Seçim yazıları-5… Başörtüsü yeniden

Mesele başörtüsü meselesi değil ikide bir devletçe müdahale edilen kılık kıyafet meselesidir. Ve bu mesele de ancak özgür bir tartışma ortamında çözülebilecek bir mesele olup siyasi amaç ve bakışlardan uzakta ele alınması gereken meseledir.

METİN CENGİZ

Herkes şaşkın. Kılıçdaroğlu’nun gündemi aniden değiştiren “başörtüsü yasası” alışkanlıklarla düşünen ülkem entelektüel ve siyasi ortamında tam bir şaşkınlık yaratmış durumda. CHP içindeki bazı kesimler hop oturup hop kalkıyor. Dağ gibi sorun birikmişken üzerinde anlaşma sağlanmış bir konuyu niye getirdi gündeme Kılıçdaroğlu? Yoksa o da mı sağ siyasetin İslami rengini benimsedi? Laiklikten ne kalmışsa o mu silip süpürmeyi üstlendi? Medyada bazı yorumcular zıp zıp zıplıyor (Enver Aysever). Bazı derin yorumcular ise Kılıçdaroğlu’na bu talihsiz çıkışı 6’lı masadaki muhafazakar partilerin yaptırdığını söylüyor (Ahmet Hakan, Hürriyet). Güya AKP’nin seçimi kaybetmesi durumunda başörtüsü konusunda kaygı duyan muhafazakâr kesimi ikna için yapılmış bir çıkışmış bu. Ama bunu önerenler Erdoğan’ın bu öneriyi daha üst bir seviyeye taşıyabileceğini hesap etmekten yoksunlarmış. Nitekim Erdoğan bu öneriyi “samimi iseler Anayasa maddesi yapalım” önerisiyle, Ahmet Hakan yazmadan, verdiği talimatla (Bekir Bozdağ) açıkladı. Şimdi mesele tam bir bilmeceye dönüştü. Erdoğan alışılmış tavrıyla “bunlar böyledir, samimi iseler anayasa maddesi yapalım” gibi sözlerle bir de seçime giderken anayasa değişikliği yapma önerisiyle topu taça sürdü.

Kılıçdaroğlu Ne Yaptı?

Anlaşılan o ki bu öneri yalnızca başörtüsü ile ilgili değil anayasada da yer alan kılık kıyafet kanunuyla ilgili. Anayasada kılık kıyafetle ilgili en önemli kanun  “İnkılap Kanunu”dur (25.11.1925 tarih ve 671 sayılı “Şapka İktisası Hakkında Kanun”

Bu Kanuna göre; Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri dahil, bütün kamu görevlilerinin, bütün memur ve müstahdemlerin “şapka giymek mecburiyeti” vardır. Kanun, kamu görevlileri açısından “şapka giymek mecburiyeti”ni getirmekle beraber; vatandaşlar açısından bir yükümlülük yoktur. Bugün de yürürlükte olan bu Kanunun icrası görevi, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Bakanlar Kurulu’na verilmiştir. Ancak bugün, başta Milletvekilleri ve Bakanlar Kurulu Üyeleri olmak üzere, kamu görevlileri artık bu “mecburiyet”e riayet etmemektedir. Bu itibarla; bir “İnkılap kanunu” olan bu Kanun, artık metrukiyetle maluldür. Yani, hukuken varlığını devam ettirmekte ise de fiilen kadük durumdadır. Değiştirilmesi gerekir.

Bu konuyla ilgili ikinci “İnkılap kanunu” ise 3.12.1934 tarih ve 2596 sayılı “Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun”dur. Bu kanunun bizi ilgilendiren maddesi ilk madde olup şöyledir: sadece “ruhaniler”le ilgili olup “ruhani kisve”lerin “mabet ve ayinler haricinde” taşınmasını yasaklamaktadır. Yani başörtüsünü yasaklayan bir durum ortada yoktur. Ama çarşafı ilgilendirmektedir. 1980 sonrası üniversitelerdeki laikliğe, çağdaş giyim kurallarına uymadığı gerekçesiyle başörtüsü yasağı uygulanması sonrası anayasadaki bu kadük maddeler aynen korunmakla beraber AKP iktidarının AYM ek kararlarıyla çözüme ulaştırılmıştır. Konu halen tartışılmaktadır. Konunun esasını ise düşünce hürriyetinin bir parçası olan din hürriyeti oluşturmaktadır.

