Kore’de Ödenen Bedel 

Demokrat Parti’nin ABD’ye yakınlaşma politikaları uğruna binlerce gencimizi dünyanın öteki ucunda bizimle hiçbir ilgisi olmayan bu savaşta kanlı cephelere sürmesinin acı hikayesidir Kore Savaşı

 

AV. CEM BAYINDIR

Kore / Dağlarında / Tabakam / Kaldı
Mapus / Damlarında / Özgürlüğüm
(Enver Gökçe)

TBMM’nin 30 Haziran 1950 tarihli oturumundaki kararı çerçevesinde Türkiye’nin Kore savaşına katılmasıyla 500 kişilik ilk Türk askerî birliği 17 Ekim 1950’de Kore’ye ulaşıp Busan’da karaya çıktı. Kore’ye asker gönderme düşüncesi, DP hükûmetinin ABD’ye yanaşma ve Sovyet Rusya tehdidine karşı NATO’ya üye olma politikasından dolayı bir fırsat olarak görülmekteydi.

Kaldı ki, tam bir yıl sonra aynı gün yani 17 Ekim 1951’de Londra’da Türkiye’nin NATO’ya katılmasıyla ilgili protokol imzalanacak ve iktidar büyük muradına erecekti.

Savaş, 25 Haziran 1950’de Kuzey Kore’nin Güney Kore’ye saldırmasıyla başlamış, ABD ve Batı buna çok sert tepki göstermişti. Çünkü onlara göre bu olay, Asya’nın uzak köşelerinde küçük bir ulusun savaşından öte bir durumdu ve bu tehlikenin arkasında Sovyet Rusya ve Komünist Çin vardı.

Olay, doğunun batıya ya da komünizmin kapitalizme savaş ilanı olarak gösterildi ve kısa zamanda ABD’nin öncülüğünde “BM Ordusu” kurularak, 17 devletin askerleri, ( ABD, İngiltere, Fransa, Kanada, Avustralya – Yeni Zellanda ( Anzac) Türkiye, Yunanistan, Belçika, Hollanda, Filipinler, vd.) Güney Kore’nin yanında savaşa katıldılar. Kuzey Kore gerillalarının yanında ise Çin vardı. Sovyetler Birliği lojistik destek sağladı.

Türk tugayı, Etimesgut’tan hareket ettiği 19 Eylül‘den 28 gün sonra 17 Ekimde kıyıya ayak bastı, 52 gün sonra 10 Kasımda da artık cephenin tam ortasındaydı. ABD’nin savaş planına göre, Türk askeri, ne zaman nerede karşısına çıkacağı belli olmayan Çinli ve Kuzey Koreli gerillalara karşı savaşacaktı. Askerimiz çok da hazırlıklı sayılmazdı, araç ve silah eksiği büyüktü ve 10 Kasım sabahının erken saatlerinde, 5 bin askerimiz cepheye doğru harekete geçti.

Amerikalı general Türk subay ve askerlerini denetliyor

18 gün sonra ilk sıcak temas yaşandı ve Türk tugayı Çinli ve Korelilerle ilk kez 28 Kasım 1950‘de Wawon Savaşı’nda karşılaştı. O gün sabaha karşı tugay keşif takımımız, Amerikan telsiz kamyonunun arızasının onarılmasını beklerken düşman baskınına uğramış ve iki subay ile birkaç er dışında kalanlar ya şehit ya da tutsak düşmüşlerdi.

Ordumuz, 26 Kasım-1 Aralık arasında Kunuri Savaşları olarak adlandırılan Wawon, Simninni, Kaechon, Sunchon Boğazı Savaşları’nda 12 subay, 7 astsubay, 199 er olmak üzere toplam 218 asker şehit verdi. Yaralı sayımız ise 5 subay, 10 astsubay, 440 er olmak üzere toplam 455 idi. 7 subay, 2 astsubay, 85 er de kayboldu.

Kısacası, Üç yıl süren savaşın sonucunda resmi rakamlara göre 37 subay, 26 astsubay ve 658 erbaş ve er olmak üzere 721 şehit, 2147 yaralı, 346 hasta, 234 esir ve 175 kayıp askerimizin olduğu açıklandı. Bunun en büyük nedeni Türk ordusunu en zorlu cephede haber vermeden yalnız bırakan ABD ordusuydu.

