Şair yalnızca şiire eleştirel yaklaşmaz, yaşama da eleştirel yaklaşır. Şiirini bu temel üstüne kurdukça yerinde saymaz, bulduklarıyla yetinmez, her zaman canlı, özgün, yeni bir şiirin peşinde olur.
Şiirde temaların tekrar edilişi kaçınılmazdır. Dönemler, değişen hayat, şiire yeni temalar getirse bile bu temanın işlenmesi yine de yaygınlaşacaktır.
Romantikler tabiat manzaralarını şiire getirdiler. Varoluşçuluğun şiire yansıması modern bireyin bunaltısının şiire taşınmasını getirdi. Sosyalizm etkisi, sınıf çatışması, emek, hak ve özgürlük gibi kavramları ağırlıkla şiire soktu.
Ama bütün bu temalar dönemlerinde ve daha sonrasında farklı şairler tarafından işlendi genişletildi veya özelleştirildi.
Burada temanın yeniliği veya eskiliğinin şiire özgünlük getirmesi söz konusu olmasa gerek. Asıl olan belli bir temanın şair tarafından işlenişindeki ayrılıktır.
KURAMI BOZMAK
Öyle ki şair aynı temayı birkaç kez daha ele alıp yine farklı bir şiire çıkabilir. Tema değişmese de yaşam değişir çünkü, şair bu değişimi ilk önce algılamalı, değişmekte olanı yakalamalı ve bu değişimin varacağı yeri kestirebilmelidir. Tema böylece yeniden canlı kılınır, bireysel ve toplumsal olarak yeniden deneyimlenir. Şair yaşananları kendi prizmasında geçirerek, onları kendi imajlarına dönüştürerek özgünlük sağlayabilir ancak.
Yine belli temalara başka ideolojik bakış açılarından bakılabilir. Örneğin “ölüm” temasının işlenişi idealist ve materyalist bakış açılarından bakıldığında değişecektir. İdeoloji şaire belirli bir bakış açısı getirdiğinden bir farklılaşma sağlar. İdeoloji ve dünya görüşü bir şairin şiirini belirler ona önemli ayrılıklar katar. Ama bu, aynı ideolojiye sahip insanların aynı doğrultuda temalara bakmasını getirdiğinden ideoloji de tek başına bir özgünlük sağlamaz.
Şiir akımları, yeni şiir kuramlarını peşinden getirmiştir. Ama bu akımların öncü şairleri dışında, akıma ve kurama bağlı olarak yazılan şiirin bir çoğaltma getirmesi ve yeni olanı yıpratması, eskitmesi kaçınılmazdır.
Edip Cansever, “şairin işi bir yerde kuramı bozmaktır” derken bu gerçeğe parmak basıyor.
Şiirde özgünlük yeni kuramların izlenip uygulanması ile değil olsa olsa yeni bir kurama kaynaklık edecek şiirin yazılması ile sağlanabilir. Bu şiir de kuramdan değil hayattan çıkacaktır. Nitekim kuramların, akımların uygulayıcıları değil, kurucularının şiirleri özgün ve kalıcı olmayı başarmıştır.
ÖZGÜN OLABİLMENİN YOLU
Şiir zaman zaman biçim olarak da yeniliğe varır.
Biçim şairin öze verdiği denetlemedir bir yerde.
Özü açığa çıkaracak doğru şekli aramaktır. Öz ve biçim hem birbirlerini iterek hem çekerek ilerlerler. Ama biçimin de tekrar edilebilir bir özelliği vardır. Bu tekrar edilebilirlik biçimin de tek başına özgünlük sağlayamayacağını gösterir.
Şiirde özgün olabilmenin yolu, şairden geçer.
Bilinir ki her insan tektir. Onun duyuşu, algılayışı, bakışı, bilgisi, görgüsü ve yaşamsal deneyimleri farklıdır. İşte şair bu farklılığını şiirine taşıdığı ölçüde özgünleşebilir.
