METİNER ARINÇ’I DÜELLOYA ÇAĞIRDI AMA… Bu davetten bir şey çıkmaz

Bu birbirine, birilerine  “takma” durumları salt AKP’ye özgü değil. Türkiye’de soldan sağa ve sağdan sola her siyasal kesimde, partide, meslek örgütlerinde, sendikalarda, doğa, çevre ya da o türden platformlarda, derneklerde, kanarya sevenler derneğinde bile hatta, birileri birilerine –hatta herkes birine takmış demeye abartı olur diye çekiniyorum aslında, ama bana kalırsa değil!- takmış durumda.

MECİT ÜNAL
mecitunal@gmail.com

AKP eski milletvekili Mehmet Metiner, AKP eski milletvekili, şimdi Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyesi Bülent Arınç’a takmış durumda. Arınç da Metiner’e takmış durumda. Arınç ayrıca ABB eski başkanı Melih Gökçek’e takmış durumda. Tabii Gökçek de Arınç’a takmış durumda. Bu birbirine, birilerine  “takma” durumları salt AKP’ye özgü değil. Türkiye’de soldan sağa ve sağdan sola her siyasal kesimde, partide, meslek örgütlerinde, sendikalarda, doğa, çevre ya da o türden platformlarda, derneklerde, kanarya sevenler derneğinde bile hatta, birileri birilerine –hatta herkes birine takmış demeye abartı olur diye çekiniyorum aslında, ama bence değil!- takmış durumda.

Bırakalım bunları, şu lanet olası “Korona günlerinde” maske takan maske takmayana, maske takmayan da takana takmış durumda.

Birilerine takma durumu, Türkiye’de, bana kalırsa önlem alınması gereken toplumsal psikolojik bir vaka. Yürürlükte olmayan bir yasayı – biri geçici madde olmak üzere toplam dört maddeden oluşan 7248 sayılı yasa- bir gecede hem de şaşılacak şey, ama şaşılmayacak da şey, oybirliğiyle kaldıran yüce Meclis’in bu konuya da el atması icap eder. (Durum ve takma sözcüklerini çok kullandığımın farkındayım, ama konu bunu gerektiriyorL.)

Her neyse…

“SÖZÜNÜN ERİYSEN…”

Başa dönersem… Yalnız Metiner ile Arınç arasındaki bir süreden beri devam eden bu karşılıklı takışma, son günlerde şiddetlenmiş ve yeni bir aşamaya varmış, yükselmiş durumda.

Nasıl mı?

Şöyle:

Arınç’ın Haber Global adlı YouTube kanalında “Jülide Ateş’le 40” adlı programda söylediklerine öfkelenen Metiner, Star gazetesindeki köşesinde “Siz FETÖ’cü müsünüz?” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Metiner yazısında, Arınç’a “hodri meydan” çekti.

Metiner, “Sahiden çok olmaya başladın. Canımızı fena halde sıkıyorsun. Yeter artık! O ki meydan okuyorsun, hodri meydan diyorum. Bu işi herkesin gözü önünde konuşalım-tartışalım da bu defter kapansın. Sözünün eriysen bekliyorum” dedi.

Düello daveti gibi de yorumlanan bu “hodri meydan” çağrısından bişey çıkmayacağı açık da, bu davet benim aklıma matbuatımızdaki “ciddi” düello çağrılarını getirdi. Bu çağrıların hiç birinin gerçekleşmediğini peşinen söyleyeyim de kimse aklına “kötü” şeyler getirmesin. Hoş zaten kimin kimi düelloya davet ettiğini birazdan okuduğunuzda siz de bana hak vereceksiniz, inanıyorum. Arkasına da bu konuyla ilgili olarak yıllar önce 2007’de yazdığım bir yazıyı virgülüne dokunmadan ekleyerek birazcık daha zamanınızı alacağım.

KİMLER KİMLERİ DAVET ETMİŞ?

Kimler kimleri düelloya davet etmemiş ki?

Neredeyse herkes herkesi! Bu da bir düelloya takma durumu olsa gerek!

Melih Gökçek’in Ekrem İmamoğlu’nu, Sabah yazarı Hasan Basri Yalçın’ın güvenlik uzmanı Metin Gürcan’ı daveti daha dünkü haberlerden.

Bir de edebiyat dünyasında yakın zamanlardaki bir düellodan söz ediliyor. Lokman Kuruca ile Şeref Bilsel arasındaki nizada karşılıklı videolar yayınlanmış, Taksim’de buluşma kararlaştırılmış. Sonra her nedense karşılıklı olarak vazgeçilmiş.

