O, şiire âşıktı… Nevra Bucak Emine Erbaş’ın ardından yazdı

Şiirlerinde müziği olan lirik bir şairdi. Onun için şiir, lirik bir sesti. Vurucu dizelerini sanki notalara dökmüştü. Şiirindeki ses uyumları, inişler ve çıkışlar, müzikteki ezgiler gibi yükselip alçalmalara benzeyen forte ve piyano geçişlerini anımsatırdı.

NEVRA BUCAK

Sevgili Emine Erbaş’la uzun yıllara dayanan güzel bir dostluğumuz oldu. Evlerimiz yakındı, birbirimize sık gidip gelirdik.

Son yıllarda, onun sağlık nedenleriyle daha çok ben ona gidiyordum. Cam önündeki koltuklara oturur, sabah kahvelerimizi, akşam çaylarımızı içerken aramızda söyleşirdik.

Konumuz, elbette edebiyattı, öncelikle şiir, sonra da roman… Bu söyleşilerimizden ‘Cam Önü Yalnızları’ adını verdiği bir şiir de yazmıştı:

“Bir kuruntudur tuttuğum kadeh

Kandan ve damardan

Biz seninle cam önü yalnızıyız

Şeytanın diliyle mühürlediği

Hazdan ve şaraptan”

Sanatın her dalından esintiler alırdı. Klasik müzik, resim, filmler… Elbette çok okurdu; öte yandan şiirlerinde müziği olan lirik bir şairdi. Onun için şiir, lirik bir sesti. İşte ben o sesi, Erbaş’ın dizelerinde bol bol duyardım. Vurucu dizelerini sanki notalara dökmüştü; şiirindeki ses uyumları, inişler ve çıkışlar,  müzikteki ezgiler gibi yükselip alçalmalara benzeyen forte ve piyano geçişlerini bana anımsatırdı. Ayrıca, sanatın farklı dallarından aldığı esintilerle şiirlerini varsıllaştırır, dahası dizelerindeki evrensel mesajını, derin bir incelikle gözler önüne sererdi. Örneğin, Bosna Hersek savaşı için yazdığı şiirinin adı, ‘Öpüyorum Sizi Parçalanmış Ağzınızdan.’ Bu tek dize de bile bir savaşın acı yıkımı duyumsanmıyor mu?

Tek yönlü bir şair değildi. Franz List, Leonard Cohen, Schubert, Shostakovich için şiirler yazdı. Bunlardan Leonard Cahen için yazdığı şiir de, ona söyle seslenir:

“Sana aşk verdi

Tadına baktı dudaklarının

Ve ben aşk için/

Yeni bir şarkı yazdım

Azrail’in öpücüğü

Henüz girmişti gündeme ki

Sen de ölümü tattım”.

Sonra Schubert için yazdığı, “Çiçeklerin güzelliği var sende” diye başlayan şiiri:

“Gelin teli, iç özü, mavi melek,

Öyle çoklar ki, nergis, menekşe

Sincapların sesi karışıyor sesimize

Ve bir kedi

Uzaklara bakmayı öğrenmiş benden”.

Emine Erbaş, elbette şiire âşıktı. ‘Sevgilim Şiir’ adını verdiği şiirde şöyle seslenir:

“Ben çalmadım asla

ellerim ne hırsız ne katil

Ben sadece şiir çaldım güneşten

Rüzgârın flütüydü silahım

Çok melek uyandı sesime

Aydınlığa çıkmaktı ahım”.

Onun için zaman kavramı önemliydi. ‘İncecik Sesli Bir Kuştur Zaman’ adını verdiği şiirde de okuruna şöyle seslenir:

“İncecik sesli bir kuştur zaman

Uzun bir şarkıda saçlarını tarayan

Bilinmez yolculuk nereye

Nerede başlar biteriz

Bilinmez  zamanın neresindeyiz

Damlarda sabah olsam

Yazsam yazsam anlatamasam seni

Kendini gece bitiren nakış

Lambanın isinden hafif

Gazın sisinden ağır

Ne olabilir ki

(…)

Yazsam yazsam anlatamasam

Beni nefesimden nasıl öptüğünü”.

Değerli şair dostum, sevgili Emine Erbaş, doğma büyüme İstanbulluydu. İstanbul üzerine pek çok lirik şiirleri vardır. Bir şirine ve kitaplarından birine verdiği ad, “İstanbul Annem”di. “İstanbul’da Züleyha Olmak” şiirinden yine küçük bir kesit:

“Yusuf yaşanmışlığı var şu sarıda

Kazısan karanlık çıkar altından, kurak

Çözülsem diyorum ah, ışık uzaklığı

Beni aldığın yere bırak

(…)

Nerede kalmıştık seninle, hangi rüyada

Karanlık çıkar altından ah kazısam

Bir zamansız aşk ki, bak yine özledim

Uyan ey Züleyha uyan”.

Yalnızlık duygusu üzerine yazdığı, ‘Yalnızlığın Kardelen Gürültüsü’ adını verdiği şiirde ise şöyle der:

“Yalnızlığın kardelen gürültüsünde aşk,

Özgün bir parçasıdır dünyamızın

Anlamsız ve sonsuz unutuşun peşinde

Koşmak gibi ateşe

(…)

Beni zamanın içinden çek al

Patlayan bir yıldızın içinden”.

Yıldızlara yükselen şair dostum, yıldızlar arasında huzurla ve şiirlerle uyu.

Not: Şiirlerden kısa alıntılar; İnce Zamanlar ve Yarınki Rüyam Ol (Hayâl Yayınları) adını verdiği şiir kitaplarından alınmıştır.