Bunun yollarından biri şairin kendi üslubunu kurması, kendi ses tonunu bulmasıdır. Üslup zaten “sanatçının özel yaratış yolu”, “ yaşamı duyuş düşünüş ayrılığıdır”, aynı zamanda üslup tüm yapı özelliklerinin toplamıdır.
Sözcükler, temalar, biçimler ortak olduğuna göre şairin şiirini; kendi gözlemlerinin ve yaşam tecrübesinin, kendi bilgi, duygu, hayal ve düşüncesinin bir kesişimi olan kendi imgeleminden çıkarması onu farklı kılar.
Bu imgesel farklılık, dilsel farklılığı yarattığı, anlam ve söz sanatlarına, orijinal hayallere dönüştüğü oranda ve şair kendi dize kurma mantığını, kendi söz dizimini yarattığı oranda özgün bir şiire ulaşacaktır. Çünkü söylenen şeyde değil söyleyişte farklılık yaratılabilir ve bu farklılık özgünlüğün esasını oluşturur.
Öyleyse özgünlüğü tekrar edilebilecek unsurların dışında aramalıdır.
Daha uca götürürsek; özgün, şairi için bile tekrarlanamaz olmalıdır.
KENDİ ŞİİRİNİ ELEŞTİREBİLEN ŞAİR
Şairin iyi ve özgün olabilmesinde diğer şairlerden farklılık yaratması şairliğinin de bir koşulu.
Bu farkı sağlayabilmesi içinse kuşkusuz kendinden önce yazılan şiiri iyi bilmesi gerekmektedir. Bunun içinse geleneği anlamak ve onunla hesaplaşmak gerekir. Bunu sağlayacak tek şeyse okunanların eleştirel bir şekilde okunmasıdır. Eleştiri, bir bilgi ve görgü, bir yöntem ışığında, bir düşünme-karşılaştırma işidir. Bu, şairin farklı şairlerin şiir pratiklerini öğrenmesini sağlarken kendi şiiri için bir düşünme süreci geliştirmesi demektir. Aynı şekilde şairin kendi yazdığı şiire de eleştirel bakabilmesi, yarattığı yapıtın farkında olması, ne yapacağını bilmesini sağlar. Yazdıklarında daha titiz ve özenli olur.
Şiirini eleştirebilen bir şair, geleneği ve bugünün şiirini biliyor, bir şiir zevki ve anlayışına da sahip demektir. Bu da şiir yazarken büyük bir avantaj sağlar. Rastgele bir yaratımdan ziyade bilinçli bir eyleme dönüşür şiiri.
Karanlıkta kalmaz, başkalarının fikirlerine ilk elde muhtaç olmaz. Kendi şiirine acımasızca ve tarafsız olarak bakması şiirini geliştirme yolları aramasını sağlar. Bu da ona özgün ve iyi bir şair olmanın kapılarını açar.
Sadece kendi şiirini değil başka şiirleri de eleştirerek okur, eksiğini fazlasını görür. Başka şairlerin şiir yazma pratiklerini öğrenmesi kendi yolunu belirlemesini kolaylaştırır. Yine farklı olanı, yeni olanı, özgün olanı ayırt etme yetisi kazanır. Bu bilince erişince, yaratım aşamasında özgür bıraksa da şiirine yansır öğrendikleri. Yine sonrasında bir elemeden geçirir yazdıklarını. İyi şiir yazma yolunda öne geçer. Bu yüzden şairin eleştirel yeteneği, onun iyi ve özgün eserler ortaya koymasını sağlayan yollardan biri ve belki en mühimidir.
Bu açıdan bakıldığında yazılan her şiirin daha önce yazılanları eleştirerek kurulması gerektiği sonucuna varabiliriz. Yani önceki şiirlerin eksiklerini fark etmek, getirdiği yenilikleri ise geliştirmek, yeni bir değer kazandırmak ve diğer şiirlere alternatif olarak bir şiir sunmak. Şair yalnızca şiire eleştirel yaklaşmaz, yaşama da eleştirel yaklaşır. Şiirini bu temel üstüne kurdukça yerinde saymaz, bulduklarıyla yetinmez, her zaman canlı, özgün, yeni bir şiirin peşinde olur.