Daha eski zamanlardaki örnekleri merak edenler “Google Amca”ya sorduklarında örneğin; vaktiyle Halis Toprak’ın TMSF Başkanı Ahmet Ertürk’ü, Mustafa Sarıgül’ün Deniz Baykal’ı, BDP Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın, Aydın Milletvekili Ali Uzunırmak’ı düelloya çağırdığını öğrenebilirler. Kılıçdaroğlu da Erdoğan’ı birkaç kez adını koymadan düelloya davet etmişti… (bu arada ekşi sözlük moderasyonuna da vaktiyle yarı şaka yarı ciddi bir düello çağrısının yapıldığı görülebilir.)

KILIÇ MI, TABANCA MI, CANLI YAYIN ARACI MI?

Bunların hepsi “söz düellosu” ama. Sözden düello mu olurmuş demeyin, düello geleneği bulunmayan bizde oluyor ve hiçbiri de gerçekleşmiyor aslına bakarsanız.

Yukarda sözünü ettiğim, Matbuatımızda 2000’li yılların başındaki “İster tabancayla ister kılıçla” veya “silahı sen seç” türünden iki “önemli” düello çağrısı da davet edilen kabul etmediği veya erteleme istediğ için gerçekleşmemiştir işin komik tarafı.

Ne Ufuk Güldemir’in düello çağrısına, Güldemir’i ruh hekimlerine havale eden Uğur Dündar icabet etti, ne de Tuncay Özkan Hakan Aygün’ün davetine, “bekle geliyorum” dedi. Tuncay Özkan, Ankara’daki yoğun işleri dolayısıyla seçilecek silahlar arasına canlı yayın aracını da sokan Hakan Aygün’den düellonun ertelenmesini istedi. Ertelendi ama asla gerçekleşmedi.

Öte yandan da, toplumsal geleneğimizde bulunmayan, gerçek anlamda, silahla yapılan düello suçtur ve ölümle ya da yaralamayla sonuçlandığında “kasten adam öldürmeye” veya “öldürmeye tam teşebbüs”e girmektedir.

Metiner ile Arınç arasında da nerede ve nasıl olursa olsun bu “söz düellosu”nun gerçekleşmeyeceğine adım gibi eminim.

Gelin o zaman sizi yukarda sözünü ettiğim gerçekleşmeyen bu iki düello çağrısını ele alan yazıyla baş başa bırakayım. Uğramışken, en sonda linkini verdiğim siir.gen.tr’den Cemal Süreya’nın Düello şiirine de bir göz atın.


İki medyatörün düello merakı

Westernlerde düello, neresi rast gelirse orada, bütün kasabanın ya da bar ahalisinin gözünün önünde ve kendi oluşturduğu bir “hukuk” içinde, “hızlı çeken kazanır” kuralı işletilerek gerçekleştirilir. Aygün’ün düello için Taksim Meydanı’ını tarifi, -silah seçeneklerine canlı yayın aracını da sokarak “düello”yu biraz sulandırsa da- ancak “western geleneği” içinde bir anlam taşıyabilir.

“Her tomurcuk, bir çiçeğin uykusuna
her çiçek, bir yemişin kuşkusuna
her yemiş, bir böceğin korkusuna
uykusuzca, kuşkusuzca, korkusuzca yürür.”

Kısa şiirleriyle bilinen ve felsefeye dayalı bir dil kurduğu şiirlerini, bulduğu çağrışım yüklü başlıklarla bütünleştirip zenginleştiren Özdemir Asaf,  bu şiirin başlığına da “düello” sözcüğünü oturtmuş. Şiir ve şiirdeki mecaz, ayrıca yoruma gerek duymayacak kadar açık ve yalın.

TARİHE KARIŞMIŞ BİR BATI GELENEĞİ

Batı’da -Fransa, İspanya, İtalya, İngiltere vb.,- şövalyelik geleneği içinde önemli bir yeri bulunan ve kendine özgü belli bir hukuka dayalı olarak kurumsallaşan düello, bizim geleneğimizde hiç yeri olmasa da yaslandığı nedenler yanında taşıdığı hesaplı şiddetten ileri gelse gerek, romantik bir ilgiyle karşılanmıştır. Tanzimat’la birlikte romanla tanışan ve Batı dillerinden çevrilen şövalye romanlarının etkisinde kalan okumuş kesimlerde bu ilginin belli bir etkiye yol açtığı söylenebilir. Hatta bu etkinin izi Cumhuriyet öncesi edebiyatta da sürülebilir. Cumhuriyet sonrası edebiyatımızda düello bu romantik yönüyle değil, Asaf’ın şiirindeki gibi, geleneğimizde bulunmamasına karşın, toplumsal bir gerçekliğe dayanmayan, toplumsal bir gerçeklikten süzülerek çıkmayan soyut bir tema olarak işlenmiştir. Düello, başka şairlerimiz tarafından da ele alınmıştır. Şairlerimiz, düellonun daha çok, içinde bir insanın ölümünü barındıran trajik yanıyla ilgilenmişlerdir. Bu kadarıyla bile, konunun kendisinden dolayı, bizim toplumsal gerçekliğimizin dışına düştükleri söylenebilir. Daha somut söylemek gerekirse, Türkiye’de kimse kimseyle düello etmemiştir ki, bunun şiiri de yazılabilsin!