Peki Kılıçdaroğlu bunları bilmiyor mu? O bilmiyorsa bile hukuk danışmanları bu tartışmalardan habersiz mi?

Devlet, Hukuk ve Kıyafet

Aslında kılık kıyafet kanunla tasvir edilecek bir konu değil. Devletin müdahale edeceği bir alan da değil. Sosyolojik bir meseledir ve konunun hukuku ilgilendiren iki veçhesi vardır. İlki kimlik ve cinsiyet teşhisi, ikincisi “müstehcenlik”. İlk konu toplumsal alanda birbirleriyle iletişim halinde olan bireylerin kimlik ve cinsiyetlerinin tanınmasını engelleyecek biçimde örtünmelerinin hukuk toplumlarındaki kabul edilemezliği. Bu da devlete müdahale olanağı yaratmakta. Müstehcenlik ise hukuk toplumlarında toplumsal ilişkilerin seksüaliteden uzak tutulması gerektiği ölçütüdür. Meselenin her iki veçhesi de sosyolojik olup toplumun oto kontrolüyle denetlenebilecek hususlardır.

İşte Kılıçdaroğlu bu düğümü çözmek için bir atak yapmıştır. Daha doğrusu böyle olduğunu düşünmek istiyorum. Çünkü… Mesele başörtüsü meselesi değil ikide bir devletçe müdahale edilen kılık kıyafet meselesidir. Ve bu mesele de ancak özgür bir tartışma ortamında çözülebilecek bir mesele olup siyasi amaç ve bakışlardan uzakta ele alınması gereken meseledir.

Yeni Bir Anayasa

İster yeni bir anayasa isterse yalnızca anayasadaki kılık kıyafet kanununu laisizme uygun bir biçimde değiştirmek için uygun özgür bir siyasal ortam yoktur. Siyasal ortam kutuplaşmış ve sert üslupla esen rüzgârların elinde. Cumhur ve Millet ittifakı şeklinde ayrışmış ve iki kutba ayrılmış bu ortam gergin ve seçim sathına girmiş bir ortam.

Bu ortamın seçimlerin sağlıklı yürümesi için bile uygun bir ortam olmadığı söylenebilir. Çünkü herkes soluğunu tutmuş seçime gidiyor. Yani seçime giden siyasi partiler değil bütün bir millet. Bir taraftan mevcut durumu sürdürmek isteyen sözde özgürlükçü iktidar. Diğer taraftan yıllardır üstüne gidilen, kılık kıyafetine, yediğine içtiğine karışılan, özgürlüğe, demokrasiye susamış bir çoğunluk.

Kılık kıyafet bir özgürlük manevrası olarak bu sürecin ancak bir parçasıdır ama asla aynısı olmamalıdır.

Özellikle de daha şimdiden iki kişilik bir aileye yedi-sekiz kişilik seçmen listesinin kaydının yapıldığının söylendiği bir ortamda.

Bu manevrayı iktidar asla kabul etmeyecektir, öyle görünüyor. Seçimler sonrasında seçilecek siyasi iradeye bırakılması gereken anayasa değişikliğinin gündeme getirilmesi, Erdoğan’a tek adam olmanın yolunu açan siyasi kurtların buna balıklama dalması bunu gösteriyor.

Kılıçdaroğlu ve CHP kılık kıyafet yasası çıkararak barış içinde adil bir seçimin yolunu açmak istiyorlarsa buna odaklanmalı ve başka yollar bulmalı.