
Şiirlerinde müziği olan lirik bir şairdi. Onun için şiir, lirik bir sesti. Vurucu dizelerini sanki notalara dökmüştü. Şiirindeki ses uyumları, inişler ve çıkışlar, müzikteki ezgiler gibi yükselip alçalmalara benzeyen forte ve piyano geçişlerini anımsatırdı.

Sevgili Emine Erbaş’la uzun yıllara dayanan güzel bir dostluğumuz oldu. Evlerimiz yakındı, birbirimize sık gidip gelirdik.
Son yıllarda, onun sağlık nedenleriyle daha çok ben ona gidiyordum. Cam önündeki koltuklara oturur, sabah kahvelerimizi, akşam çaylarımızı içerken aramızda söyleşirdik.
Konumuz, elbette edebiyattı, öncelikle şiir, sonra da roman… Bu söyleşilerimizden ‘Cam Önü Yalnızları’ adını verdiği bir şiir de yazmıştı:
“Bir kuruntudur tuttuğum kadeh
Kandan ve damardan
Biz seninle cam önü yalnızıyız
Şeytanın diliyle mühürlediği
Hazdan ve şaraptan”
Sanatın her dalından esintiler alırdı. Klasik müzik, resim, filmler… Elbette çok okurdu; öte yandan şiirlerinde müziği olan lirik bir şairdi. Onun için şiir, lirik bir sesti. İşte ben o sesi, Erbaş’ın dizelerinde bol bol duyardım. Vurucu dizelerini sanki notalara dökmüştü; şiirindeki ses uyumları, inişler ve çıkışlar, müzikteki ezgiler gibi yükselip alçalmalara benzeyen forte ve piyano geçişlerini bana anımsatırdı. Ayrıca, sanatın farklı dallarından aldığı esintilerle şiirlerini varsıllaştırır, dahası dizelerindeki evrensel mesajını, derin bir incelikle gözler önüne sererdi. Örneğin, Bosna Hersek savaşı için yazdığı şiirinin adı, ‘Öpüyorum Sizi Parçalanmış Ağzınızdan.’ Bu tek dize de bile bir savaşın acı yıkımı duyumsanmıyor mu?
Tek yönlü bir şair değildi. Franz List, Leonard Cohen, Schubert, Shostakovich için şiirler yazdı. Bunlardan Leonard Cahen için yazdığı şiir de, ona söyle seslenir:
“Sana aşk verdi
Tadına baktı dudaklarının
Ve ben aşk için/
Yeni bir şarkı yazdım
Azrail’in öpücüğü
Henüz girmişti gündeme ki
Sen de ölümü tattım”.
Sonra Schubert için yazdığı, “Çiçeklerin güzelliği var sende” diye başlayan şiiri:
“Gelin teli, iç özü, mavi melek,
Öyle çoklar ki, nergis, menekşe
Sincapların sesi karışıyor sesimize
Ve bir kedi
Uzaklara bakmayı öğrenmiş benden”.
Emine Erbaş, elbette şiire âşıktı. ‘Sevgilim Şiir’ adını verdiği şiirde şöyle seslenir:
“Ben çalmadım asla
ellerim ne hırsız ne katil
Ben sadece şiir çaldım güneşten
Rüzgârın flütüydü silahım
Çok melek uyandı sesime
Aydınlığa çıkmaktı ahım”.
Onun için zaman kavramı önemliydi. ‘İncecik Sesli Bir Kuştur Zaman’ adını verdiği şiirde de okuruna şöyle seslenir:
“İncecik sesli bir kuştur zaman
Uzun bir şarkıda saçlarını tarayan
Bilinmez yolculuk nereye
Nerede başlar biteriz
Bilinmez zamanın neresindeyiz
Damlarda sabah olsam
Yazsam yazsam anlatamasam seni
Kendini gece bitiren nakış
Lambanın isinden hafif
Gazın sisinden ağır
Ne olabilir ki
(…)
Yazsam yazsam anlatamasam
Beni nefesimden nasıl öptüğünü”.
Değerli şair dostum, sevgili Emine Erbaş, doğma büyüme İstanbulluydu. İstanbul üzerine pek çok lirik şiirleri vardır. Bir şirine ve kitaplarından birine verdiği ad, “İstanbul Annem”di. “İstanbul’da Züleyha Olmak” şiirinden yine küçük bir kesit:
“Yusuf yaşanmışlığı var şu sarıda
Kazısan karanlık çıkar altından, kurak
Çözülsem diyorum ah, ışık uzaklığı
Beni aldığın yere bırak
(…)
Nerede kalmıştık seninle, hangi rüyada
Karanlık çıkar altından ah kazısam
Bir zamansız aşk ki, bak yine özledim
Uyan ey Züleyha uyan”.
Yalnızlık duygusu üzerine yazdığı, ‘Yalnızlığın Kardelen Gürültüsü’ adını verdiği şiirde ise şöyle der:
“Yalnızlığın kardelen gürültüsünde aşk,
Özgün bir parçasıdır dünyamızın
Anlamsız ve sonsuz unutuşun peşinde
Koşmak gibi ateşe
(…)
Beni zamanın içinden çek al
Patlayan bir yıldızın içinden”.
Yıldızlara yükselen şair dostum, yıldızlar arasında huzurla ve şiirlerle uyu.
Not: Şiirlerden kısa alıntılar; İnce Zamanlar ve Yarınki Rüyam Ol (Hayâl Yayınları) adını verdiği şiir kitaplarından alınmıştır.