıhan Tüylüoğlu:  ‘Güzel nedir?’ ‘Güzellik bilinci nedir?’ konuları üzerine de düşüncelerini almak isterim. İrdelenmesi gerekli bu konunun da…

Veysel Çolak: Evet, örneklemelerle gidelim:Bir şairin ‘güzel’ dediğiniz bir şiirine bir başkası ‘çirkin’ diyebilir.  Bu durumda olanlara sorarsanız her biri kendilerince bir gerekçe koyacaklardır ortaya.  Bu gerekçeleri didik didik edip irdelediğinizde bir dayanaktan yoksun olduklarını görürsünüz. Yaşanan çevrenin doğrudan etkili olduğu ve belirlediği bir durumdur bu. Yani bazı şiirler modalaştırılmıştır; birileri de hemen benimsemiştir bu modayı. Böyle olduğu için bir şairin, örneğin Nâzım Hikmet’in üç beş şiiri dolaşıp durur ortalıkta. Bir sürü davranışıdır bu. Şiir sanatına ilişkin bilgilerden, estetik ölçütlerden, ideolojik derinlikten yoksundur bu davranış. Kısacası, güzellik bilincinden yoksundur.

İşin tuhafı bu konumda olanlar başkalarının güzellik anlayışını kolayca yadsıyabiliyor.  Örneğin önceki kuşakların şiirleri tarihsellikleri içerisinde değerlendirilmedikleri için yok sayılabiliyor. Çağdaş olanlar ise, kendi gibi yazmadığı için bir başka şairi suçlayıp onun yazdıklarının şiir olmadığını rahatça söyleyebiliyor.

Ne yazık ki yaşanan budur. Kimsenin aklına ‘Şiir sanatı nedir?’, ‘Şairin özgürlüğüne dokunulamaz mı?’, ‘Şiirin bir işlevi olmalı mı?’, ‘Şiir, hem amaç hem araç mı?’… sorularının yanıtını aramak gelmiyor. Böyle olunca da güzellik bilinci oluşmuyor. Türk şiirinin başat sorunu budur.  Bu aşıldığında birçok şiir hayatı daha anlamlı kılacaktır. Unutmamak gerekiyor. Güzellik bilinci/anlayışı birdenbire oluşmuyor. Modaymış gibi benimsenmesi gerekir.

Şiirsiz toplum eksiktir. Şiirsiz insan yalnızdır:” Kimse unutmasın: Şiirin dışında üşürsünüz. Şiir besininden payını alamayan toplumlar ve bireyler gelişemez.

Aslıhan TüylüoğluVereceğiniz yanıtın bu söylediklerinizi tamamlayacağını düşünerek şunu sormak istiyorum: Her şeyin görselleştiği bir çağda yaşıyoruz. İnsanlar artık sözcüklerle değil görüntülerle düşünüyor. İnsanı düşünsel bakımdan yüzeyselleştiren bir durumdur bu. Bu konudaki çalışmalarınızı da biliyorum. Biraz bilgi verir misiniz?

Veysel Çolak: İnsan gördü, gördüklerinin; duydu, duyduklarının; tattı, aldığı tadın; dokununca, hissettiklerinin bilgisini edindi önce. Kim bilir kaç yüzyıl bu yollarla edindiği bilgilerle çevreyi, nesneyi, olan biteni anlamaya çalıştı. Edindiği bilgileri anlatma gereksinmesi dili bulmaya zorladı insanı. Önce nesneleri, olay, olgu ve durumları adlandırdı; yani kırık dökük de olsa sözcükleri, dili yarattı.

İnsanoğlunun erken döneminde beş duyu organıyla algılananların bilgisini edinmek oldukça ileri bir adımdır. 1751’de ilk kez kullanılan estetik kavramı işleyişe girmiş; beş duyu organıyla algılanan hoşa gidiyorsa ‘güzel’, hoşa gitmiyorsa ‘çirkin’ olarak belirlenmişti. Bu ölçütün hâlâ işleyişte olduğu, ne yazık ki bu sınırlı haliyle çoğunluk tarafından benimsendiği de bir gerçektir. Bunda gördükleriyle yetinmenin büyük etkisi var.

Görsel dilin ürkütücü bir ağırlığı var 21. yüzyılda. Gazete ve dergilerdeki fotoğraflar, reklam filmleri, filmler, karikatürler, vitrinler, çocuk kitaplarındaki resimler, televizyon ve videoların dayattığı kirli görüntüler; kapitalizmin amaçları için çalışan ne varsa işte, hepsi cilalı bir yalandan başka bir şey değil. Diğer duyu organları değil ama ‘göz’, çok çalışıyor. Bu yazı (kültür) dilinden iyice uzaklaşmayı getirdi. Kimse sözcüklerle, cümlelerle uğraşmak istemiyor. Böyleleri elbette şiir, roman… okumayacaktır, okumuyor.

Bir dağın fotoğrafı bir şeyler anlatır elbette. Bir de şiirlerde binlerce kez kullanılmış olan dağ sözcüğünün yüklendiği anlamları düşünün. İnsan görüntülerle düşünebileceğini sanır. Oysa bir görüntüye bakarken o görüntüyle değil sözcüklerle düşünür insan. Görüntülerin değil, yazı (kültür) dilinin kurduğu dünyayı anlamalı insan.

Aslıhan Tüylüoğlu: Sizi daha fazla yormak istemem. Burada bitirelim isterseniz.

Veysel Çolak: İyi olur. Ama herkese şunları söyleyin: “Şiirsiz toplum eksiktir. Şiirsiz insan yalnızdır.” Kimse unutmasın: Şiirin dışında üşürsünüz. Şiir besininden payını alamayan toplumlar ve bireyler gelişemez.

(Bitti)