YİĞİTLİK GÖSTERİSİ

Peki, Bab-ı Telli’deki bu düello merakı nereden geliyor o zaman? Önce Habertürk patronu Ufuk Güldemir’in Uğur Dündar’ı, ardından da, Bugün gazetesi yazarı Hakan Aygün’ün Kanaltürk patronu Tuncay Özkan’ı düelloya davet etmeleri hangi gerçekliğe oturuyor?

Elbette hiçbir gerçekliğe! Bir kere, -tekrarlamakta sakınca yok,- geleneğimizde olmayan ve geleneğinde var olan ülkelerde de çoktan tarihe karışmış bir şeyle, herkesin gözü önünde yiğitlik gösterisine kalkmak başlı başına saçmalık ve komedi! İkincisi, yalnızca iki kişiyi ilgilendiren bir onur sorununu silahla –kılıçla ya da tabancayla- çözme üzerinde şekillenen düello, herkesin içinde değil her iki tarafın tanıklarının ve bir hakemin önünde şehir dışında ıssız bir yerde yapılır. Üçüncüsü ve en önemlisi de düello, soylu sınıfa ait bir gelenektir!

“HIZLI ÇEKEN KAZANIR”

Ufuk Güldemir, vurduğu bir domuzun başında

Bizimkilerin düello merakı, olsa olsa çok western seyretmekten mütevellit bir hastalığın sonucu olabilecek nitelikte. Şiirle sürdürürsek; ne Cemal Süreya’nın “Daha da acısı/Kılıcın elinde/Alnında bir tutam güneş/Kalakalıyorsun ortada” dizeleri Hakan Aygün’e uyar, ne Ülkü Tamer’in “Yenilirsem yenilirim, ne çıkar yenilmekten?/Seninle çarpışmak kişiliğimi pekiştirir benim.” dizeleri Tuncay Özkan’da yakışık alır…

Aygün’ün de dahil olduğu hayli geniş bir kuşak, “Küçük Amerika” sürecinin western filmleriyle, rüyalarında bu filmlerin kahramanlarını oynayarak büyüdü. Amerikan westernlerinde, bu filmlerin ele aldığı tarihsel dönemde Amerika’da soylu bir sınıf olmadığı için, üstelik eldiven çarpma da yoktur. Düello ıssız bir yerde ve yalnızca tanıkların huzurunda değil, tam tersine, neresi rast gelirse orada, bütün kasabanın ya da bar ahalisinin gözünün önünde ve kendi oluşturduğu bir “hukuk” içinde, “hızlı çeken kazanır” kuralı işletilerek gerçekleştirilir. Aygün’ün düello için Taksim Meydanı’ını tarifi, -silah seçeneklerine canlı yayın aracını da sokarak “düello”yu biraz sulandırsa da- ancak “western geleneği” içinde bir anlam taşıyabilir.

Neyse ki iki düello çağrısının ikisi de havada kaldı. Uğur Dündar, Ufuk Güldemir’i ruh hekimlerine havale etti. Tuncay Özkan da Ankara’daki yoğun işleri dolayısıyla Hakan Aygün’den düellonun ertelenmesini istedi. Nitekim bu “düello” ertelendi de.

KOMEDİMEDYA

Soru: Gerçekleşmeyecek bir şey ertelenebilir mi peki?

Yanıt: Hem de nasıl! Belki bir gün portrelerine daha yakından bakma olanağı bulduğumda söylerim; Aygün’ün mimikleriyle, Özkan’ın Menemen mitingindeki “performans”ı bu sonuca varmak için yeterli. Biri aynı anda haber de sunabiliyor, diğeri vapurlarda leke ilacı satar.

“Bir düelloda/Daha büyük bir şey vardır/Ve daha acıdır bu/Ölümden de ölüm korkusundan da” diyor ya Cemal Süreya; bu “düello” da hiçbir şey yok komediden başka.

https://www.siir.gen.tr/siir/c/cemal_sureya/duello.htm