Kutlama, Geçmiş Ola; Olsa Olsa Nostaljisi Olur

Atatürk’ün öngördüğü halk egemenliği  1950’den itibaren köreltilmeye ve gırtlaklanmaya başlanılmıştır. 2002’den bu yanaysa “Yeni Türkiye” hülyası altında büyüyenlerden şu an 30-40 yaşındakiler bile demokratik parlamenter rejim etkinliğini bilmiyorlar

 

 

SAMİ GÜNAL

Atatürk felsefesinin temelinin tarihsel süreç içerisinde hiçbir kopukluk göstermeksizin halk egemenliği olgusuna dayandığını görmekteyiz. Savaş ortasında dahi alelacele alınması gereken kararlar olduğunda bile dönülüp halk iradesi arandığına tanıklık etmekteyiz. Varsa yoksa halk!.. Bu, terki mümkün olmayan bir düstur şeklinde Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinin temel ilkesine dönüştürülmüştür.

23 Nisan’a varmak için “Ulusal güçleri etken ve ulusal iradeyi egemen kılmak esastır.” diyerek “Ya bağımsızlık ya ölüm!” parolası ile 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarak Kurtuluş Savaşı’nı başlatan Mustafa Kemal yine o yol üzerinde Amasya Genelgesi olarak adlandırılan belgeye “Yurdun bütünlüğü, ulusun bağımsızlığı tehlikededir. Ulusun bağımsızlığını yine ulusun kesin kararı ve direnişi kurtaracaktır.” yazdırmıştır. Bunu yazdırmakla bağımsızlık bilincine ve bağımsızlığın ancak halk gücüyle sağlanacağına vurgu yapmıştır. Yine tam bağımsız yapıdaki bir devleti kurarken o devletin ulus egemenliğine dayandığının altını özellikle çizer Söylev’inde.

Mustafa Kemal’in vazgeçemediği düstur “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir.” ilkesi olmuştur.

Aranan, halk iradesi olduğuna göre bir de onun temsil edildiği bir “yer” lazımdı. İşte ona hem konuşulan hem de karar alınan yer anlamında “meclis” denilmektedir. Tanımdan çıktığı üzere meclis denilen yer aynı zamanda bir inşaat yapısıdır. Önemli olan içidir. Yani temsiliyet kabiliyetinin niteliğidir. Nitelik ölçüsünü daha da berraklaştıracak olursak örneğin, teokratik ya da salt faşizm yanlılarının doldurduğu bir yapıyı ya da Hitler döneminin Alman Meclisi’ni kutsayacak mıyız?

Mustafa Kemal, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı üç yıl boyunca Meclis’le birlikte yönetmiştir. Oysaki istese, meclise danışmayı, müzakere etmeyi zaman kaybı sayar hiç te dikkate almayabilirdi. Peki, zamansal açıdan zafiyet bile sayılacak bu danışmaları niye yapıyordu? Ulusal egemenliği her şeyin üstünden tuttuğu içindi. Aslında Cumhuriyet bu temel yönü itibarıyla 29 Ekim 1923’te değil de 23 Nisan 1920’de kurulmuştur. Demem o ki 23 Nisan bu derece önemli ve kutsal bir tarihtir. Yani kavramsal olarak egemenliğin gökten yere indirildiği tarihin başlangıcıdır 23 Nisan.

23 Nisan, laikliğin temelinin atıldığı sürecin ilan edildiği,belirleyici gündür. Sosyolojik ve siyaset bilimi açısından da bu derece değerli bir tarihtir.

23 Nisan’ın kurduğu Meclis’in Anadolu’ya özgü tartışmasız niteliği, Avrupa parlamentoları karşısındaki halkçılığı ve devrimciliğidir. Batı’daki parlamentolar, kralın egemenliğini pekiştiren soylu sınıflara karşı burjuva sınıfının siyasal yönetime ağırlığını koyması ile oluşmuştur. Bu süreçte hiç kuşkusuz Batı demokrasileri gelişmiştir. 23 Nisan Meclis’i ise direkt Cumhuriyet Devleti’nin kurucusu olmuştur. Karakteri, Batı’dakilerden farklı olarak antiemperyalist bir çıkışla tam bağımsızlığa ve ulusal egemenliğe dayalı halk demokrasisi olmasıdır. Özet olarak Batı’daki parlamentolar mevcut devlet düzeni içerisinde yapılanırken; Anadolu’da derme çatma bir Meclis, devlet kurmuştur. Birisi “düzenlenen” iken diğeriyse yani TBMM, yani 23 Nisan “kurucu”dur.

Dünyada eşi olmayan diğer bir yönüyse “Çocuk Bayramı” olmasıdır. Ne güzel, ne mutlu!

Bu kafadan verilen temelsiz bir hediye değildir. Mustafa Kemal’de hep bir gelecek kaygısı olmuştur. Karşı devrimcilerin pusu da olacağını kestirmekteydi. Mustafa Kemal, devrimlerin koruyucusu dinamik unsurlara ihtiyaç duymaktaydı. Gelecek, gençlerin ve onların öncülü olan çocukların ellerinde şekillenecek ve korunacaktı. Cumhuriyet’in çağdaşlık yolunda yapılandıracağı nesle güveniyordu. O nedenle diyordu ki:

“Her şeyi gençliğe bırakacağız. O gençlik ki hiçbir şeyi unutmayacaktır. İstikbal ümidinin parlak çiçekleri onlardır.”

19 Mayıs gençlere, 23 Nisan ise gençlerin öncülleri olan çocuklara armağan edilmiştir. Büyüyünce 19 Mayıs’a kavuşacaklardır. Cumhuriyet’le birlikte büyüyeceklerdi.

Atatürk’ün öngördüğü halk egemenliği bitmiştir. Gerilerde kalmıştır. 1950’den itibaren köreltilmeye ve gırtlaklanmaya başlanılmıştır. 2002’den bu yanaysa “Yeni Türkiye” hülyası altında büyüyenlerden şu an 30-40 yaşındakiler bile demokratik parlamenter rejim etkinliğini bilmiyorlar. Demokratik parlamenter sisteme dayalı rejim, tarih okuması olanlar için nostalji vasfına erişmiştir. Başlığımızın esbabımucibesi (gerekçesi) budur.

Eleştirel bir ara değinmede bulunduktan sonra günümüze gelmek istiyorum.

Aklı olanlar susarken ağzı olanlar ezberlerini kıraat eyliyorlar. Onun da iki cümleden öteye gittiği yok. Bilgi sahibi olmadan fikir beyan etmeye kalkışanlar: Tam bağımsız Türkiye karşısında duran etki ajanları ile onların suflelerini kıraat eylemeyi entelektüel birey oldum, sanısıyla iş bilen okumazlardır.

Tek adamlığı reddeden, halk egemenliğine dayanan, demokratik atılım peşinde olan Atatürk’ten başka bir lider bilen varsa parmak kaldırsın.

Zaten devrim biteli (1950) çok olmuştu. İyi kötü var olan o işlevsel Meclis de yok edilip artık yerini şekli bir meclise bırakmıştır.

Neyi kutluyoruz? Ortada olmayanın kutlaması olmaz! Nostaljisini yaşıyoruz, o kadar!

Ne acı ki devrimle devlet kuran bir partinin arkasında yedi düveli dize getiren “muhalefet külliyatı” varken şimdi muhalefet yapacak öncü kadrosu yok.

 

paylaşmanız için