Sonradan DP vekili olacak Tuğgeneral Tahsin Yazıcı ile CHP milletvekili olacak Kurmay Albay Celal Dora öncülüğünde ordumuz, BM güçlerince yalnız bırakılmışken, özellikle Celal Dora’nın birliğin önüne bizzat geçmesiyle, kuşatmanın yarılmasını sağlamış, Çin ordusunu geri püskürtmüştür. Büyük kahramanlıklar göstererek “BM ordusu”nun dağılmasını önleyen ve onur madalyasına layık görülen Türk ordusu, savaşın sonunda ABD’den sonra ne yazık ki en büyük kayıp veren orduydu. Gönderilen asker sayısına oranladığımızda ise en büyük yitime Türkiye uğramıştı.

Halk Kurtuluş Ordusu’nun esir aldığı Türk subay ve askerleri

Albay Celal DORA’nın adı ülkede birçok yere ve genç subay adaylarına örnek olması için Kara Harp Okulu’nun en büyük toplanma alanına verildi.  Kendisine Birleşmiş Milletler Genel Kumandanlığı’nda Silver Star madalyası da layık görülmüş ve Dora, ülkeye dönüşte milli bir kahraman olarak karşılanmıştır.

Genelkurmay kayıtlarına göre 1. Tugayda, 1953; 2. Tugayda 621; 3. Tugayda 703 olmak üzere 3.277 şehit, yaralı ve kaybolan vardı. Savaş sürerken şehitlerimizin kanının bedeline karşılık 1952’de Türkiye NATO’ya üye yapıldı ve DP hükûmeti amacına ulaşmış oldu. O dönem hem asker gönderildiğinde hem de savaş sırasında sürekli manevi duygular öne çıkarılıyor, “şehitlik” kavramına vurgu yapılıyor, şehitlerin adları, mektupları gazetelerde yayımlanıyor, Türkiye’nin her yanında camilerde şehitler için mevlitler okunuyor, hatta Kore şehitlerinin “Türk vatanı ve Türk hürriyeti uğruna” şehit oldukları propagandası yapılıyordu.

Anayasamıza göre savaş kararını TBMM’nin onaylaması gerekirken DP hükümeti, Kore Savaşı’na girmeye karar vermiş, Kore’ye asker gönderilirken muhalefetin görüşü bile sorulmamıştır. Demokrat Parti’nin ABD’ye yakınlaşma politikaları uğruna binlerce gencimizi dünyanın öteki ucunda bizimle hiçbir ilgisi olmayan bu savaşta kanlı cephelere sürmesini büyük ozan Nâzım HikmetDiyet” şiirinde şöyle anlatır:

“Gözlerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey, / iki gözünüzle bakarsınız, / iki kurnaz, / iki hayın, / ve zeytini yağlı iki gözünüzle / bakarsınız kürsüden Meclis’e kibirli kibirli / ve topraklarına çiftliklerinizin / ve çek defterinize. / Ellerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey, / iki elinizle okşarsınız, / iki tombul, / iki ak, / vıcık vıcık terli iki elinizle / okşarsınız pomadalı saçlarınızı, / dövizlerinizi, / ve memelerini metreslerinizin. / İki bacağınızın ikisi de yerinde, Adnan Bey, / iki bacağınız taşır geniş kalçalarınızı, / iki bacağınızla çıkarsınız huzuruna Eisenhower’in, / ve bütün kaygınız / iki bacağınızın arkadan birleştiği yeri / halkın tekmesinden korumaktır. / Benim gözlerimin ikisi de yok. / Benim ellerimin ikisi de yok. / Benim bacaklarımın ikisi de yok. / Ben yokum. / Beni, Üniversiteli yedek subayı, / Kore’de harcadınız, Adnan Bey. / Elleriniz itti beni ölüme, / vıcık vıcık terli, tombul elleriniz. / Gözleriniz şöyle bir baktı arkamdan / ve ben al kan içinde ölürken / çığlığımı duymamanız için / kaçırdı sizi bacaklarınız arabanıza bindirip. / Ama ben peşinizdeyim, Adnan Bey, / ölüler otomobilden hızlı gider, / kör gözlerim, / kopuk ellerim, / kesik bacaklarımla peşinizdeyim. / Diyetimi istiyorum, Adnan Bey, / göze göz, / ele el, / bacağa bacak, / diyetimi istiyorum, / alacağım da.”

