Nereye kadar?

CEM BAYINDIR

Uzun bir süredir, ekonominin kötüye gittiğini herkes biliyor, bilmeyen ya da bilmek istemeyenler de iyi kötü hissediyorlardı. Dün ( 7 Ağustos) Dolar ve Avro paramız karşısında en yüksek değere ulaştı. Altının ise nereye ulaştığını söylemeye gerek yok.

Geçen hafta, cumhur ittifakının küçük ortağı, birdenbire kurulduğu günden beri sert sözlerle eleştirdiği, aşağılayıcı ifadeler kullandığı ve kasıtlı olarak “İp” diye seslendiği İyi Parti’nin liderine bu kez doğru adıyla “İyi Parti” diyerek çağrıda bulundu. Bu özenli cümlelerle yapılmış nazik davetin kendi partisine mi kendi ittifaklarına mı olduğu belirsiz ise de gerekçesi sanırım bellidir: İşlerin kötüye gitmesi.

Cumhur ittifakının küçük ortağı, bu çağrıyla hem İyi Parti’deki muhafazakar, milliyetçi kişileri etkileyerek, -havuz medyasının sürekli HDP ile gizli ittifak yaptığı ileri sürülen- CHP’den uzaklaşmalarını sağlamak amacında.  

İşlerin çoktandır kötüye gittiği, havuz medyasının, gazetelerin pembe düşlerle dolu propaganda haberlerine, kılıçlı cami açılışlarına, milli ve dinsel hamaset bombardımanına karşın, işler hep aşağıya doğru gidiyor. Bu durumda cumhur ittifakının karşısındaki gücün de yıpratılması, küçük düşürülmesi, millet ittifakındakilerin birbirine düşürülmesi kaçınılmaz bir taktiğe dönüştü.

Çağrıdan bir gün sonra da cumhur ittifakının büyük ortağı, çağrının isabetli ve birlik ve beraberliğe yönelik olduğunu, iyi Parti gibi milli ve yerli olduğunu düşündükleri bir partinin yerinin -terör örgütleri, HDP, CHP değil- kendi yanları olduğunu açıkça ifade etti. Konuşmanın bir yerinde de parti kuracağı iddia edilen İnce’nin parti kurmasının onun en doğal hakkı olduğunu da söylemesi ilgi çekiciydi.  

Görüleceği üzere, havuz medyasının propaganda silahı ile birlikte cumhur ittifakının ortakları millet ittifakının bozulması, güçsüzleştirilmesi, itibarsızlaştırılması için düğmeye basmış durumdalar. Çünkü yalnız bırakılmış bir CHP’nin seçimlerde kolay bir av olacağı önceden çok tecrübe edilmiş, bilindik bir yol.  

Gezi olaylarında -muhafazakar İhsan Eliaçık, Nurettin Şirin gibi kişilerin vicdanlı tavrıyla önüne set çekilen- yapılmak istenen laik-muhafazakar kutuplaştırmasını başaramayan; İstanbul seçimlerinde de muhafazakar seçmenin millet ittifakı tercihini önleyemeyen siyasal gücün hem ekonomik başarısızlıklar hem de yakın gelecekte örgütlenmesini tamamlayacak Davutoğlu ve Ali Babacan’ın partilerinin de muhafazakar seçmenlere hitap edeceği gerçeği karşısında iyice tedirgin olduğunu söylememiz olası.

Muharrem İnce’nin parti kuracağı iddiaları, havuz medyasında övülmesi, haberler yapılması da bu taktiğin parçası kuşkusuz. Kişisel düşüncemi söyleyeyim, kurarsa ne mi olur, bence kendisine de millet ittifakına da zarar verir ve sonu da Emine Ülker Tarhan gibi olur.  

18 yıllık iktidardaki partinin, 1994 İstanbul ve Ankara seçimlerini de katarsak 25 yıldır ülkeyi yönettiğini ve artık yönetemediğini görüyoruz. 1923’ten beri suçladıkları, şikayet ettikleri “devlet” kendi ellerinde artık ilahi-kutsal-dokunulmaz bir niteliğe büründürüldü. Kim siyasal güce en küçük bir eleştiri yapsa karşısına devlet ve din gibi kutsal değerler çıkarılıp kolayca susturuluyor.

