Tevfik Fikret… Kimseye eyvallahı olmayan aydın

Doğumunun 153’üncü yılında Fikret, salt edebiyatımıza getirdiği yeniliklerle değil, aynı zamanda ortaya koyduğu kimseye eyvallahı olmayan aydın tavrıyla da güncel olmayı sürdürüyor.

 MECİT ÜNAL

Tevfik Fikret olmasa, Servet-i Fünun ya da diğer adıyla Edebiyat-Cedide/Yeni Edebiyat olmazdı…

Tevfik Fikret olmasa, bugünkü modern edebiyatımız, modern şiirimiz de olmazdı…

Tevfik Fikret, hem 150 yılı bulan toplumsal-siyasal modernleşme tarihimizin hem aydınlanmamızın hem de edebiyatımızın en önemli kişilerinden, öncülerinden biridir.

Tevfik Fikret olmasa, Servet-i Fünun ya da diğer adıyla Edebiyat-Cedide/Yeni Edebiyat olmazdı demek, bir mutlakçılıktan çok, ancak olacak olanların olacağı kuralıyla açıklanabilecek bir olgudur. Ancak ben biraz daha ileri giderek, Tevfik Fikret’in, yaşamı boyunca pençesinden kurtulamadığı, hatta zaman zaman bir hastalık derecesinde yaşadığı bu yalnızlık duygusu ile umutsuzluğu olmasa belki Edebiyat-ı Cedide’nin de bu ölçüde etkin ve çığır açıcı olmayacağını ileri süreceğim. Çağdaşlarının muhayyilesindeki Fikret’in günümüze kadar uzanan yansımaları, terazinin kefesinin birinde Fikret’in hep tek başına bulunduğunu göstermektedir.

HER SIFATINDAN FAZLA BİR ADAM

Edebiyat-ı Cedide’nin daha kuruluşundan itibaren içinde olan Halid Ziya Uşaklıgil’in “Kırk Yıl” adlı anılar kitabında yazdıkları ile “Sanata Dair 3/Türk Şair ve Edipleri” adlı makaleler kitabının üçüncü cildinde kaleme aldığı Tevfik Fikret portresi de bu savı destekler nitelikte.

“Onu ne tarafından tutmalı? Şair sıfatiyle mi, sanatkâr sıfatiyle mi, adam sıfatiyle mi” sorusuyla başlayan Halid Ziya, şu cevapla devam ediyor:

“Hele bu son sıfatında o kadar karışık mu’dil (çetin) idi ki, onun hakkında dostlarından, yakınlarından hiç biri tam bir isabetle hüküm verememişti; hatta kendisi bile… Yalnız bir hükme vardık; her şeyden ziyade, her sıfatından fazla bir adam, beşer için mümkün olan kemali şahsında toplayan bir insan enmuzeci (örneği) idi.” (Sanata Dair3/Türk Şair ve Edipleri, Maarif Basımevi, İstanbul 1955, sf. 251).

SABAH AKŞAM DERGİDE

Namık Kemal’in tilmizi ve arkadaşı, Recaizade Mahmut Ekrem’in Servet-i Fünun’un başına getirdiği Fikret, dergi için adeta biçilmiş bir kaftandır. Salt edebiyat bilgisi ve yeni bir şiir yaratmak için yaptığı onca yoğun vezin ve dil araştırma ve çalışmalarıyla değil, ama bundan daha fazla kişiliğinin tüm yönleri ile ele alındığında da böyledir. Halid Ziya ile tanıştıkları sıralarda Babıâli’de istişare odasında memur olan Fikret, birçoklarının mumla aradıkları böyle bir memuriyetten hiç de memnun değildir; “hatta bir nevi sadaka kabilinden olan maaşını bile almağa bir zûl nazariyle bakar”. Oysa, öte yandan da Aşiyan’da babadan kalma yalıda oturmasına rağmen, başına geçtiği andan itibaren, derginin kendisine verebildiği cüzi maaşı hak ederek kazandığı için çok önemsemektedir:

“Bu pek küçük bir para idi elbette, fakat Fikret ona her kazançtan ziyade kıymet verirdi. Birinci defa olarak edebi hayatta emeğinin bir mukabilini almış oluyordu ve bu kazanç için bütün varlığını matbaaya vakfetti. Herkesten evvel oraya gelir, orada herkesten sonraya kadar kalırdı. Sahifelerin tertibine bakar, onları süsler, münderacatı gözden geçirir, tashihleri yapar, hülasa, mecmuanın bütün yükünü üzerine alırdı.” (Age., 257).

FİKRET’İN ADI DUYULUR DUYULMAZ

Halid Ziya, “gençliğinin bu yıllarında onun hayatından ciddi bir şikâyette hakkı anlaşılamazdı; onu gittikçe titiz hırçın yapan şikâyet vesileleri değil, o vesileleri icad eden fıtratının tezahürleri idi” diyor. İstibdadın kol gezdiği 19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyıl başlarında bir de yaradılışı dolayısıyla herkesten fazla yeis içindeki Fikret’in yeni bir derginin başına geçmesi, kendisi için de bu yeisten, umutsuzluk ve yalnızlık duygusundan kurtulmak demekti…

Recaizade Mahmud Ekrem Bey ve Servet-i Fünun’un ve matbaasının sahibi Ahmet İhsan ile vardıkları mutabakata göre dergi tümüyle Tevfik Fikret’in yönetimine bırakılacak, o, etrafına istediği kimseleri toplayacak, derginin içeriğini istediği gibi biçimlendirecekti. Bu da, edebiyat dünyasının yarısından fazlasının herhangi bir çağrıya gerek kalmadan, daha Fikret’in adı duyulur duyulmaz Servet-i Fünun’a akmasına da yol açacaktı: Cenap Şehabettin başta olmak üzere, Ali Ekrem (Bolayır), Ahmed Reşid, Süleyman Nazif, Süleyman Nesib, Ahmet Hikmet (Müftüoğlu), Safveti Ziya, Hüseyin Cahit (Yalçın), Mehmet Rauf, Hüseyin Suat, Hüseyin Siret, Celâl Sahir, vd…

BİR EDEBİYAT OKULU

Dönemin ünlü şairlerinin pek çoğu en önemli şiirlerini Servet-i Fünun’da yayımladılar. Fethi Naci’nin, “50 Türk Romanı”nda, “giyimi, kuşamı, yaşamı, duyguları, düşünceleri en iyi anlatılmış ‘alafranga züppe’mizdir” dediği Bihruz Bey’in yaratıcısı Recaizade Mahmud Ekrem Bey’in “Araba Sevdası” adlı bu uzunhikaye/romanı Servet-i Fünun’da tefrika edildi. Sonradan itilafçı ve Kurtuluş Savaşı karşıtı olan dönemin yazar ve şairlerinin en tanınmışlarından Cenap Şehabettin salt şiirde değil, düzyazıdaki ustalığına da Servet-i Fünun’un 1895’ten 1901’e kadar topu topu altı yıl süren yayın hayatında ulaştı. “Eski Şeyler”i artık bir tarafa bırakan Tevfik Fikret de yeni şiirlerini Servet-i Fünun’da yayımladı. Servet-i Fünun, Halid Ziya başta olmak üzere birçok genç edebiyatçı için bir okul işlevi gördü.

Doğumunun 153’üncü yılında Fikret, salt edebiyatımıza getirdiği yeniliklerle değil, aynı zamanda ortaya koyduğu kimseye eyvallahı olmayan aydın tavrıyla da güncel olmayı sürdürüyor.

İçinde yaşadığımız günlerde Fikret’i yeniden okumalı ve anlamalıyız.