Kore Savaşı’na Türk askeri gönderilmesine karşı çıkan ve İstanbul’un çeşitli semtlerinde bildiriler dağıtan, TBMM’ye telgraf çekerek Türkiye’nin Amerikan çıkarlarına alet edilmesini protesto eden Barışsverler Cemiyeti Başkanı Behice Boran, genel sekreter Adnan Cemgil ve diğer üyeler yargılanırken. Bu davalar sonunda cemiyet kapatılmış Boran, Cemgil ve diğer bazıları 19 ay hapse mahkum edilmişti

Ancak, o günlerde Kore’ye asker gönderilmesine karşı çıkan aydınlar büyük baskılara ve komünistlik ve ajanlık suçlamalarına uğradılar, tutuklanıp hapis cezaları aldılar. Aydınların savaş karşıtı bildirilerinden birinde kısaca şunlar yazıyordu:

“…Kore’ye asker göndermekte Türk Milletinin herhangi bir menfaati yoktur. Türk Milletinin istiklali ve güvenliği dünya barışına sıkı sıkıya bağlıdır. Kore’ye asker göndermek ise Türk Milletinin nasıl bildirilirse bildirilsin, herhalde barışçı bir hareket değildir.

Bütün dünya milletleri ve bu arada Türk milleti de barışseverdir. Türk halkının menfaati dünya barışının bozulmamasındadır. Bu barışın bozulmaması için de Kore’deki iç savaşın barışçı yollar bulunarak hemen sona erdirilmesi gerekir…”

Bizi NATO’ya üye yapmakla ödediğini düşünen ABD bununla da yetinmedi ve topraklarımızda birçok üs açtı. Ordumuz da ne yazık ki, NATO’nun neredeyse buyruğuna verildi, DP ve Menderes Türkiye’mizin güvenliğini kayıtsız şartsız iş birliği ve müttefiklik bağlamında’ NATO’ya bağladı.  Ekonomimiz, dış politikamız, iç politikamız, eğitim sistemimiz, beslenmemiz, tarımımız, sayısız ikili antlaşmayla ABD’nin elinde oyuncak oldu. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “tam bağımsızlık” ilkesi hiçe sayıldı ve yok edildi. O günden bugüne ülkeyi yöneten tüm muhafazakâr iktidarlar ABD ile iyi ilişkileri sürdürdü ve ülkemiz neredeyse 70 yıldır alan memnun satan memnun misali NATO-Amerikan yanlısı iktidarlarca yönetildi.

Türkiye sağının Amerikan uşaklığı geni… Menderes’lerden bu yana artı eksilmedi

Adnan Menderes ise muhalefetin bu milli olayı ve zaferi küçümsediğini, askerimizin zaferini görmezden geldiğini söylüyor; aslında yaşananların büyük zafer olduğunu ileri sürüyor ve Türkiye’nin NATO’ya üyeliğini, ABD ile müttefikliğini övüyordu. Ona göre hem zamanı geldiğinde ektiklerimizi biçecek hem de Rusya’ya, komünistlere karşı yurt savunmasında yalnız kalmayacaktık.

DP’li adlardan Samet Ağaoğlu da “Kore’de bir avuç kan verdik, ama büyük devletler arasına katıldık.” demişti.

Büyük ve acı bir yenilgi yıllarca “zafer” olarak gösterildi. Milliyetçilik, kan içicilik, komünist düşmanlığı hep Amerikan çıkarları için propaganda araçlarıydı

Yazar Şevket Süreyya Aydemir ise savaşı şöyle değerlendirir: “Kore Savaşı elbette ki ne bir vatan ne bir din ne bir millet savaşıydı. Ne de iki millet veya memleket arasında geçmişti… Kısacası çağımızın iki dev kudreti, iki dev sistemi arasındaki bir rejim mücadelesiydi…” 

Güney Koreliler, Türklerin savaşın yazgısını değiştiren etkenlerden biri olduğunu söylerler. Yaklaşık 3 milyon kişinin öldüğü Kore Savaşı’nın bizim için tek tesellisiyse savaştaki kahramanca tavrımıza tüm dünyanın tanık olması ve bundan dolayı Güney Kore’nin bize karşı büyük sevgi ve minnettarlık duyması oldu. ABD ve NATO’yu kurtarıcı sananların bu politikasından geriye ise şehitler, yaralılar, yoksul insanlara yaşatılan acılar, halka ödettirilen bedeller, 70 yetmiş yıldır çektiğimiz sıkıntılar ve ne yazık ki koca bir enkaz kaldı…

 

Bu “şeref” yetti de arttı

 

Ne için?

 

Birleşmiş Milletler Kuvvetleri Amerikalı Tümgeneral Walton Walker Türk Tugayı komutanı Tuğgeneral Tahsin Yazıcı’ya Silver Star madalyasını takarken. Türk Birliği komutanı nasıl da mutlu! ABD bu, bir kez emrine girmeye görün, bazen madalya takar, bazen de çuval geçirir.

 

NOT: Fotoğraf alt yazıları Eskimiyen tarafından konulmuştur.

Kaynaklar:

PAYLAŞMANIZ İÇİN