Bu süreçte Anayasa, devletin en kadim işleyişleri, kurumları yıpratıldı, saygınlığı zarar gördü.  Yandaşların gözünde bile adalete, eğitime, ekonomiye, öteki kurumlara güven kalmadı. Havuz medyası istediği kadar mehter ve gaz versin; adaleti yıpratan, Danıştay kararlarını uygulamayan, Anayasa Mahkemesi kararlarını takmayan, birçok kararın arkasından dolanan, en temel hukuk kurallarını dikkate almayan bir iktidarın eninde sonunda bu noktaya geleceği kaçınılmazdı.  Geçen gün Twitter’de birçok paylaşımda görünce erinmeyip ben de baktım, doğruymuş; gerçekten de ellerinde mızraklarla, çırıl çıplak gezen Papuanların, Malenezyalıların, Pigmelerin, Polinezyalıların yaşadığı Yeni Gine ülkesinin tarım, balıkçılık ve madenciliğe dayalı ekonomisinin daha dengeli olduğu ve para biriminin de bizim paramızın iki katından bile değerli olduğu gerçekmiş. Bir de ne göreyim demokrasi sıralamasında Yeni Gine 74. sıradayken biz 110. sıradaymışız. Basın özgürlüğünde de onlar 46. biz ise 154. sıradaymışız. Fazla söze ne hacet!    İç siyasette seçmenin algısını yöneterek ülke yönetmeyi marifet sayan anlayış yüzünden bir gün Rusya, bir gün Amerika, bir gün Mısır, bir gün İsrail, bir gün Almanya, bir gün Belçika, bir gün Avusturya, bir gün Suriye, bir gün Libya’ya posta koyup, ortada da söz dışında hiçbir dişe dokunur icraatımız da olamadığından dış politikada da ne yaptığımız belli değil, kiminle ne zaman ve neden bazen “dost” bazen “düşman” oluyoruz anlayan yok.

Başka ülkede olsa 100 kere istifa etmesi gereken siyasal güç, içeride dışarıda ne hata yaparsa yapsın, nasıl bir kriz olursa hiç etkilenmiyor. Çünkü hemen bir düşman üretilip -ki bu genelde de muhalefet oluyor- için içinden sıyrılabiliniyor.
Havuz gazetelerince, sayılara, rakamlara boğulduğumuz bu günlerde; her seçimin ilk açıklanan sonuçlarında siyasal gücü yüzde 95’le başlatan bir yerde ne enflasyon ne salgın bilgileri ne dolar rezervi ne milli gelir ne ihracat ne ithalat, ne istatistikler bir anlam ifade ediyor.
Tüm bunlar ülkeyi yönetenlerin her gün biraz daha çaresizleştiklerini, biraz daha zorlandıklarını, ülkeyi biraz daha yıkıma uğrattıklarını yeterince gösteriyor. Algı yönetimiyle, kılıçla, Lozan gibi, Atatürk cumhuriyetinin önemli yıl dönümlerinde alternatif kutlamalarla, sembollerle, idareyi maslahatla ite kaka yürüyen anlayış artık halkı da bıktırdı, ekonomik dar boğaza attı, kurduğu sanal dünya -çıkarcı yandaşlar dışında- artık kimseye inandırıcı gelmiyor ve ülkemiz, hukukun, eğitimin, laikliğin, anayasasının, kurumların önemsizleştiği bir Orta Doğu ülkesi olmaya doğru gidiyor. Ne kadar zorlarlarsa işlerin o kadar çıkmaza gireceğini görmek ve uyarmak sorumlu her yurttaşın boynunun borcudur. Kanımca, iktidarın yol açtığı tüm bu sıkıntılar daha da çözümsüz hale gelmeden seçime gitmek ve parlamenter sisteme dönmek ülkemiz için en doğru yol olacaktır.